Çocuk doğası gereği gelişmeye açık. Ama bugün bunu biçimlendiren, birileri tarafından tasarlanmış algoritmalar silsilesi.
Yapay zekâ ve dijital teknolojileri hep kurumsal dünyada verimlilik, kârlılık, etik, şeffaflık gibi kavramlar bağlamında tartışıyoruz. Oysa, bu yeni çağın temelden etkilediği çok daha kritik bir grup var: Çocuklar.
Dijital çağın öğrenme ve sosyalleşme olanakları sunduğu bir gerçek. Ama aynı araçlar, giderek daha fazla yalnızlık, zihinsel yorgunluk, doğayla kopuş ve kırılganlık yaratıyor.
Çocukların hayatı dijital araçlarla iç içe geçmiş durumda. TikTok’ta eğleniyor, YouTube’da öğreniyor, SnapChat, WhatsApp’ta sosyalleşiyor ve ChatGPT’ye ödev yazdırıyorlar. Bu çoklu platform evreninde odak dağınıklığı, dikkat süresinde azalma, sosyal becerilerin zayıflaması gibi sorunlar da giderek yaygınlaşıyor.
OECD’nin ‘Dijital Çağda Çocuklar Nasıl Yaşıyor?’ raporunda bu durum ‘dijital refahın iki yüzü’ olarak tanımlanıyor. Evet, dijitalleşme bilgiye erişimi artırıyor ama aynı zamanda kök sorunlar da yaratıyor.
Tamam. Zamanın ruhu başka. Ama riskimiz şurada: Dijital dünya, çocuklar için bilgiye açılan bir pencere olmaktan çok, gerçek dünyaya kapanan bir perdeye dönüşebilir mi?
Jean-Jacques Rousseau’nun Emile’de söylediği gibi, ‘çocuk doğası gereği iyidir, onu bozan toplumdur.’ Bugünün dijital toplumunda bu söz yeniden okunmalı. Çocuk doğası gereği gelişmeye açık. Ama bugün bunu biçimlendiren, birileri tarafından tasarlanmış algoritmalar silsilesi. Sıkıntılı olansa, bu sistemlerin henüz net bir etik ve ahlaki pusulasının bulunmaması.
Mevcut anlayış: Geçmiş odaklı ve donuk
Ebeveynler sıkışmış durumda. Evlerde, ekran karşısında geçirilen zaman için çocuklarla zorlu bir mücadele veriliyor. Çocukları ekrandan uzak tutmaya çalıştıkça, konu giderek ‘çaresiz bir zorunluluk’ olarak sineye çekiliyor. (Burada, çocukların ekranla tanışma yaşının ne olması gerektiği ile ilgili bir parantez açalım. Selçuk Şirin hocamızın buna net cevabı şöyle: Olabildiğince geç!)
Eğitim dünyasının durumu da parlak değil. Çok sayıda okula davet ediliyorum. Gördüğüm şu: Çocuklar ödevlerini yapay zekâ araçlarıyla yapmanın, öğretmenler de bunu tespit edebilmenin peşinde. Keşke konu sadece bu kadar basit olsa.
Yapay zekâ çağında çocukları geçmişin ezberleriyle eğitmeye çalışıyoruz. Oysa, dijital dünyaya doğmuş çocuklar için çok farklı bir bakış açısına ihtiyaç var. Çocuklar, bugün her zamandan daha çok anlam arayışına, eleştirel düşünceye ve rehberliğe muhtaç. Mevcut sistem ise hâlâ sınav notlarına ve ezbere dayalı dar bir anlayışa sıkışmış durumda.
Ekranda yaşayan, yalnız çocuklar!
OECD verilerine göre, Türkiye’de okul dışında ekranda geçirilen vakit günde ortalama 4 saat. Uzmanlara göre, ekranda geçirilen yüksek zaman, frontal korteks gelişimini baskılayarak, dikkat süresinde azalma, dürtü kontrolü sorunları ve sosyal becerilerde zayıflamaya yol açıyor. Çocuklar giderek algoritmaların yönlendirdiği içerikler üzerinden düşünmeye ve hayatı görmeye başlıyor. Bu durum, eleştirel düşünme, yaratıcı öğrenme ve sezgisel kavrama becerilerinde erozyon yaratıyor.
Sadece bu da değil! Çocukların yüzde 40’ı sosyal ortamda kendini yalnız hissettiğini söylüyor. Kız çocukları, özellikle sosyal medya kaynaklı kaygı, beden algısı bozukluğu ve depresif semptomlar yaşıyor. İlginç bir nokta daha var. Türkiye, OECD içinde erkek çocukların en fazla dijital zorbalığa uğradıklarını söyledikleri ülkelerden biri.
Ne yapmalı?
Konu zor ve karmaşık. Uzmanlara kulak vermek önemli. Bana göre ‘zamanın ruhu’ diyerek, konuyu sadece teknoloji penceresinden görmek ve akışa bırakmak bir hata. Burada yine felsefi ve etik düzlemde değerlendirme yapmak gerekiyor.
Çocukların eğitim ve gelişimi için teknoloji okuryazarlığı kadar ahlaki muhakeme, duygu okuryazarlığı ve dijital etik eğitimi şart. Odağımız ekranda geçirilen süre değil, ekran içeriği ve kalitesi olmalı. Doğada öğrenme, yalnızca beden sağlığı değil, sezgisel ve empatik zekâ için de gerekli.
Özetle, yeni dünyada esas konu teknoloji eğitimleri değil, bu teknolojilerin nasıl doğru kullanılacağının öğretilmesi olmalı. Bu yapılırken de merak, yaratıcı düşünme ve temel insani değerler (etik, ahlak, vicdan, adalet) merkeze alınmalı.
Çocukluğu kaybedersek, geleceği kaybederiz
Kod yazmayı bilen ama kendini ifade edemeyen, yapay zekâyla sohbet eden ama doğadan kopan, dijital dünyada sosyalleşen ama gerçek hayatta yalnız olan bir kuşak…Bu bizim sürdürülebilir gelecek vizyonumuz olamaz.
Bugün bir eşikteyiz. Teknoloji hayatın her alanını kaplıyor. Veri çoğalıyor. Algoritmalar yönlendiriyor. Peki, çocuklar? Onlara ekran veriyoruz ama anlam aramalarını istiyoruz. Sınavlara boğuyoruz ama yaratıcı olmalarını bekliyoruz. Kod yazan ama hissedemeyen, hızlı düşünen ama derinleşemeyen, her şeye erişen ama hiçbir şeyi sorgulamayan bir kuşak inşa ediyoruz.
Bu çağda asıl devrim, çocuklara yalnızca yapay zekâyı değil; vicdanı, sorgulamayı ve insani değerleri de öğretmek olacak. Çünkü mesele, bu çağın insanlığını unutmadan yeniden inşa edilmesi meselesi. Ve bu, çocukların değil, bizim sınavımız!