Yapay zekâ söz konusu olduğunda en çok duyduğumuz söz şu: “Ya kurtarıcı olacak ya da bizi yok edecek!”
Ama bu iki uç, gerçeğin kendisini değil, pazarın işine gelen kurguyu yansıtıyor. Çünkü, bu ikilik hem teknolojiyi yüceltip kutsallaştırıyor hem de korku üzerinden meşruiyet kazandırıyor.
Oysa asıl mesele başka. Yapay zekâ ne kurtarıcı ne de yok edici! Yönünü belirleyecek şey ise evrensel bir etik pusula.
Teknoloji tarafsız mıdır?
“Teknoloji tarafsızdır, iyiye de kötüye de kullanmak bizim elimizde” klişesi de doğru değil! Çünkü, her teknoloji daha ilk satırından itibaren, üreticisinin niyetini, kültürel değerleri ve piyasanın çıkarlarını kodlarının içine gömer.
Bugün yapay zekâya baktığımızda bunu açıkça görüyoruz. Şirketlerin kâr hırsıyla şekillenen modeller, yüksek enerji tüketimi ile dev karbon ayak izi bırakıyor. Algoritmalar, toplumsal önyargıları yeniden üreterek eşitsizlikleri derinleştiriyor. Devletler, yapay zekâyı gözetim ve propaganda aracı olarak kullanıyor. Yani, teknoloji masum bir araç değil, tersine değer yüklü bir güç!
Kadim bir etik pusula: Dharma
İşte tam bu noktada kadim bir öğreti bize farklı bir bakış sunabilir. Hint geleneğinde Dharma, evreni ayakta tutan ilke; bireysel niyeti toplumsal sonuçla, toplumu doğayla bağlayan etik pusuladır. Üç temel öğretisine bugünden referansla bakalım:
Her eylemin sonucu vardır (Karma): Algoritmaların verdiği kararlar, işe alımdan krediye, sağlık hizmetlerinden güvenlik uygulamalarına kadar milyonların hayatını etkiliyor. Bunların sonuçları sadece teknik değil, aynı zamanda etik ve vicdanidir.
Niyet önemlidir: Bir mühendisin yazdığı kod satırı, bir yatırımcının kâr hırsı, bir liderin verdiği karar… Bunlar yalnızca teknik tercihler değil, toplumsal sonuçlar doğuran eylemlerdir.
Uyum esastır: Doğaya, adalete ve insan onuruna aykırı her ilerleme, kısa vadede başarı gibi görünse de uzun vadede hızlandırılmış yıkımdan başka bir şey değildir. Bugün teknolojik ilerleme, ekolojik uyumu bozuyorsa, etik ve vicdani sorunları büyütüyorsa, bu aslında ‘ilerleme’ değil, yozlaşma ve uyumsuzluk getirir. Yalnızca toplumsal düzen değil, evrensel uyum da çöker.
Bilgi ile eylem arasındaki uçurum
Mahabharata destanında Duryodhana’nın şu sözleri insanlığın en eski açmazını dile getirir: “İyinin ne olduğunu biliyorum ama onu yapacak arzum yok. Kötünün ne olduğunu biliyorum ama ondan uzak duracak iradem yok.”
Bu, bilgi ile eylem arasındaki uçurumdur. Bugün de aynı tabloyu görüyoruz.
Bilimsel verilerle kanıtlanmasına rağmen, iklim krizini inkâr ediyor ya da görmezden geliyoruz. Yapay zekânın önyargılarını, karbon ayak izini, yaratabileceği sosyal risklerini biliyoruz ama bunlara çözüm bulmadan son hızla yatırım yapmaya devam ediyoruz. Yani, aslında doğruyu biliyor ama uygulamıyoruz. Yanlış olduğunu biliyor ama yapmaktan da geri durmuyoruz.
Hibrit bir yaklaşıma ihtiyacımız var
Yapay zekâ tartışmalarını hâlâ bir rekabet diliyle sürdürüyoruz: “İnsan mı kazanacak, makine mi?”
Oysa doğru soru bu değil. Asıl ihtiyaç, insan ve makineyi rakip görmek yerine, birlikte evrilen aktörler olarak düşünmek. Yani rekabet değil, hibrit birliktelik.
Kadim bir öğreti olarak Dharma, bu noktada ihtiyaç duyduğumuz etik pusula için yön gösterebilir. Ancak, yeniden yorumlanması kaydıyla. Çünkü, bugün insan ile doğa arasına yeni bir aktör olarak makine ve algoritmalar eklendi.
Yeni etik çerçeve nasıl olmalı?
Bu vizyonun temelinde, insan–makine rekabeti değil, simbiyotik zekâ; yani ortak yaşamın, karşılıklı uyumun ve paylaşılan sorumluluğun zekâsı yer alır.
Ortak zekâ: Yapay zekâ insana rakip değil, ortaktır. Yapay zekâyı, insanın hayal gücü ve sezgisiyle birleştiğinde daha kapsayıcı bir zekâ biçimi yaratacak ortak olarak görmeliyiz. Doktorun yerini alan değil, teşhisini güçlendiren. Öğretmeni devre dışı bırakan değil, anlatımını zenginleştiren…
Birlikte yaşama etiği: “Biz yönetelim, o itaat etsin” paradigması çok geçerli değil. Yapay zekâyı toplumun ve doğanın parçası olarak kabul etmek, karar mekanizmalarına yalnızca hız ve verimlilik değil, ekolojik uyum ve adalet kriterlerini de yerleştirmek zorundayız. Gerçek ilerleme, daha çok güç ve daha büyük hız değil, daha adil ve vicdani bir uyum ve denge yakalamaktır.
İlişkisel sorumluluk: Bir algoritmanın hatası yalnızca programcının değil, bütün ağın ürünüdür. Bu nedenle sorumluluk da dağıtılmalı ve şirketlerin, regülatörlerin, kullanıcıların ve etkilenen toplulukların ortak yükümlülüğü haline gelmelidir. Etik denetim sadece tepeden değil, çoğulcu ve şeffaf mekanizmalar üzerinden işlemelidir.
Sonuç: Pusulasız güç, karanlık gelecek getirir
Yapay zekânın “ya kurtarıcı ya yok edici” ikilemi, bizi gerçeğin uzağında tutuyor. Asıl mesele, bu gücü hangi değerlerle yönlendireceğimiz.
Post-hümanist Dharma, bize bu pusulayı sunabilecek bir çerçeve. Eylemin sonucunu hatırlatan, niyeti sorumlulukla bağlayan, insan–makine–doğa üçgenini birlikte düşünen bir etik yaklaşım.
Yapay zekâ, geleceğin temel oyun kurucularından biri olacak. Ama o geleceğin nasıl olacağını, onu hangi pusulayla yönlendireceğimiz belirleyecek.