Kamunun rolü keskin şekilde belirleyici. Sadece düzenleyen değil, aynı zamanda bağlantı kuran, kapasite geliştiren ve güven inşa eden bir yönetişim modelinin kurulması gerekiyor.
Yapay zekâ, salt bir teknoloji meselesi değil. Küresel güç ilişkilerinin, ekonomik rekabetin ve kültürel egemenliğin yeni zemini. Bu zeminde söz sahibi olmak da ancak kurumsal kapasite, yönetim aklı, etik çerçeve ve toplumsal vizyon ile mümkün.
Peki, Türkiye’de durum ne?
Kamusal strateji ve güvenin rolü
Türkiye’de 2021’de yayımlanan Ulusal Yapay Zekâ Stratejisi, insan kaynağından veri yönetimine, etik ilkelerden iş birliklerine kadar net hedefleri ortaya koydu. 12. Kalkınma Planı ise yapay zekâyı yeşil ve dijital dönüşüm eksenine bağladı. Ancak, her stratejinin hayata geçmesi, onu taşıyacak kalıcı kurumsal yapılar ve uygulama modelleri ile mümkün. Kültürel egemenlik, içerik politikaları, telif ve yerli dil verisi egemenliği tarafında bütüncül bir yumuşak güç stratejisi görünür değil. Oysa, yapay zekâ dil modelleri, çıktı üretimi ve öneri sistemleriyle kültürel değer zincirini de yeniden kuruyor. Bu, yalnızca teknolojik değil, kültür ve anlam rekabeti de demek.
Kamunun rolü keskin şekilde belirleyici. Sadece düzenleyen değil, aynı zamanda bağlantı kuran, kapasite geliştiren ve güven inşa eden bir yönetişim modelinin kurulması gerekiyor.
Etik çerçeve: Parçalı adımlar
Yapay zekânın etik çerçevesinin nasıl çizileceği bir başka önemli konu. YÖK’ün üniversiteler için yayımladığı rehber, KVKK’nın girişimleri ve TRAI’nın etik ve hukuki düzenlemeler raporu çok önemli adımlar. Ancak bunlar hâlâ parçalı.
Algoritmik ayrımcılık, şeffaflık, hesap verebilirlik konusunda bağlayıcı standartlar yok. Yapay zekânın enerji ve su tüketimi gibi çevresel etkilerini raporlamaya dair bir düzenleme de bulunmuyor. Kısacası, etik çerçeve henüz ağırlıklı ‘veri güvenliği’ boyutunda ele alınıyor. Oysa mesele, yapay zekânın toplum ve çevre üzerindeki derin etkilerini de yönetebilmek.
Özel sektör: İstekli ama…
Kurumsal dünya yapay zekâyı, hâlâ bir “IT projesi” olarak görüyor. Teknoloji geliştiren yerli şirket sayısı az. Çoğu, hazır çözüm satın alma, sistemine entegre etme ve kullanma odaklı.
Peki, neden böyle? Çünkü, inovasyona yapılan yatırım oranı OECD ortalamasının üçte biri. (GSYH’nin yüzde 1,4’ü) Uzun vadeli dönüşüm hedefleri, kısa vadeli kâr beklentisinin altında eziliyor. İnsan kaynağına yatırım düşük.
Üstelik, etik sorumluluk ve algoritmik şeffaflık gibi kritik konular, henüz özel sektörün radarında bile değil. Oysa bu, sadece verimlilik değil, aynı zamanda itibar, güven ve sorumluluk meselesi.
Özetle, özel sektörün yalnızca uygulayıcı değil, aynı zamanda sorgulayıcı ve şekillendirici bir pozisyona geçmesi gerekiyor. Bu da ancak uzun vadeli vizyonla mümkün.
Akademi: Konfor alanında
Üniversitelerde yapay zekâ odaklı programlar artıyor. Ancak, akademik üretimin politika süreçlerine, özel sektöre ve topluma etkisi çok sınırlı.
Disiplinler arası çalışma kültürü zayıf. Akademi-kurumsal dünya iş birlikleri hâlâ proje bazlı. Türkiye’ye özgü sosyo-kültürel yapay zekâ araştırmaları oldukça kısıtlı.
Akademi, bu alanda etik, entelektüel ve disiplinler arası çerçeve kurucu bir rol üstlenmeli. Bu yeni dönemin etik değerler, haklar ve toplum üzerindeki etkilerini tartışan düşünsel zeminler yaratmalı. Tüm paydaşlara rehberlik etmeli.
Toplum: Mitler ve korkular
Toplumun yapay zekâ ile ilişkisi büyük ölçüde medyanın sunduğu içeriklerle şekilleniyor. Kimi zaman abartılı umutlar, kimi zaman gereksiz korkular öne çıkıyor. Dijital okuryazarlık düzeyi henüz eleştirel farkındalık oluşturacak seviyede değil. Bu, sadece eğitimsizlikten değil, kültürel olarak teknolojiyle kurulan ilişkinin pasif olmasından kaynaklanıyor.
Burada eğitim sistemine, medyaya ve sivil topluma önemli roller düşüyor. Yapay zekânın toplumsal etkileri hakkında sağlıklı ve şeffaf bir tartışma kültürü oluşturmadan, doğru ve yapıcı denetim mekanizmalarının gelişmesi de mümkün gözükmüyor.
Küresel manzara: Dijital egemenlik yarışı
OpenAI, Google DeepMind, Anthropic, Baidu, Alibaba…Yapay zekâ teknolojileri birkaç küresel oyuncunun elinde. 2025 verileri, öncü modellerin daha geniş bir oyuncu havuzuna yayıldığını, açık-ağırlıklı modellerin de hnızla yaklaştığını gösteriyor. Türkiye, bu tabloda yalnızca ithalatçı değil, ortak geliştirici ve kural yapıcı olarak konumlanmaya odaklanmalı.
Bu, ekonomik olduğu kadar kavramsal da bir bağımlılık konusu. ‘Yapay zekânın ekonomik, toplumsal, çevresel etkileri ne olacak?’ sorusunun cevabı birileri tarafından yazılıyor. Geri kalanlar ise sadece kopyalıyor.
Sonuç: Kolektif çaba şart
Türkiye’nin yapay zekâ ile sınavı; kamu, özel sektör, akademi ve toplumun birlikte vereceği kolektif bir sınav. Ve başarının yolu ne salt pahalı teknoloji yatırımlarından ne de içi boş vizyon belgelerinden geçiyor.
Öncelikle, uygulama gücü olan kurumsal yapılara, etik ve şeffaf mekanizmalara, disiplinler arası bilgi üretimine, dijital okuryazarlık seferberliğine ve bütünsel bir ulusal dijital egemenlik stratejisine ihtiyaç var.
Türkiye, tüm paydaşlarıyla oyunu kendi kurarak, pekâlâ teknolojinin yönünü ve anlamını şekillendiren güçlü bir aktör olabilir. İşte, yapay zekâ çağında rolümüzü, tüm paydaşlar olarak bu oyunu kurma irademiz belirleyecek.