CEO’ların farkındalığı yüksek. Ancak hazırlık zayıf. Siyasi kutuplaşma iş dünyasını sessizleştiriyor. Enerji talebi fosil yakıt dönüşümünü gölgeliyor.
Çoklu krizler çağındayız. Bu, yalnızca aynı anda patlak veren sorunlar değil; birbirini tetikleyen, besleyen ve derinleştiren bir krizler ağı. Ekonomi, siyaset, toplum ve çevre sorunları iç içe geçmiş durumda.
Kurumsal dünya da bu kaotik ortamda yön bulmaya çalışıyor. Bir yanda kısa vadeli kâr baskıları, diğer yanda iklim krizi, teknolojik sıçramalar ve jeopolitik gerilimler… Stratejik öncelikler birbirini boğazlarken, sürekli geriye itilen konuysa hep aynı: Sürdürülebilirlik.
Tehlike çanları
Bilimin söylediği net: Dünya, 2030 için hedeflenen 1,5°C sınırını şimdiden aştı. Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nın yalnızca üçte biri yolunda ilerliyor. UN Global Compact-Accenture CEO Araştırması 2025, bu gidişatın kurumsal dünyadaki yansımalarını çarpıcı biçimde gösteriyor.
Önce iyi haber! CEO’ların yüzde 99’u sürdürülebilirlik taahhütlerini koruyacağını ya da artıracağını söylüyor. Bu yüksek bir niyet. Ancak altını kazıdığınızda çıplak bir gerçek çıkıyor: Hazırlıksızlık.
CEO’ların sadece dörtte biri senaryo planlaması yapıyor. Yüzde 15’ten azı enflasyon, ticaret düzenlemeleri veya iklim krizine karşı hazırlıklı hissediyor.
Kısacası, liderler ‘sürdürülebilirlik vazgeçilmez’ diyor ama bir yandan da ‘nasıl hazırlanacağız?’ sorusu ile ilgili kafaları karışık.
Sessiz ilerleme
2024’te dünya nüfusunun yarısı sandığa gitti. Pek çok ülkede sürdürülebilirliğe mesafeli, hatta düşmanca yaklaşan liderler seçildi. ABD bunun en çarpıcı örneği. Siyasi baskılar ve toplumsal kutuplaşma küresel düzlemde şirketlerin söylemini de değiştirdi.
Net-Zero Banking Alliance’tan (NZBA) 14 büyük bankanın ayrılması, bunun önemli örneklerinden. ‘Az konuş, çok tepki çekme’ yaklaşımı kurumsal dünyada yayılıyor. Ancak, şirketler perde arkasında yatırımlarını sürdürüyor. Karbon muhasebesi, dijital izleme sistemleri, tedarik zinciri dönüşümü ve düşük karbonlu ürün geliştirme projeleri yavaşlasa da devam ediyor.
Yani, şirketler arka tarafta hazırlığını sürdürüyor. Ama bunu daha sessiz ve görünmez bir halde yapıyor. Bu da toplumsal desteği zayıflatıyor. Çünkü kamuoyunun olmadığı yerde finansman ve ölçeklenme kaçınılmaz olarak yavaşlıyor.
Bugün özel sektörün önünde iki yol var. İlki parçalı benimseme. Yani düzensiz, yetersiz, riskten kaçınan ve küresel yönetişimden yoksun bir kaos. Günümüz tablosu aslında tam olarak bu.
İkincisi ise koordineli hızlanma. Düzenlemelerde iş birliği, tüketici talebini yönlendirme, teknolojiye erişimi genişletme, geleceğin becerilerini geliştirme ve güven veren liderlikle gerçek dönüşümü başarmak mümkün. Ama bu, cesaret isteyen bir tercih.
Teknolojiye hazırlık
CEO’ların yüzde 96’sı teknoloji ve inovasyonu sürdürülebilirlik için kritik görüyor. Yapay zekâ; tedarik zinciri şeffaflığı, iklim risk modellemesi, enerji optimizasyonu gibi alanlarda büyük fırsatlar sunuyor.
Ancak burada da niyet ve uygulama arasında uçurum var. CEO’ların yalnızca yüzde 26'sı bu konuyu stratejik öncelik olarak görüyor. Kritik konu yine hazırlıklı olma meselesi. CEO'ların sadece yüzde 27'si teknolojinin değişim hızıyla başa çıkmak için hazırlıklı olduklarını ifade ediyor.
Sermaye uçurumu
Dönüşümün önünde bir diğer büyük engel de finansman. Her yıl dönüşümün finansmanı için 4,3 trilyon dolarlık yatırım gerekiyor. Küresel Güney, yüksek borçlanma maliyetleri ve düşük yatırımlar nedeniyle kırılgan durumda. İklimden en çok etkilenen bölgeler, dönüşümün dışında bırakılıyor.
Sermaye gelişmiş ülkelere ve teknolojiye akıyor. Bu yalnızca bir finansman açığı değil, aynı zamanda derin bir adalet krizine işaret ediyor. Raporda şu uyarı özellikle dikkat çekiyor: “Küresel iş dünyası, sadece yatırımcıya değil, toplumun tamamına karşı sorumludur.”
Sonuç: Cesaret ve güven zamanı
Sürdürülebilirlik alanında önümüzdeki beş yılın en güçlü baskı unsurları tüketiciler ve düzenleyiciler olacak. Yatırımcıların etkisi azalırken, tedarikçiler tüm üretim zincirinde daha belirleyici bir hale gelecek. Çalışanların beklentisi de artmaya devam edecek.
Özetle, CEO’ların farkındalığı yüksek. Ancak hazırlık zayıf. Siyasi kutuplaşma iş dünyasını sessizleştiriyor. Enerji talebi fosil yakıt dönüşümünü gölgeliyor. Teknoloji hem çözüm hem risk. Sermaye adaletsizliği ve güven eksikliği ise büyük engel.
Bugün geldiğimiz nokta açık: Sürdürülebilirlik artık bir vitrin sloganı değil, kurumsal stratejinin omurgasıdır. Büyük lafların, soyut vizyonların, 2050 gibi uzak ve belirsiz hedeflerin ve reklam söylemlerinin devri bitti.
Önümüzde yalnızca iki yol var. İlki, parçalı adımlarla günü kurtarmaya çalışmak. Böylece düzensiz çabaların, zayıf küresel yönetişimin ve ağırlaşan adaletsizliklerin hüküm sürdüğü bir kaosu kalıcı hale getirmek. İkincisi ise koordineli bir hızlanmaya yönelmek. Siyaseti ve toplumu ikna edecek netlikte konuşmak, teknolojiyi yalnızca verimlilik için değil adalet için de kullanmak ve tüm paydaşlara güven verecek bir yol haritası çizmek.
Tarih, hangi yolu seçtiğimizi yazacak. Ve bu kez bizi yargılayacak olan sadece yatırımcılar ya da düzenleyiciler değil; gelecek kuşaklar, iklimin sert gerçeği ve toplumların vicdanı olacak.