Trump yönetimi, CO₂’yi ‘kirletici’ olmaktan çıkararak iklim krizini bilim değil, politik hesaplarla tanımlamaya çalışıyor. İklim krizinde sorun gazın doğallığında değil, insan eliyle yaratılan fazlalıkta; bilimsel gerçekleri görmezden gelmek ise krizi derinleştiriyor.
Trump, iklim krizine karşı duruşunu sadece her fırsatta dile getirmekle kalmıyor, bu yönde tüm gücüyle politik bir savaş da veriyor.
Bu, hafife alınacak bir durumda da değil üstelik. Trump yönetimi kapsamlı bir strateji üzerinden yürüyor. Bir yandan politik hamleler, diğer yandan bilimsel gerçekleri ortadan kaldırmaya ve itibarsızlaştırmaya yönelik ataklar yapılıyor.
İki iklim uydusunun kapatılması için NASA’ya talimat verilmesi, yeni petrol ve gaz ruhsatlarının onaylanması, iklim krizini reddeden sözde bilimsel raporların servis edilmesi ve yüzde 80’i tamamlanmış olan Revolution Wind açık deniz rüzgâr projesinin aniden durdurulması bu stratejinin parçaları.
Son hamle ise doğrudan karbondioksitin (CO₂) tanımıyla ilgili. Trump yönetimi, karbondioksitin ‘kirletici’ sayıldığı mahkeme kararını değiştirmeye çalışıyor.
Karbondioksit kirletici mi bitki gıdası mı?
ABD’de, 2007 tarihli bir mahkeme kararına göre, CO₂ de dâhil olmak üzere sera gazları Temiz Hava Yasası kapsamında ‘hava kirleticisi’ sayılıyor. Trump yönetimi, şimdi bu tanımı ortadan kaldırmaya yönelik girişimde bulunuyor. CO₂’nin rolünün yeniden tanımlanması ve mevcut ‘halk sağlığı için tehlikelidir’ kararının ortadan kaldırılması için yeni bir hukuki süreç başlatıyor.
‘CO₂ bir kirletici midir?’ sorusu, kulağa bilimsel bir ayrıntı gibi gelse de, cevabına göre alınacak kararlar enerji politikalarından sanayi yatırımlarına, hatta soluduğumuz havaya kadar uzanan geniş bir yelpazeyi şekillendirecek.
Yaşamsal ama fazlası zararlı!
CO₂ doğada her zaman var olan ve canlılar için yaşamsal bir gaz. Atmosferdeki diğer sera gazlarıyla birlikte ısıyı tutar ve gezegenin yaşanabilir kalmasını sağlar.
Sorun, bu gazların miktarı artınca başlıyor. Normalde Güneş’ten gelen enerji yeryüzünü ısıtır ve sonra uzaya geri yansır. Ama atmosferde çok fazla sera gazı (karbondioksit, metan ve diğerleri) biriktiğinde bu ısının önemli bir kısmı dışarı çıkamaz. Sanki dünyanın üzerine görünmez bir battaniye serilmiş gibi içerideki ısı hapsolur.
Bilim insanları bu olaya ‘sera etkisi’ diyor. Doğal sera etkisi olmasa gezegenimiz tüm canlılar için yaşanmaz derecede soğuk olurdu. Ancak, sanayi devriminden bu yana, fosil yakıtların yoğun hâkimiyeti sera gazlarını hızla artırarak bu dengeyi bozdu. Sonuçta, Dünya normalden çok hızlı şekilde ısınmaya başladı.
1850’den bu yana küresel sıcaklıklar ortalama 1,2 °C arttı. Bu küçük gibi görünen artış, iklim sisteminde devasa zincirleme etkiler yaratıyor. Örneklerini Türkiye dahil, her coğrafyada görüyoruz. Daha sıcak hava, daha fazla su buharı tutuyor. Bu da ani ve şiddetli yağışlara yol açıyor. Isınan okyanuslar fırtınaları güçlendiriyor, buzulların erimesi deniz seviyelerini yükseltiyor. Tarım alanları kuraklıkla, ormanlar ise vahşi yangınlarla karşı karşıya kalıyor.
Bilimsel değil, politik çatışma!
Sorunun özünde, ekonomi-politik bir çatışma var. Trump yönetiminin başını çektiği bir kesim, CO₂’nin ‘kirletici’ olarak tanımlanmasına karşı çıkıyor. Enerji lobilerinin desteklediği bu karşı görüş, CO₂’yi ‘bitki gıdası’ olarak yeniden tanımlamaya çalışıyor. Çünkü kirletici etiketi, milyarlarca dolarlık yatırımı doğrudan regülasyonlara ve davalara açık hale getiriyor.
Öte yandan, bilim dünyası CO₂’yi kirletici saymamanın insanlığın geleceğini riske atmak anlamına geldiğini vurguluyor. Nitekim, Kaliforniya başta olmak üzere birçok eyalet, Trump yönetiminin ABD Çevre Koruma Ajansı (EPA) üzerinden yürüttüğü bu hamleye karşı yargıya başvurdu. Çünkü, mesele yalnızca bir tanım değişikliği değil, halk sağlığı ve küresel iklim rejiminin geleceği meselesi.
Bu arada, bazı iyi gelişmeler de oluyor. Son olarak, Enerji Bakanlığı bünyesinde oluşturulan ve küresel ısınmanın zararlarını küçümseyen tartışmalı “Kritik İnceleme” raporunu hazırlayan panel, bilim insanlarının ve kamuoyunun sert tepkileri sonrası feshedildi. Bu, bilimi koruma yönünde atılmış çok anlamlı bir adım.
Sonuç: Pusulamız bilim olmalı!
Karbondioksit, doğanın döngüsünde hayatın bir parçası. Ancak, insan eliyle yaratılan fazlalık, onu keskin bir kirleticiye dönüştürdü. Sorun, gazın kendisinde değil, bizim onu nasıl kontrolsüzce atmosfere saldığımızda. İşte bu yüzden mesele, yalnızca bir tanım tartışması değil, geleceğin nasıl şekilleneceğine dair varoluşsal bir mesele.
Tanımla oynamak bilimsel gerçeği değiştirmiyor. Veriler ortada. Doğanın dengesini alt üst eden yüksek salım yüzünden, iklim değişikliğinden gıda üretimi ve içme suyuna, ekonomik istikrardan göç dalgalarına kadar zincirleme krizler kapıda. Sonuçta, doğanın düzeni fizik ve matematikle çalışıyor, siyasi retorikle değil!
Kısa vadeli kâr mı, uzun vadeli yaşam hakkı mı? Fosil yakıtlara bağımlı eski düzen mi, yoksa sürdürülebilir bir gelecek mi? Bilim mi, ekonomi-politik mi? Burada yapılacak tercihler, sadece doğanın değil, insanlığın da geleceğini şekillendirecek.