Bir dönem iş dünyasının en çok konuştuğu kavramlardan biri “sessiz istifa”ydı. Çalışanlar işten gerçekten ayrılmadan, sadece görev tanımlarını yerine getirip, duygusal olarak işlerinden uzaklaşıyorlardı. Oysa bugün farklı bir sessizlik hâkim: “sessiz geri dönüş.” Pandemi sonrası büyük istifa dalgasının ardından, birçok profesyonel yeniden eski kurumlarına dönmeye başladı. Sessiz istifaların yerini, sessiz ama anlamlı geri dönüşler aldı.
Bu yeni trend, yalnızca ekonomik koşulların veya piyasa dalgalanmalarının sonucu değil. Aksine, iş yaşamında aidiyetin, kültürün ve değerlerin yeniden önem kazanmasının bir yansıması. İnsan Kaynakları (İK) dünyası açısından da oldukça öğretici bir süreçten geçiyoruz. Çünkü artık çalışanı elde tutmak kadar, kaybettikten sonra geri kazanmak da bir başarı göstergesi haline geldi.
Sessiz istifa dönemine dönüp baktığımızda, asıl meselenin maaş, yan haklar veya esnek çalışma koşullarından ibaret olmadığını görürüz. O dönemde birçok çalışan, aslında “duyulmadığını” hissetti. İşteki emeği görünmezleşti, katkısı fark edilmedi, geri bildirimi dikkate alınmadı. Sessiz istifanın özünde bir iletişimsizlik, bir duygusal kopuş vardı. İnsanlar artık bağ kuramadıkları, kendilerini değerli hissetmedikleri iş yerlerinde sadece var olmaya devam ettiler. Oysa “var olmak” ile “aidiyet hissetmek” arasında derin bir fark vardır.
Bugün yaşanan “sessiz geri dönüş” dalgası, bu farkı çok net biçimde ortaya koyuyor. Birçok profesyonel, yeni işinde aradığı mutluluğu bulamayınca eski kurumuna dönüyor. Kimi, yeni iş yerinde kültürün yalnızca sözde olduğunu; kimi ise esneklik vaadinin aslında sınırlarla dolu olduğunu fark ediyor. Bazıları içinse farkı yaratan şey, eski yöneticisinin liderlik tarzı oluyor. Çünkü iyi bir yönetici, bazen insanı şirkete değil, kendisine bağlı kılar. Çalışanlar, kendilerini anlayan, potansiyellerini fark eden liderlerin olduğu ortamlara geri dönmeyi tercih ediyor.
Bu durum, İK açısından son derece stratejik bir gelişme. “Boomerang çalışanlar” diye adlandırılan, yani bir süre ayrılıp sonra geri dönen çalışanlar, kurum kültürünün sürdürülebilirliğini gösteren canlı örneklerdir. Onların geri dönmesi, “burada bir şey doğru yapılıyor” mesajını verir. Ancak bu noktada İK’nın rolü büyük: Ayrılan çalışanla köprüleri tamamen yıkmak yerine, ilişkiyi sıcak tutmak gerekiyor. Çünkü bazen doğru zamanda, doğru fırsatla kapıyı aralamak, iyi bir yeteneği yeniden kazanmak anlamına gelebilir.
Bu nedenle birçok şirket artık “alumni network” yani eski çalışanlar topluluğu kuruyor. Bu ağlar hem marka elçiliği hem de potansiyel işe alım kanalı işlevi görüyor. Eski çalışanlarla iletişimi sürdüren kurumlar, onları yeniden organizasyona kazandırmakta daha başarılı oluyor. Bu dönüşler yalnızca birer işe alım değil; aslında bir tür “geri kazanım hikayesi”. Ve her geri kazanım, kurumun insan odaklı yaklaşımının sessiz bir onayı.
Tabii burada asıl mesele, çalışanların neden geri döndüğü kadar, neden hiç gitmek istemeyecekleri bir ortam yaratabilmekte yatıyor. Çalışan sadakati artık tek taraflı bir beklenti değil. Günümüz profesyonelleri, sadece bir iş değil, anlam arıyor. Çalıştıkları kurumla değerlerinin uyuşmasını, kendilerini geliştirebilecekleri bir ortam bulmayı istiyorlar. Bu yüzden sadakati yeniden inşa etmenin yolu, maaş artışlarından değil; anlam, saygı ve şeffaflıktan geçiyor.
İK’nın önünde artık yeni bir görev var: sadece “elde tutmak” değil, “bağ kurmak”. Bunun için kurum içinde gerçek geri bildirim mekanizmaları kurulmalı, yöneticiler duygusal zekâlarını geliştirmeli, çalışanların sesi duyulmalı. Çünkü çalışan sesini duyurabiliyorsa, sessizleşmez. Ve sessizleşmeyen çalışan, istifa etmeye de geri dönmeye de gerek duymaz.
Ve, “sessiz istifa” dönemi bize bir uyarıydı: İnsan faktörünü göz ardı ederseniz, işinizin kalbi sessizleşir. Bugün ise “sessiz geri dönüş” bize bir umut veriyor: İnsan dokunuşunu yeniden merkeze alan kurumlar, kaybettiklerini bile geri kazanabiliyor. Gerçek sadakat, bordrolarda değil; ilişkilerde, güven duygusunda ve içtenlikle kurulan bağlarda yeşeriyor.
Belki de geleceğin en güçlü şirketleri, çalışanlarını hiç kaybetmeyenler değil; kaybettiklerinde bile onların geri dönmek isteyeceği bir yer olabilenler olacak.