Dezenflasyon programın ana dayanağının halen de Türk Lirası’nın değerinin (özellikle ABD dolarına karşı) yüksek tutulması olduğu ortada. Pek çok yatırımcı TL yatırımlarını neredeyse anlık olarak dolar değeri üzerinden takip etmeye devam ediyor. Dolar değeri düşmeye başlarsa parasını anında döviz veya altına çevirmekten imtina etmeyecek. Merkez Bankası da bu şartlar altında kurun gidişatını yakından kollamak durumunda kalıyor. Bu durum Türkiye ekonomisinin çift paralı (dual-currency) bir ekonomi olmasının bir lütfu mu, yoksa özürü mü (handikap) diyelim, bilemiyorum.
Bir lütfu diyebiliriz çünkü bu şekilde yanlış ekonomik (ve de siyasi) politikalar anında piyasa tarafından cezalandırılıyor. Öte yandan, bu durumun önemli bir handikap olduğu da bir gerçek: Tasarruf sahipleri birikimlerinin değerini korumak için dövize ve altına yatırım yapıyorlar. (Üstelik kriz dönemlerinde bu yatırımlarını artırarak krizin derinleşmesine de yol açıyorlar.) Bu da Türkiye’nin içsel tasarruflarını yatırımlarla değerlendirme imkanını kısıtlıyor. Başka bir ülkenin parasını elimizde tutarak, bir anlamda dolaylı olarak o ülkenin ekonomisine katkıda bulunmuş oluyoruz. Özellikle yastık altında tutulan dövizler ve altınlar daha da kötü, çünkü bu tasarruflar ekonominin tamamen dışında kalıyor.
Eğer salt mevduatlar üzerinden bakarsak bugünlerde dolarizasyon oranı %37’lerde. Ancak eurobond ve yabancı tahvil yatırımlarını, YP para piyasası fonlarını ve yastık altında duran döviz ve altın yatırımlarını kattığımızda toplam tasarruflara göre bu oranın çok daha yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Biz belki bu dolarizasyon olayını kanıksadık, ancak Dünyada bizimle kıyaslanabilir büyüklükte ve gelişmişlikte bu kadar dolarize bir ekonomi yok. Bu konuda “açık ara” öndeyiz. Sebebi de 40 yıldır enflasyonun kalıcı bir şekilde düşürülmemesi, diğer bir ifadeyle ekonomimizin kötü bir şekilde yönetilmesi. Açıkçası, bugün de bu gidişatı tersine çevirecek bir durumu göremiyorum. Evet, enflasyon sene sonunda yüzde 30’ların altına gerilemiş olacak. Peki sonra? Eğer gelecek enflasyon öngörülerini bugünkü tahvil getirileri üzerinden okumaya kalkarsak ileriye yönelik beklentiler hiç de müspet değil. 2-yıllıklar %40, 5-yıllıklar %35 ve 10-yıllıklar %31 civarında!
Asıl problem, bugün aslında pek çok kesimin enflasyonun düşmesini istememesi. “Nasıl olur, dezenflasyon programı yürürlükte, herkes hayat pahalılığından yakınıyor, neden düşmesi istenmesin?” diyebilirsiniz. Bu konu ile ilgili farklı ekonomik aktörlerin tutum ve yaklaşımlarını özetlersek:
- Varlıklı kesimler zaten uzun yıllardır birikimlerinin önemli bir bölümünü dövizden de öte, yurtdışına kaydırmış durumdalar. Bu durumda ekonomik olduğu kadar siyasi belirsizliklerin de etkili olduğunu söylemek yanlış olmaz.
- Türkiye’de kalan birikimli kesim de, yukarıda belirttiğim gibi yatırımlarını kısmen döviz veya dövize endeksli varlıklarla “hedge” etmiş vaziyette. Bu 2 kesim için de TL faizlerin yüksekliği bir “bonus” niteliğinde. “Türkiye’nin riski yüksek kalsın da, kalan az buçuk TL yatırımlarımıza da iyi bir getiri alalım” düşüncesindeler.
- Neredeyse 2 yıldır, sıkı para politikası sonucunda yüksek nominal faiz ödemek durumunda kalan şirket ve bireyler var. Ancak enflasyon hızlı düşerse, borçların reel yükü anormal artar ve bu da nakit akışlarını zorlar ve iflasları hızlandırır.
- Kamu maliyesi de benzer bir şekilde enflasyonun hızlı inmesinden rahatsız olur. Halihazırda çok yüksek faizlerle borçlanmaktalar. Borçlanma vadelerini Hazine biraz kısaltmış olsa da (Mayıs 2024’te 4.0 sene olan ortalama borçlanma vadesi bu Mayıs’ta 3.0 oldu), hızlı bir enflasyon düşüşü karşısında Hazine’nin reel faiz yükü çok artacaktır.
Görüldüğü gibi enflasyonun hızlı bir şekilde inmesinden rahatsız olacak ve hatta zarar edecek kesimler de var. Bu şartlar altında sene sonunda %20’ler görülse bile, önümüzdeki yıllarda enflasyonun %20-25 bandında salınacağını söylemek pek de yanlış olmaz.