Trump ile birlikte ABD ekonomisi ilginç bir sınavdan geçiyor. Politika belirsizlikleri had safhaya çıkmış vaziyette. Bir yandan Çin’e karşı büyük bir cephe açmış görünürken, bu amaç için stratejik olarak kendi saflarına çekmesi gereken başta Hindistan olmak üzere pek çok ülkeyi küstürmüş durumda. Bunu yaparken de Trump ve takımı siyasi olarak son derece partizan davranmaktan kaçınmıyorlar. Örneğin, Bolsonaro’ya ve Milei’ye açık açık arka çıkıyorlar. Lulu’yu bir anlamda cezalandırmak ve ekonomisini zora sokmak için yüksek gümrük vergileri belirlerken, son dönemde borç çevirmekte zorlanan ve peso üzerinde baskı hisseden Arjantin’e yönelik olarak ABD Hazine Bakanı Scott Bessent peso’yu destekleyici demeçlerde bulunuyor. Bu hafta Milei ile başabaş görüşmesinden sonra da Trump kendisine tam destek verdiğini yineledi. (Mamafih, Arjantin’in “laçka” bir ekonomi haline gelmesinin baş sorumlusu popülist Peronist partilere karşı Milei’nin desteklenmesi çok da kötü bir şey değil doğrusu.)
Çin bu işten kârlı çıkabilir
Küresel ekonomi politikasını Çin’in dünya ticaretinde artan payını düşürmek üzerine kuran Trump şunu anlamaktan aciz: Çin bugün ABD’nin ürettiği hemen hemen her şeyi yarı fiyatına üretip uluslararası pazarlarda satma imkanına sahip. AB dahil olmak üzere diğer ülkeler açısından bu göz ardı edemeyecekleri kadar cazip bir durum. Ne kadar gümrük vergileri ile Çin’i sindirmeye çalışsalar da günün sonunda Çin bu işten kârlı bile çıkabilir. Hele bir de Hindistan ve Brezilya gibi belki bugün için ABD’nin alım gücüne sahip olmayan, ancak nüfus, büyüme hızı ve bölgesel güç olarak önemli ülkelere sırtını dönmek ciddi hata.
Geçen hafta Fed (beklendiği gibi) faizleri indirerek Trump’ı çok üzmedi. 25 baz puanlık indirimle faiz aralığı %4–4.25’e çekilmiş oldu. Fed Başkanı Powell, mevcut politika duruşunu “ılımlı şekilde sıkı” olarak nitelendirerek, enflasyon düşmeye devam ederse ve işgücü piyasası zayıf kalırsa daha fazla faiz indirimi için alan olduğunu belirtti. Bununla birlikte, agresif gevşeme uygulamaktan kaçınmaları gerektiğini vurguladı. Açıkçası, enflasyon hedeflerin üzerinde seyrederken ve gümrük vergilerinin nihai etkileri belli değilken, Fed’in daha hızlı bir indirim döngüsüne girmesini beklememek gerekir. (Evet, gümrük vergilerinin etkileri “arz” taraflı ve tek sefere mahsus olacak. Bu durumda faiz politikasının doğrudan bir etkisi olamaz. Ancak, manşet enflasyondaki artışla birlikte faizlerde hızlı bir düşüş olması ister istemez enflasyonist beklentileri körükleyecektir.)
Fed’in, çizdiği faiz patikası ile Trump’a ters düştüğü söylenemez
Fed’in faiz indiriminin ana gerekçelendirmesi işgücü piyasasında gördüğü zayıflıklar. Ancak burada da 2 noktaya dikkat çekmek gerekiyor. Birincisi ABD’nin %4,2 ile diğer gelişmiş ülkelere nazaran çok daha düşük bir işsizlik oranına sahip olması (AB’de bu oran %8,7). Fed’in bu kadar düşük bir oran üzerinden faiz politikası belirlemesi tartışılır. İkincisi ise YZ devrimi ile birlikte pek çok iş kolunun kaçınılmaz olarak istihdam azaltmasına gitmekte olduğu gerçeği. Bu esasen “yapısal” bir işsizlik anlamına geliyor. Diğer bir ifadeyle artık Fed’in dikkate alması gereken “denge işsizlik oranı” %4,3 değil de %6 olabilir. Sonuçta şöyle de diyebiliriz: Her ne kadar Trump Fed’den memnuniyetsizliğini dile getiriyor, Powell ve bazı üyeleri görevden almaya çalışıyorsa da, esasen Fed’in son kararı ve çizdiği faiz patikası ile Trump’a ters düştüğü söylenemez.
Trump, ABD’nin rekabetçiliğini kısmen doların değerinin gerilemesiyle sağlayacağını zannediyor. Fed’in faizleri daha hızlı bir şekilde indirmeye bastırmasının ana sebeplerinden biri de bu. Ancak, bu aynı zamanda Yuan’ın dünya ticaretindeki payını da artıracak ve doların tahtını çok ciddi şekilde sallayacak bir olgu. (Amerikan istisnası (exceptionalism) olarak adlandırılan bu durum esasen dolar’ın başta enerji olmak üzere Dünya ticaretindeki baskın konumundan kaynaklanıyor. Bu biterse ABD gerçeklerle bir anda yüz yüze kalacaktır.) Geçenlerde Varoufakis’in vurguladığı gibi: Çin’de reel ekonomi ve finansal kurumlar birbirleriyle entegre. Bu entegrasyon her düzeydeki alıcı ve satıcıya hiç bir maliyet bindirmeyen ve işlemlerin anında gerçekleştirildiği dijital ödeme sistemlerini de içeriyor. Batıda ve ABD’de ise finans piyasaları ve reel ekonomi neredeyse kendi aralarında rekabet içinde. Entegre olamıyorlar çünkü her 2 sektör de kendi kârlarına odaklanarak büyük resmi göremiyorlar. Bu rekabet de yapıcı olmaktan çok yıkıcı bir rekabet oluyor!