Teknoloji doğası gereği nötr. Onu nasıl kullandığımız, ona hangi değerleri yüklediğimiz ise tamamen bize bağlı.
“Zekâ, tek başına asla yeterli değildir. İnsanlar içlerindeki ışığı değil de karanlığı büyütmeyi seçtiğinde… zekâ bir tehdide dönüşür.”
Tarihin hiçbir döneminde insanlık bu kadar büyük bir ‘zekâ’ üretmedi. Ve hiçbir dönemde bu kadar büyük bir sorumlulukla da karşı karşıya kalmadı. Yapay zekâ, salt bir teknolojik sıçramanın ötesinde, insanlığın gidişatını şekillendirecek net bir kırılma noktası.
Bir yanda küresel ısınma, ekosistem çöküşü, kaynakların tükenişi gibi devasa krizler. Diğer yanda ise sürekli öğrenen, gelişen, neredeyse sezgisel düzeyde kararlar verebilen akıllı sistemler.
Peki, bu muazzam teknolojik kapasiteyi, yalnızca kâr maksimizasyonu ve kontrol mekanizmaları için mi kullanacağız? Yoksa, birlikte yaşamanın daha adil, daha yeşil, daha dirençli yollarını mı inşa edeceğiz?
İki hikâye, tek gerçek: Denge
Bugün, yapay zekâya dair iki baskın anlatı var. İlki, teknolojiyi bir kurtarıcı olarak görenler: Daha az enerjiyle daha fazla üretim, afetleri öngörebilme, israfı sıfıra indirme, doğayı daha iyi izleme. Ayrıca insan ömrünü artıracak sağlık teknolojileri. Gerçekten de bu anlatıların birçok somut karşılığı var.
İkinci grup ise daha temkinli. Onlara göre bu kadar etkin bir gücün riskleri de büyük. Artan enerji tüketimi, algoritmik önyargılar, insan denetiminin dışına çıkan karar sistemleri, dijital eşitsizlik… Bu kaygılar da son derece yerinde.
Hangisi doğru? İkisi de. Yapay zekâ, fayda ile zararı aynı anda büyütebilir. Asıl mesele, teknolojiyi doğru değerlerle yönlendirebilmekte. Yani, denge kurmakta.
Teknoloji doğası gereği nötr. Onu nasıl kullandığımız, ona hangi değerleri yüklediğimiz ise tamamen bize bağlı. Karanlık senaryolara teslim olmak yerine, bilinçli şekilde faydanın peşinden gitmek gerekiyor.
İklim krizine karşı ‘akıllı’ kodlar
Doğayla girişilen hoyrat mücadelenin kazananı yok. Kaybedeni ise en baştan belli. İnsanın kendisi. 2024 yılı, insanlık tarihinin en yüksek karbon salımına sahne oldu. Gıda sistemleri tehdit altında, su kaynakları azalıyor, biyoçeşitlilik dramatik biçimde düşüyor.
Artık, doğayla itişmeyi bırakarak, iş birliği yapma zamanı. Yapay zekâ, bu noktada tahmin edilenden çok daha kritik bir rolde. Gelişmiş yapay zekâ sistemleri, karmaşık iklim modellemeleri yaparak afetleri önceden tahmin edebiliyor. Tarımda su ve gübre kullanımını optimize ediyor. Enerji şebekelerini gerçek zamanlı olarak dengeleyerek, karbon emisyonlarını azaltıyor. Örneğin, İTÜ Meteoroloji Mühendisliği ve Afet Yönetimi Enstitüsü, bölgesel iklim simülasyonları üreterek, ileri düzey kuraklık ve sel risk haritaları oluşturuyor.
Dijital ‘yeşil’ mimari
Yapay zekânın katkısı yalnızca fiziksel altyapılarla sınırlı değil. Dijital dünyanın kalbi sayılabilecek yazılım hizmetleri (SaaS - Software as a Service) de bu dönüşümden payını alıyor.
IDC’nin 2024 raporuna göre, sürdürülebilir yazılım çözümlerine yapılan yatırımlar bir önceki yıla göre yüzde 26 artarak 138 milyar dolara ulaştı. Makine öğrenmesi, çevresel ve operasyonel verimliliğin de artık omurgası. Bu tür yazılımlar, inşaattan tarıma kadar her sektörde özelleştirilmiş çevresel çözümler sunuyor.
Zekâya ‘etik’ aşısı
İnsan kapasitesini aşacak zekâyı şekillendirmek için yalnızca daha fazla veri ya da daha güçlü işlemcilere değil, daha yüksek sorumluluk bilincine de ihtiyaç var. Bariz olarak önümüzde duran konular şunlar:
- Enerji verimli bilişim: Düşük enerjili çipler, yeşil veri merkezleri ve karbon farkındalığına sahip yazılım mimarileri teşvik edilmeli.
- Etik ve şeffaf yapay zekâ: Avrupa Birliği’nin ‘AI Act’ yasası, algoritmik adalet için bir kilometre taşı. Bunun global düzeyde kabul görmesi kritik. Yapay zekâ sadece akıllı değil, adil de olmak zorunda.
- Sürdürülebilirlik odağı: Yapay zekâ yalnızca kurumsal dünyada iş süreçlerini, verimliliği, kârlılığı değil; biyoçeşitliliği, iklimi ve döngüsel ekonomiyi de desteklemeli.
Kodlarla geleceği yazmak: Kim ve ne için?
Teknoloji ilerliyor. Sınırları aşıyor. Her alana nüfuz ediyor. Asıl sorun da burada başlıyor: Bu büyük gücü kim, kimin yararına ve ne için kullanacak?
Şirketler açısından bu, etik ile rekabet avantajını aynı anda yönetmeyi; politika yapıcılar açısından ise kamu yararı ile teknoloji yönetişimini birlikte düşünmeyi gerektiriyor.
Çünkü mesele sadece teknoloji değil. Mesele, insanlık için nasıl bir gelecek hayal ettiğimiz. Yapay zekâ çağında insan kalabilmek, artık sadece duygusal bir dilek değil, politik ve ahlâkî bir zorunluluk.
İnsanlığın geleceği yapay zekâyla değil; umarım değerlerle, cesaretle ve sorumlulukla şekillenecek.