Vitali Hakko'nun çağdaş sanatçıların eserleriyle donattığı Vakko Merter'in vizyonunun devamı, oğlu Cem Hakko'nun liderlİğinde kurulan Vakko Nakkaştepe, moda ve sanatın ayrılmaz bütünlüğünü simgeliyor sanatla bir arada olabilmek varken, başka duvarlarla çevrelenmek düşünülemez.
Zanaatkâr, sanatkâr
Aslında Vitali Hakko’nun gönlünden akan, “Ben resim yapamam, beste yapamam. Şiir yazamam ama insanlara renklerle, desenlerle yoktan var edeceğim ve onları mutlu kılacağına inandığım bir eşarp, bir kravat, bir giysi seçip, güzel sözlerle gönlünü alıp umut verebilirim” cümleleri işine tutkuyla bağlı bir zanaatkârı aynı zamanda bir sanatkâr da yapmaz mı? Zihinlerde estetiği, gerçekliği, düşleri, sevinci, mutluluğu, umudu dolaştırmaz mı?
Geçen ay ‘Bir Vakko Kitabı’ okurları ile buluştu. 1997 yılında yayımlanan ‘Vitali Hakko, Hayatım Vakko’dan sonra Vakko Group’un çıkardığı ikinci kitap oldu. Bin adet ile sınırlı tutulan eser, Vakko’nun 90 yıllık hikâyesini ele alıyor, titiz bir metin, anılar yolculuğuna çıkaran seçkin görseller eşliğinde. ‘Ben Vakko’yum’ diye başlıyor satırlar. Markanın öyküsü Vakko’nun kendi ağzından aktarılıyor. İşin sırrı daha ilk sayfalarda veriliyor. İzzettin Çalışlar imzasını taşıyan Bir Vakko Kitabı’nda, Vakko’nun yüzyıllara uzanan döngüsü, “Ravel’in Bolero’su gibi. Aynının tekrarı ve her tekrarın bir öncekinden güçlü olması” şeklinde açıklanıyor. Yani doğuştan gelen yeteneklerini, çalışma, tutku ve azimle birleştiren ve hep üzerine koyarak yoluna devam eden bir sporcu gibi. Türkiye, bir fabrikanın sanatsal platform olabileceğini ilk kez Vakko Merter’de görüyor. Sanat galerileri açan, moda eserlerinden oluşan eşsiz bir kütüphaneyi Türkiye’ye kazandıran Vakko, bugün Cem Hakko’nun önderliğinde, kurucu Vitali Hakko’nun aydınlattığı yolculuğunda emin adımlarla ilerliyor.
Yoksul ve orta halli ailelerin oturduğu İstanbul Yedikule’de 1913 yılında dünyaya gelen Vitali Hakko, Fransız şimendifer kumpanyasında çalışan babası işten çıkarılınca okul hayatına altı yıllık öğrenimden sonra ara vererek Mahmutpaşa’da tuhafiyeci çırağı olarak işe başladığında iki basamaklı yaşlarına henüz girmişti.
Dünyası küçük olsa da hayalleri büyüktü. Nasıl olmasındı? İlk ve ömrü boyunca tek işi olacak hazır giyime, ilk takım elbisesine sahip olduğu günden beri vurgundu. İlk aşktı yaşadığı… Albert’in, kendisinden 8 yaş küçük kardeşinin doğduğu günlerdeydi. Babasıyla Mahmutpaşa’ya gidişi, kısa pantolonlu takım elbisenin seçilişi, ceketinin altın suyuna batırılmış metal düğmelerinin pırıltısı, üst cebine yerleştirilmiş düdüğün varlığı, ilk günden zihnine kazınmış, giyim kuşam merakı bir aşka dönüşmüştü.
İlk işyeri olan tuhafiye dükkânında çok şey keşfetti. Kumaşı tanıdı örneğin… Top top kumaşlar girdi dünyasına, sık aralıklarla da rüyasına. Her biri oyun arkadaşıydı âdeta. Her gün onlarcasını taşıdığı, açtığı, topladığı, temizlediği, düzelttiği, tozunu yuttuğu, üst üste yığıldıklarında boğuştuğu boyu kadar kumaş toplarında sırlar araladı. Buldu da. Kumaşın giyimde her şeyin başlangıcı olduğunu öğrendi, örneğin. Uzun meslek yaşamında hep aklında tutacağı, “eşsiz olmak kumaşla başlar” sözünü ilk o yıllarda mırıldandı. Ardından ustaca kaleme alınacak İzzettin Çalışlar imzasını taşıyan Bir Vakko Kitabı’nda, “Bir Vakko Uzmanlığı” başlığı altında, “İlkem işe doğru kumaşla başlamaktır” denilecek ve “tüm moda öykülerinin giriş, gelişme ve sonucu kumaşın üzerine yazılıdır. Tasarlayan önce kumaşla yürür. Özgünlük, tasarım, zanaatkârlık, üretim… Hepsi sonra gelir. Eşsiz olmak da kumaşla başlar. İşe kumaşta seçicilikle başlayanlar taklit edilemez. Kumaşın verdiği ilhamla nasıl yenilikçi ve benzersiz bir moda ürünü yaratacağını düşünürsün. Onun kalitesi temeldir. Hangi dokunuşla farklı kavramları harmanlayabileceğin yeteneğine bağlıdır. Aranan emsalsiz bir dokudur her zaman. Dokunduğumuz an kavuştuğumuz andır” cümlelerine yer verilecekti.
Kumaşın yanında ölçme ve kesme işlerini öğrendi Vitali Hakko. Kapalıçarşı’daki ünlü Kupidis mağazasında vitrin düzenleme işine merak sardı ve başarılı oldu. Geçen ay okurları ile buluşan, Vakko Group’un proje sahibi olduğu Bir Vakko Kitabı’nda, Kupidis ile ilgili şu bölüm yer aldı:
“Çocukken hep Kapalıçarşı’daki Kupidis mağazasında çalışmayı hayal eden Vitali, ne yapıp edip mağazanın aksi sahibi Andon’u ikna ederek işe girmişti. Ne var ki ne kadar uğraşıp didinse de ne bir teşvik ne de taltif görüyordu. Seneler geçip 1934 yılında kendi mağazasını açma kararı verdiğinde, şehrin tek şapka malzemecisi Mösyö Paisis’ten borcunu deftere yazmasını ister. Bunu duyan Andon, Paisis’e kendinden başkasına mal verirse siparişi keseceğini söyler. Mösyö Paisis, sempatik, anlayışlı, dürüst tüccar tabii. Andon’un tehdidine aldırmaz, Vitali ile alışverişine devam eder. Gün gelip Şen Şapka tıklım tıklım dolmaya, vitrinin önünde kuyruklar oluşmaya başlayınca, Andon’u hırs basar, yarım saatte bir eski çırağının mağazasına bakar, kendininkinin boş burmasına akıl erdiremez.”
Bu hikâyeyi anlatıp şöyle der Vitali Hakko: “Meslek hayatım boyunca kimseyi kıskanmadım. Aksine rakiplerimin başarısı, bana güç verdi.”
Bir şapkayı başına taktığında, ayna karşısında önce ciddiyetle son duruma bakıp, yakıştığı hissi duyulunca yüzünde tebessüm biriktirmeyen kaç insan olabilir sizce? Şapka herkese bir sevinç yaşatır bana göre. Karşı tarafa ister hissettirelim ister fark ettirmeyelim, kullanıcısına yakışan her bir şapka hemen herkeste çocuksu bir neşe, bir mutluluk oluşturur. Bu hissiyatı keşfedenlerden olup, mağazasına bizzat Şen Şapka adını takmıştır Vitali Hakko.
Fes yasaklanıp, giyimde “asrileşme” dönemi başlayınca önce erkekler, sonra kentli kadınlar arasında şapka giymenin yaygınlaştığı bir dönemin mahsulü Şen Şapka, kalple yapılan hizmetin de verdiği duyguyla yaklaşır müşterisine. Müşterisi de bu iyi olma halinin karşılığını hakkıyla verir. Sultanhamam 46 numarada açılan Şen Şapka mağazası büyük ilgi görür. Atatürk’ün kardeşi Makbule Hanım da müşterileri arasında yer alır.
önce reklamcı oldu, sonra reklam veren
Anadolu illerindeki perakendecilere de şapka satan Vitali Hakko, 30’lu yılların sonunda Eli Acıman ve Mario Beghian’ın kurduğu Faal Reklam Ajansı’na 500 lira ile ortak olduysa da kısa süre sonra hissesini satarak bu işi erbaplarına bırakmayı tercih etti. Ancak bu durum, Vitali Hakko’ya Şen Şapka üzerinden döneminin ilk reklamlarını vermeyi, müşterisini haftalık değişen koleksiyonlarının duyurusunu yapmayı engellemedi.
Şapka satışında hedef kitle, eğitimli ve çalışan kadınlardı. Kente yeni göç etmiş ailelerdeki kadınlar ise yazma, tülbent veya yemeni yerine başlarını örtecek yeni bir örtüye ihtiyaç duyuyorlardı. İşte bu durum Vitali Hakko’ya, yanı başında duran bir ürünü kadınların hizmetine sunmaya sevk etti. Kadınların yeni bir baş aksesuarı ihtiyacından doğan, Fransızca écharpe kelimesinden türetilen eşarp, yeni kurulacak ve günümüze kadar uzanacak bir markanın da sürükleyici ürünü oldu.
Vitali’nin V’sini, Albert’in A’sını alıp VA’yı soyadları ile birleştiren kardeşler Vakko markasını yarattıklarında takvimler 1938 yılını gösteriyordu. Vitali Hakko eşarp ile gelen başarının kaynağının, “bir tarihsel dönemde o ânı yakalayıp o günkü ihtiyaca cevap verecek olan bir üretimi gerçekleştirmek” olduğunu söylüyor ve ekliyordu: “Eşarbın, şapkanın yerini alacağı, hatta daha geniş halk kitleleri tarafından kullanılacağı ortadaydı.”
Vitali Hakko yanılmadı. O günleri 1997’de yayımlanan Hayatım Vakko Kitabı’nda, “baş tacımız Şen Şapka’yı geleceğe doğru dönüştürme zamanı gelmişti. Adlarımızın baş harflerini ve soyadımızı birleştirdik. Artık bir markamız vardı. Alışılmadık bir aksesuar olan Şen Şapka, ipek bir dokunuşla bir yaşam etiketine dönüşecekti. Biz hep en iyiyi, en kaliteliyi hedefledik. Bu kararlılık bugünkü Vakko’nun varlık sebebi…” cümleleriyle andı. Vakko’nun ilk markalaşma sürecine dönersek, Vitali Hakko ve küçük ekibi, o günlerde 30 kadar desenden oluşan bir emprime eşarp koleksiyonu hazırlayıp Aleko adlı plasiyerleri ile Beyoğlu piyasasına gönderdi. Emprimeyi fason olarak yaptıran, desenleri geliştirmek için yurt dışında araştırmalara girişen ve bağlantılar kuran Hakko Kardeşler, savaşın bitmesinden sonra kendi malını kendi atölyelerinde üretmeyi kararlaştırdı. Kurtuluş’taki emprime fabrikası Vakko’nun ilk sanayi girişimi oldu. İşçi sayısı 120’ye kadar çıkan bu fabrikadan sonraki adım eşarp dışında emprime kumaş satışı oldu.
merter’de üretim için 90 dönüm arazi satın alındı
Kurtuluş’taki fabrikanın yaşanan iki yangın sonrasında kullanılamaz hale gelmesi ve yetersiz kalması üzerine Vitali Hakko, Merter’de Çırpıcı Çayırı’nda 90 dönümlük fabrika arsasını 50’li yılların ortasında 980 bin liraya satın aldı. O yıllarda Londra Asfaltı, Davutpaşa ile Güngören arasından geçtiği için bu arsa boş bir tarladan farksızdı. Bu arsa üzerinde kurulan entegre tesiste kumaşın boyası, baskısı ve apresi yapılabiliyordu.
İlk defileler, fuarlar derken, kumaş tercihlerini, emprime kalitesini ve tasarım gücünü yansıtan ürünler, iyi hizmetle birleştirilip, seçkin ambalajlarla müşterisi ile buluşturuldu. Ürünlerin konulduğu paketler şirketin ürünleri kadar özendiği aksesuarlar oldu. Bir Vakko Kitabı’nda “Bir Vakko Paketi” başlığı altında pakete verilen önem şu satırlarla aktarıldı: “El işçiliğiyle, itinayla üretilmiş bir kutu düşünün. Kapağı milimetrik oturan, renginin tonu üzerine uzun uzun düşünülmüş… İçine ipeksi bir pelür serilir; belli belirsiz bir filigranla üzerinde ‘Vakko’ yazan… Bu senaryo onlarca yıldan beri tekrar tekrar yaşanır ve her Vakko paketi açılırken, bu kez film geri sarılır, paketin sahibi her aşamada bu özenin ona dokunduğunu hisseder; adım adım tadını çıkara çıkara…”
ilk mağaza beyoğlu’na
60’ların ortasında dünyadaki eğilime uygun olarak markasının kimliğini koruyarak hazır giyim üretimine geçen Vitali Hakko, 1962’de kurmaya başladığı modern mağazalarda üst gelir gruplarına hitap eden ürünler sattı. Vakko’yu bugünlere taşıyan önemli adımlardan oldu, şirketin Beyoğlu mağazası.
Beyoğlu… Her dönemin vitriniydi. Yalnız Cumhuriyet yıllarının ve sonrasının değil, ta Bizans döneminden, Osmanlı’ya miras bir kent sahnesiydi. İdarelerin getirdiği toplumsal kurallar, yenilikler, kanunlar, ilgili memurlar tarafından yüksek sesle ilk Beyoğlu’nda halka ilan edilirdi. Ticaretin adresiydi Beyoğlu, ilk ürünler, mağazalar için ilk adresti. Sanat ve kültürel etkinliklerin ev sahibiydi.
İlk tiyatro oyunu, sanatçıların ilk şarkıları, ilk müzikallerin çıkış yeri hep Beyoğlu olurdu. Büyükelçiliklerin de ikamet yeriydi, kırsaldan getirilen kent suyunun da dağıtım yeriydi. Su kanallarından, kemerler vasıtasıyla getirilen tonlarca su, yüzyıllarca Beyoğlu’ndan taksim edildi; bu işlevi yıllar içinde ilçenin bir bölümüne Taksim adı verilmesine ilham oluşturdu. Yeri gelmişken Beyoğlu, İstanbul’un Cumhuriyet’in ilan edildiği yıl ilçe hüviyetini kazandı. Bu sebeple, Cumhuriyet’in 100’üncü yılının kutlandığı 2023’te Beyoğlu da ilçe oluşunun yüzüncü yılının mutluluğunu yaşadı. İlk giyilen kıyafetlerin de adresinin Beyoğlu olduğu düşünüldüğünde, Vakko ile isim yapan bir şirketin de dillere destan mağaza özlemini gidereceği yer burası olmalıydı. 1962’de Beyoğlu’nda açılan ilk Vakko mağazası, döneminin en büyük mağazası oldu. Vakko, Beyoğlu’nda ilk kez pazarlıksız satış, düzenli indirim, satılan ürünün değiştirilmesi ve iade edilebilmesi gibi çağdaş uygulamaları ticari yaşama kazandırdı.
Ve, ilk mağaza Bir Vakko Kitabı’nda şu cümlelerle okuruna aktarıldı
“O yıllarda Beyoğlu’ndan yolu geçenler hayatlarının ilklerini yaşardı. Paris ya da Viyana tarzı kafelere, bir Audrey Hepburn filmine ya da bir Hamlet temsiline ancak orada rastlanırdı. Kentin Batı’ya açılan penceresiydi. Elbette Vakko da oradaydı. Semtin hayata kattığı diğer cazibeler gibi varlığı olağanüstü bir olaydı. Cadde boyunca süren karmaşa, içinde tasarlanmış tek alan olan Vakko mağazasının önünden geçenler, vitrinleri sinema gibi seyreder, içeri girenler benzersiz bir atmosferle karşılaşırdı. 1962 yılında Vakko Beyoğlu ile başlayan bu serüven, moda dünyasında bir devrim yarattı. Artık modern mağazacılık ve hazır giyim devri başlamış, sektörün öncüsü yeni bir kavram lanse edilmişti: Konfeksiyon.”
sanat galerisi gibi fabrika, fabrika gibi sanat galerisi
Geçen zaman içerisinde başka yenilikler de Vakko üzerinden gerçekleşti. Vakko’nun 1969 yılında İstanbul’da Merter’de açılan fabrikası, yalnızca Türkiye’nin sanayi tarihi için değil, sanat dünyası için de yepyeni bir kapı oldu. Ve bu kapıyı açanlar bir fabrikaya yerleşen sanatçılar ve sanat eserleri ile karşılaştı. Bir Vakko Kitabı’nda Vakko Merter’e ilişkin şu satırlar yer aldı:
“Mimar Haluk Baysal’ın tasarladığı bu modern yapı, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eren Eyüboğlu, İlhan Koman, Hasan Kavruk, Haluk Tezonar ve Mustafa Pilevneli gibi çağdaş Türk sanatçılarının eserleriyle bir sanat galerisine dönüştü. Jale Yılmabaşar’ın seramik panoları ve Şadi Çalık’ın heykelleri de bu alanı zenginleştiren unsurlar oldu. Türkiye’nin ilk sanat galerilerinin yaratıcısı olan Vakko, üretimin sadece makinelerle değil, aynı zamanda sanatla da iç içe gerçekleştiği bir ortamda çalışanlarına ilham vermeyi hedefledi. Sanat eserlerinin üretim sürecinin merkezine yerleştirildiği bu yaklaşım, Vakko’nun estetik değerlerini ve sanata olan bağlılığını yansıtırken, Vakko Merter Fabrika, Vakko Üretim Merkezi’ne taşındığında bu değerli eserler de özenle yeni yerlerine yerleştirildi. Bugün Vakko Moda Merkezi Nakkaştepe’de sergilenen eserler, sadece görsel bir şölen sunmakla kalmıyor, aynı zamanda markanın tarihine ve vizyonuna da ışık tutuyor. Bu inisiyatif Vakko’nun sanatı yaşatma ve gelecek nesillere aktarma konusundaki kararlılığını simgeliyor.”
1934’ten bu yana Türkiye tarihine paralel yolculuğunu ve giyim kültüründeki değişimi ortaya koyarak yoluna devam etti Vakko. Bir Vakko Kitabı’ndaki satırlarda belirtildiği gibi bu yolculuk, “Moda, sanat ve tarihin bir araya geldiği Türkiye’deki ilk alan olan ‘Hayatım Vakko’ 2010 yılında Beyoğlu’ndan Nakkaştepe’ye taşındı. Vakko’nun sanata ve kültüre katkıları, estetik ve üretimin birleştiği, tarih ve geleceğin buluştuğu bir platform olarak marka gücü ve vizyonunu pekiştiriyor. Türkiye’nin modernleşme yolculuğu ve global moda sahnesinde, sanatı ve estetiği dokusunda yaşatan Vakko, bugün moda olgusunu şekillendiren bir kültür elçisi.”
Bir Vakko Kitabı’nda yer alan aşağıdaki satırlar, Vakko’nun sanat ile olan yolculuğunun sonsuza kadar süreceğinin sözünü veren bir soru ile bitiyor:
“Sanat sonsuz bir esin kaynağı olması bir yana, değeri tartışılmaz, iç içe olmadan yaşanmaz, paylaşılmadan tamamlanmaz bir serüven. 1978 yılında önce Vakko Beyoğlu’nda, ardından Ankara ve İzmir’de açılan Vakko Modern Sanat Galerileri bunun kanıtı. Fikret Mualla’nın olmadık renkleri bir araya getirişi ve güzele bakmayı bilen gözler için Abidin’in mutluluğu arayan elleri… Bedri Rahmi’nin hesapsız lekeleriyle Ergin İnan’ın ‘kanatlıları’ arasında gidip gelirken her bir ustalıklı eser bir diğerini özletir, sanat modaya, moda sanata yaklaşır. Bir neslin başlattığı koleksiyonu sonraki nesil genişletirken, sanatla bir arada olabilmek varken, başka duvarlarla çevrelenmek düşünülemez. Böyle bir adanmışlık olmasa, Merter Fabrika’dan Nakkaştepe Moda Merkezi’ne taşınır mıydı o duvarlar?”
nakkaştepe’de devam eden yenilikçi vizyon, moda ve sanatı ayrılmaz bütün olarak görmemizin bir yansımasıdır
Vakko’nun seçkin ürünlerine, şık gömleklerine, kravatlarına, yaka mendillerine haksızlık etmek istemem ancak 10 Aralık 2007’de yaşama veda eden duayen Vitali Hakko’yu zihnimde en çok beyaz iş önlüğüyle canlandırırım. Ömrünü giyim modasına adamış bir insana en çok bu kıyafeti yakıştırdığım için belki. Yıllar önce Vakko’nun Merter Fabrikası’nda tanışma fırsatı bulduğum gün üzerinde beyaz önlüğünü taşımasının da etkisi muhakkak vardır, bu düşüncemin oluşmasında. İşine tutkusunu en çok anlatan giyim tercihi; ardından Vakko bayrağını devralan ve daha yukarılara taşıma yolculuğunda en çok prensiplerinden yararlanan oğlu Cem Hakko’ya da çok yakışıyor.
EKONOMİ Yayınları tarafından yayımlanan İz Bırakan Babalar Kitabı’nda babasından öğrendiklerini, yolunu aydınlatan ilkelerini anlatan Cem Hakko, kapak haberimiz ve Bir Vakko Kitabı’na ilişkin KİTAP dergimize görüşlerini şu şekilde paylaştı:
“vakko kuruluşundan beri daima sanat ve kültür hayatının hep içinde oldu”
“BU kitap (Bir Vakko Kitabı) iki gurur kaynağını bir arada barındırıyor. Biri, markanın varlık sebebi olan ve doğuşuna güç veren Cumhuriyet’in ilk 100 yılını geride bırakması; diğeri ise bu görkemli yolculuğun 90 yılına eşlik edip ona katkı sunmanın kıvancı. Vakko’yu ülke tarihinin ayrılmaz bir parçası kılan, geleceğe bakışımızı belirleyen ve bizi biz yapan milyonlarca Vakko Dostu’yla yürüdüğümüz yolda bıraktığımız izler, tutarlı bir devamlılık olarak görülürse bu kitap hedefine ulaşmış olacaktır.
vakko sanat eserleri koleksiyonu
Bİr moda markası olarak yola çıkan Vakko kuruluşundan beri daima sanat ve kültür hayatının hep içinde oldu. Ürettiği her ürüne, geliştirdiği her hizmet değerine sanatsal bakış açısıyla yaklaşmış, estetik değerleri ön planda tutmuştur. 1969 yılında Vakko’nun Merter Fabrikası’nın projesini mimar Haluk Baysal çizmişti ve fabrikamızı Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eren Eyüboğlu, İlhan Koman, Şadi Çalık, Jale Yılmabaşar, Mustafa Pilevneli gibi birçok değerli çağdaş sanatçımızın eserleriyle donattık. Vakko Merter, böylelikle modern fabrika mimarisinin ilk sıradışı örneğini oluşturdu. Fabrikamız taşınırken, tüm eserleri itinayla yeni yerlerine yerleştirdiğimiz Vakko Moda Merkezi Nakkaştepe’nin de bu yenilikçi vizyonun devamı, moda ve sanatı ayrılmaz bir bütün olarak görmemizin bir yansıması olduğunu söyleyebiliriz.
İlk olarak 1978 yılında Vakko Ankara mağazamızda açılan ve uzun yıllar Türkiye’nin en büyük özel sanat galerisi unvanını taşıyan Vakko Ankara Sanat Galerisi, ardından açtığımız Vakko İzmir ve Vakko Beyoğlu Sanat Galerileri’nde düzenlediğimiz sergiler ve açmış olduğumuz yarışmalarla uzun yıllar Türk plastik sanatlarının gelişimine hizmet ettik.
vitali hakko kreatif endüstriler kütüphanesi
Kurucumuz, babam Vitali Hakko’nun vefatının ardından ismini yaşatmak fikri içime doğduğunda ilk aklıma gelenlerden biri, bir sanat kütüphanesi kurulması oldu. Kendisinin sanattan, kitaplardan aldığı ilham ve eğitime atfettiği önemden yola çıkarak kütüphanemizi kurduk. Moda, mimari, resim, fotoğraf, sinema gibi görsel sanatların tüm alanlarında 15.000 kitaba ev sahipliği yapan Vitali Hakko Kreatif Endüstriler Kütüphanesi’ni 2012 yılında Vakko Moda Merkezi Nakkaştepe’de herkesin kullanımına açtık. Sanatçılar, araştırmacılar, akademisyenler, üniversite öğrencileri ve tüm meraklıların yararlandığı kütüphanemizi 10. yaşında Türkiye’nin kültür sanat hayatının en önemli yapılarından biri olan Atatürk Kültür Merkezi’ne taşıdık.
vakko esmod
Şayet bir ülkeden moda tasarımcısı yetiştirmek isteniyorsa o ülkede önce eğitime yatırım yapmak gerekir. Vakko da üzerine düşen görevin bilinciyle modanın geleceğini şekillendirecek liderler yetiştirmeyi ve yaratıcı yetenekleri geliştirmeyi amaçlayarak bu yola çıktık.
vet by ehl programı
Türkİye’nin en köklü moda markası olarak, amacımız modayı yaşam biçimi olarak benimseyen, tasarım kültürü ve marka bilinci yüksek profesyoneller yetiştirmek. Misafirperverlik sektörü, ekonomik büyümeden kültürel etkileşim ve turizme kadar birçok alanda kritik bir rol oynuyor. Bu rolün başarıyla üstlenilebilmesinin arkasında güçlü bir eğitim ve sürekli gelişim yatmaktadır. İşte bu nedenle servis sektöründeki nitelikli insan gücünün artırılması için hiç durmadan çalışıyoruz. École hôtelière de Lausanne (EHL) biliyorsunuz dünyanın en iyi otelcilik okulu. Konuk ağırlama yönetimi eğitiminde küresel bir referans olmaya devam ediyor. Vakko School of Hospitality and Service, EHL tarafından lisanslı bir mesleki eğitim programı sunuyor. VET by EHL programı, konuk ağırlama endüstrisi için Mesleki Eğitim ve Öğretim sağlıyor. Vakko School of Hospitality and Service, VET by EHL programı kapsamında konuk ağırlama, yiyecek-içecek ve hizmet alanlarındaki ihtiyaçları karşılamak üzere üç farklı modelde eğitim sunuyor.