Geldiğimiz nokta, düne kadar muhalefeti “terör örgütü ile işbirliği yapmakla” suçlayan iktidar partisinin utangaçça sürdürdüğü “yeni çözüm süreci”nin bu kez kitleleri ikna edebilmek ve hedefe ulaşması için “devlet”e sarılması oldu.
"Vesayet dönemlerinin acı bir hatırası olarak…” diye başlayan nice cümleler duymuş olmalısınız…
AK Parti kurulduğu günden bugüne “askeri/sivil vesayet”e karşı mücadele ettiğini/edeceğini ısrarla vurguladı.
Hatta partinin web sayfasında yer alan programında;
“…İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” felsefesinden hareketle partimiz, bütün politikalarının merkezine bireyi koymuştur. Başta düşünce, ifade, inanç, eğitim, örgütlenme ve teşebbüs özgürlükleri olmak üzere bütün sivil ve siyasi özgürlükleri, çoğulculuğun, barış ve uzlaşmanın temel şartı olarak görüyoruz. Tüm bu özgürlükler Türkiye’yi herkes için yarınlarından emin olacakları büyük bir umut haline getirmenin de olmazsa olmaz şartlarıdır…”
“…Haklı zayıfları, haksız güçlülere karşı korumak, vazgeçilmez prensiplerimizden biridir. Bu nedenle programımız, bir kısım veya kesimin huzur ve mutluluğunu değil, herkesin huzur ve mutluluğunu sağlamayı hedeflemektedir. Partimizin bu programda hayata geçireceği yönetim anlayışında, devlet buyurganlık bakımından iri ve hantal bir devlet değil, kaliteli hizmet üretme işlevi ve etkinliği açısından güçlü bir devlet olacaktır…”
“…AK Parti, ideoloji dayatan veya rant dağıtan bir parti değildir, olmayacaktır. Partimiz, bu programdaki ilkeler çerçevesinde Türkiye’ye hizmeti esas alan bir kitle partisidir. Soğuk savaş döneminin doğurduğu, eski siyasi akla dayanan ayrışmaları reddediyoruz. Demokrasiye inanan, insan hak ve özgürlüklerine saygılı, çoğulcu değerleri benimsemiş, ahlaki ve insani duygulara sahip, piyasa ekonomisine bağlı herkese bu partinin çatısı altında yer vardır. Milli, manevi ve evrensel değerlere saygılı, cumhuriyeti benimsemiş, toplumsal merkezi, siyasetin merkezine taşınmak; AK Parti’nin en önemli hedeflerindendir…” cümlelerini de okumuşsunuzdur.
Neredeyse her seçimde, her referandumda, her mitingte “baskıdan” , “vesayetten” kurtulmak için mücadele ettiğini söyleyen AK Parti yöneticileri ne gariptir ki artık “devlet projeleri”nden bahseder hale geldi.
Evet, haklısınız, TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un "süreç" açıklamasından bahsediyorum.
Şöyle dedi Kurtulmuş; “Bu bir devlet projesidir. Devletin bütün ilgili kurumları, başta güvenlik kurumlarımız olmak üzere bu sürecin kazasız belasız yürütülmesi ve sonlandırılmasıyla ilgili olarak çok üst bir koordinasyonla görevlerini yerine getirmektedir
Aynı şekilde TBMM’deki Komisyonumuz da bu süreçte üzerine düşen demokratik denetim fonksiyonunun bir gereği olarak süreci fevkalade başarılı bir şekilde bu noktaya kadar getirmiştir
Ümit ederim ki sonuç alarak Türkiye tarihinde önemli bir tarihi fırsatın, kazanılan bu fırsatın başarıyla sonuçlandırılmasına vesile olur.”
Konuya ilişkin sanırım en çarpıcı tespit Prof. Dr. Burak Bilgehan Özpek’ten geldi.
Şöyle yazdı Özpek, “AK Parti yıllarca vesayete karşı mücadele ettiğini iddia etti. Bu mücadeleyi sürdürmek için oy istedi ve aldı. Halkın iradesinin üzerinde hiçbir güç tanımadığını söyledi. Geldiğimiz noktada ise, çözüm sürecinin sorumluluğunu üstlenmek istemediği için sivil iradeyi aşan bir "devlet" kurumu olduğunu söylemek zorunda kaldı ve vesayete sığındı. Şu açıklamanın başka bir izahı yok.
Bence Kurtulmuş'un sözleri derin bir endişeyi yansıtıyor. Öyle ki, kendi iktidarının yetkisinin daha üst bir otorite tarafından gasp edildiğini söylemenin sonuçlarını hesap edemiyor.”
Evet, geldiğimiz nokta, düne kadar muhalefeti “terör örgütü ile işbirliği yapmakla” suçlayan iktidar partisinin utangaçça sürdürdüğü “yeni çözüm süreci”nde bu kez kitleleri ikna edebilmek ve hedefe ulaşmak için “devlet”e sarılması oldu.
Ya da şöyle söyleyelim; yaklaşan seçimlerde oy kaybı endişesi ile “devlet projesi” kavramına sarılmak, bugüne kadar sürdürülen “sivil siyasetin” temsilcisi olmak iddiasından da vazgeçmek anlamını taşıyor.
Hatırlayalım, yakın zamanda şu cümleleri sarf etmişti Kurtulmuş,
"…Türkiye'nin siyaset alanı herkese açıktır ama hiç kimsenin, elindeki bir imkânı kullanarak siyasetin üstünde vesayet manasına gelecek, bunu çağrıştıracak, bu anlamda siyasete, yargıya ve diğer devlet kurumlarına yön vermeye kalkacak sözleri sarf etmemesi gerekir…”