Tarih, Türkiye gibi orta siklette bir ülkenin, hiçbir dayanağı olmadan büyük güçlerle karşı karşıya kaldığında yaşayabileceği büyük hezimetlerin örnekleriyle dolu.
Avrupa, ABD Başkanı Donald Trump eliyle, dünya siyasetinden el çektiriliyor; Önce Putin’le yapılan Alaska zirvesinde, ardından Beyaz Saray’da Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelensky ve Avrupalı liderlerle gerçekleşen toplantılarda, Trump’ın Ukrayna savaşında “Rusya’nın kazandığını” zımnen kabul ettiği tüm dünyaya duyuruldu.
Trump, Kafkasya’da da bir “vücut çalımıyla” Azerbaycan-Ermenistan barışına dahil oldu. ABD Başkanı, Kafkasya’nın en kritik ticaret yollarından biri olmaya aday Zengezur koridorunun Amerikalı şirketler tarafından işletileceğini açıklayarak, ülkesini “barış yapıcı” olmaktan çıkarıp, uzun vadede Kafkasya’da “barış koruyucu” olarak da konumlandırmayı başardı. Oysa Karabağ meselesinin çözümünde AGİT Minsk Grubu yıllarca en üst platform idi. Şimdi Minsk Grubu’nun içindeki Avrupalı ülkeleri ne arayan var ne de görüşlerini önemseyen.
Gazze ve Afrika’da Avrupalıların etkisi yok olurken
Orta Doğu ve Afrika’da da benzer bir durum var; Avrupalı ülkeler İsrail’in Gazze’deki insanlık dışı operasyonlarına itiraz etmeye başladılar. Ancak o kadar etkisizler ki, Paris ve Londra’nın “Eylüldeki BM toplantılarında Filistin’i tanıyabiliriz” açıklamaları bile, İsrail’in Gazze’yi bütünüyle işgal planını yürürlüğe koymasını engelleyemedi.
Afrika’da ise Fransa’nın eski sömürgelerinden “kovulma” süreci hız kesmeden devam ediyor. Kara kıtada Fransa’nın yerini Türkiye ve Rusya doldurmaya başlar gibi olmuşlardı ama Trump ile birlikte bunun da değişeceğine ilişkin işaretler belirdi. ABD’nin Somali’den bağımsızlığını ilan eden Somaliland’ı resmen tanıması gündemde. Pazarlık masasında tanımanın karşılığı olarak Somaliland’da Amerikan askeri üssü kurulması da var. Bu gerçekleşirse, ABD Afrika’da Çin’i “vekil güçler” üzerinden durdurma politikasını bırakıp, kıtaya doğrudan girmiş olacak.
Yaşlı kıtanın devre dışı kalmasına Avrupa ülkelerinin tepkileri birbirinden çok farklı; Mesela Polonya NATO’ya tutunmaya çalışırken; Fransa, Almanya ile ittifakı pekiştirme peşinde. Berlin çareyi savunmaya devasa paralar ayırmakta bulmuş görünüyor. İngiltere ise mevcut askeri üslerine yenilerini ekleyerek “tutunmaya” çalışıyor. İngiltere’nin Hırvatistan’la anlaşıp, Adriyatik’te bir askeri üs kurma peşine düştüğü yazılıp çizilmeye başlandı. Londra, bir yandan Kıbrıs adasındaki üsleri, diğer yandan kurabilirse Adriyatik üssüyle etkinliğini sürdürme telaşında, belli.
Türkiye “dengeyi” kaybedebilir
Avrupa’nın uluslararası siyasetin kutuplarından biri olma özelliğini yitirmesi ilk bakışta Türkiye’ye olası yeni fırsatlar açısından olumlu gibi görünebilir.
Ancak yerkürenin ABD’nin öncülüğündeki tek kutuplu düzenden çıkıp, Çin’in -Ukrayna yaralarını sarabilirse belki de Rusya’nın- devreye girdiği iki ya da çok kutuplu bir düzende, etkisiz Avrupa’nın Türkiye açısından “denge unsuru” olmaktan çıkacağı da unutulmamalı.
Tarih, Türkiye gibi orta siklette bir ülkenin, hiçbir dayanağı olmadan büyük güçlerle karşı karşıya kaldığında yaşayabileceği büyük hezimetlerin örnekleriyle dolu.