FAHRİ ARAL
Kısa bir süre önce yitirdiğimiz, yarım asırlık dostum, yıllarca birlikte çalıştığımız ama benim hep arkasından koştuğum, kendisinden çok şey öğrendiğim Osman’a yetişmek gerçekten zordu. Kimi zaman şaka yollu kızdırdığım da olurdu… “Bak Osman’cığım, atletizmden sosyalizme geçen bir sen varsın, bir de Mehmet Ali Bey (Aybar), ikiniz de hız kesmeden koşmaya devam ediyorsunuz, bizim sizlere yetişmemiz zor…” derdim.
Tanışmamız, 1967’ye kadar gider; o yıl Fikir Kulüpler Federasyonu’nun İstanbul sekreterliğini kurmuş, ben de sekreterlik kurulunda görev almıştım. Sanırım Osman’la Aksaray’da kiraladığımız lokalde tanıştık. O yıllarda yeni yayına başlayan ANT dergisinde çalışmaya başlamıştı. Zaten Ankara’da Öncü gazetesinde başlayan gazeteciliği de vardı. Yazı işleri müdürlüğünü fiilen yürütmeye başladığı tarihi tam olarak hatırlayamıyorum ama onun, Alpay Kabacalı’nın ve Yaşar Uçar’ın sorumlu müdürlüğü dönemlerinde ANT, sürekli yargılanmaya ve yüzlerce yıl cezalandırmalara maruz kaldığını çok iyi biliyorum. En başta sevgili Doğan Ağabey (Özgüden), Osman, Alpay, Yaşar Kemal, Faruk Pekin ve nicesi hakkında yüzlere yılı aşkın cezalar isteniyordu. Ama dönemin İçişleri Bakanı Faruk Sükan’a göre “ortalığı en çok karıştıran biri varsa o da Osman Saffet Arolat”tı.
Sükan “cin gibi” bir içişleri bakanıydı. Sık sık bizlerin, tüm solcuların, sosyalistlerin “nefes alışlarını dahi” dinlediklerini övünerek söylerdi. Spor ve Sergi Sarayı’ndaki bir TİP gecesinde Can Yücel kürsüye çıkıp kollarını yana kaldırarak, “Hadi arkadaşlar, Sükan’a yardım edelim de, derin bir nefes alalım!..” dediğinde salonu dolduranların nasıl gülmekten yerlere yıkıldığını hiç unutmuyorum…
Artık benim için de bir koşuşturma başlamıştı ama hiçbir zaman Osman’ın hızına yetişemiyordum. Bir ara başka arkadaşlarla birlikte aynı evde kaldık; hatta 68’ Temmuz’unda 6. Filo’yu protesto eylemlerinde o evden çıkar gösterilere gider, yolda yürüyen erlerin kafalarındaki kepleri kapardık. İşte bu gecelerden birinde Vedat Demircioğlu polis baskını sonucunda yurt penceresinden atılarak hunharca katledilecekti. Biz de ertesi gün bu katliamı protesto ettiğimiz için gözaltına alınacaktık.
Üniversite işgaline, heyecan dolu o günlere fazla girmeyeceğim. Ama Osman hiç boş durmuyordu. Anılarında yazdığı gibi Edebiyat Fakültesi’ni “korumak için” basan sağcı Nurettin İspir ve avanesi tarafında kaçırılacak, yine koşacak, koşacaktı. İşgalin son günlerine doğru işgal konseyinin taleplerini içeren ve rektörlükle masaya oturulunca üzerinde tartışılacak broşürün basılması için matbaayı Osman bulacak ve birlikte basımın başında bekleyecektik. Unutmayayım, Osman’ın tasarım yeteneği de gelişmişti. O dönemin direklere yapıştırılan dar ve uzun “NATO’ya Hayır”, “6. Filo Defol”, “Singer Direnişi” vb. afişleri Talat Ulusoy’la birlikte ‘TATAR’ imzasıyla tasarlamışlardı.
O günlerin hızlı akışı içinde kimi pazar günleri, Sıvas Katliamı’nda can veren Âşık Nesimi Çimen’in şimdi bambaşka bir yer haline gelmiş Kavacık’taki gecekondusuna tırmanırdık. Nesimi biraz sohbetten sonra curasını eline alıp, dönemin siyasi konumunu çok iyi anlatan şu dizeleri dillendirirken, daha sonra ünlenecek oğlu sevgili Mazlum Çimen ayaklarımızın arasında dolanırdı:
“Sağırdan hayır yok, kelden hidayet…”
Osman’ın ağzından düşmeyen türküler de vardı; FKF lokalinde kimi zaman tutturduğu türkülerden en başta “Odam kireçtir benim”, sonra da “Et koydum tencereye” gelirdi ve tabii nicesi…
12 Mart’ta yollarımızın kesiştiği bir yer de hapishaneydi. Kuşkusuz dışardaki hızı biraz kesilmişti. Ama yine koşuşturuyordu, neşesinden bir şey eksilmemişti. Şimdi anlatmak uzun sürer; özellikle sürekli “Bedafadan yatıyoruz…” diye söylenen Seydişehirli Vural’a takılmaları, Vural’ın Konya ağzıyla sorduğu “yiğenim sen gazatacısın, bilirsin, ne zaman çıkarız?” sorusuna “biz belki ama sen hiç çıkamazsın” diye cevap vererek kızdırması dört duvar arasındaki eğlencelerimizden biriydi.
Osman’ı anlatmak bu sayfaları aşar, henüz kaybetmemizden kısa bir süre önce telefonda benden bir şeyler istemişti. Yerine getiremedim tabii, araya kötü haber girince…
Çok sevdiği babası Ali Mümtaz Arolat’ın ünlü dizeler ile bitireyim:
“Bir gemi yelken açtı hayal iklimlerine,
Civarından çığlıkla yorgun martılar kaçtı
Rüzgâr sürüklenirken derinlerden derine;
Hayâl iklimlerine bir gemi yelken açtı.”
Evet sevgili Osman da o gemiye bindi şimdi…
Güle güle kadim dostum…