Trump, Stiglitz’in vurguladığı yeni teknoloji zenginlerini kabile lideri yardımcıları gibi konumlandırıyor. Bu, sadakate dayalı bir "feodal" yönetim modeli yaratıyor. İletişim, Stiglitz’in korktuğu gibi 'oligarşik bir manipülasyon aracına' ve Mir’in tarif ettiği 'sığ bir sözelliğe' hapsolmuş diyebiliriz: Quantumda kabile ruhu.
Yıl sonu klişesi olan "Nereye gidiyoruz?" sorusuna “kutu dışı” yanıt versem; medya ekolojisti Andrey Mir ile ünlü ekonomist Joseph Stiglitz’den bir kokteyl yaparım.
Mir’in, "Gutenberg Parantezi'nin Kapanışı" teorisi 2020 yılında literatüre girmişti. Mir, çalışmasında alışkanlıklarımız ve bilişsel mimarimiz ile toplumsal dokumuzun "Dijital Tersine Dönüş" yaşadığını söylüyordu.
Ekonomist düşünür Joseph Stiglitz’in de benzer bir yaklaşımı var. 2025’in başında yayınladığı “İlerlemenin sonu mu?” başlıklı makalesinde anlatıyor. Liberalizmin zaferi ve iyimserliğinin yerini, Trump ve MAGA hareketi yüzünden "İlerlemenin Sonu"na bıraktığını savunuyor.
Stiglitz’in yaklaşımını Mir’den daha anlaşılır bulacağınızdan kuşkum yok, çünkü güncel gelişmeler üzerinden ilerliyor; Amerikan siyasi ve toplumsal dönüşümü ve yok olan geleneksel sistemi bu. Stiglitz refahın temeli olan hukukun üstünlüğü, gerçeğe saygı ve uzmanlık özelliklerinin, Amerika’yı “Yeniden Büyük Yapmak” sloganı olan MAGA hareketi tarafından reddedildiğine dikkat çekiyor. ABD'de gücü elinde tutan yeni oligarşinin kamu yararı yerine manipülasyon, dezenformasyon ve rant peşinde olduğunu, bilginin üretildiği üniversite, araştırma merkezleri gibi "elit" kurumlara yapılan saldırıların ABD'nin bilimsel liderliğini riske attığını iddia ediyor. Dünyanın da Çin’in otoriter devlet kapitalizmi ile ABD’nin oligarşik kapitalizmi arasında bir yarışta olduğunu savunarak bağlıyor. Her iki modelin de bizi iklim krizi ve yapay zeka gibi varoluşsal tehditlere sürüklediğini söylemeden de nokta koymuyor.
ABD yalnız değil
Narendra Modi’nin Hindistan’ı, "dijital sözelliğin" kabileciliği nasıl tetiklediğinin en büyük örneklerinden biri. WhatsApp grupları üzerinden yayılan dini ve milliyetçi hikayeler, geleneksel medya filtrelerini devre dışı bırakarak milyonlarca insanı "Hindutva" kabilesi altında birleştiriyor. Burada rasyonel siyasetin yerini, mitsel ve sözlü anlatılar alıyor.
Macaristan’da Viktor Orbán veya Fransa’da Marine Le Pen, ulus-devleti rasyonel bir organizasyon olmaktan çıkarıp "kültürel bir kabileye" dönüştürmeye çalışıyor. Stiglitz’in "en büyük tehdit" olarak gördüğü Çin modeli, dijital teknolojiyi kabileciliği yönetmek için kullanıyor. Batı’da teknoloji kabileleri parçalarken, Çin’de devlet, sosyal kredi sistemiyle gözleyerek homojen tutmaya çalışıyor.
Yazılı kültürden "dijital sözelliğe"
İçinde bulunduğumuz dönem, Mir’in "Eksenel On Yıl" dediği, yaklaşık 500 yıllık bir paradigmanın 10 yıl gibi kısa bir sürede çöktüğü bir evreye denk geliyor. Mir’e göre matbaanın icadıyla başlayarak bilgiyi ve rasyonaliteyi yücelten, "birey"i inşa eden parantez kapanıyor. Mir’in teorisine göre dijitalleşme; sabit, doğrusal ve bireysel odaklı metin kültüründen; etkileşimli, akışkan ve toplumsal bir "dijital sözelliğe" dönüşü simgeleyen "Dijital Tersine Dönüş" sürecini tetikledi. Matbaadan önce dünya "sözlü"ydü. Bilgi kulaktan kulağa yayılır, hikayeler anlatıldıkça değişir, gerçeklik anlıktı. Matbaa gelince bilgi bir anlamda dondu. Kitap, bilgiyi sabit, doğrusal ve bireysel bir hale getirdi.
Bu süreçte insanlık, felsefi derinliği ve rasyonel okuryazarlığı bir kenara bırakarak; bilginin gürültüye, gerçeklerin anlık anekdotlara dönüştüğü, kullanıcı ile yapay zekanın birleştiği kaotik "tekilliğe" sürüklendi. Mir buna, "Dijital Sözellik" (Digital Orality) diyor. Okuryazarlık öncesi dönemin, "anlık, duygusal ve kolektif" yapısının, fiber optik kablolarla güncellenmiş hali. Metnin derinliğinin yerini "vibe"ın (atmosferin) alması diyebiliriz. Bilgi, ikna eden bir argüman değil; kabilenin ruhuna hitap eden ses olduğu için paylaşılıyor.
Okumuyoruz, maruz kalıyoruz
Medya teorisinin babası Marshall McLuhan, bir ortamın (medium) uç noktalarına kadar itildiğinde, etkilerinin aniden zıddına döneceğini söylemiş. Ben de pek çoklarınız gibi soruyorum; dijital medya bunu mu yapıyor? Yazının binlerce yıllık, matbaanın ise yüzlerce yıllık etkilerini tersyüz mü ediyor? Tersine dönüş hayatımızda nasıl karşılık buluyor?
Mir’e göre, diyelim bir yazar kitap üretiyor, o kitap basılır ve on yıllarca aynı kalırdı. Bilgi statikti. Bugün medya postu saniyeler içinde güncelleniyor, siliniyor veya manipüle ediliyor. İletişim artık bir "nesne" değil, "süreç". Bu durum, zihnimizi bir konuya derin okuma sayesinde uzun süre odaklanmaktan uzaklaştırıp, sürekli değişen bir akışı takip etmeye zorluyor. Kitap okumak, dünyadan kopup kendi zihnine gömülmekti. İnternet bizi "dijital bir akışın" içine hapsetti. Olayı yaşamıyoruz, bildirimler, yorumlar, beğenilerden oluşan dijital yankı içinde adeta sürükleniyoruz.
Küresel ölçekte sosyal medya kullanımı günlük 2,5 saati aşıyor, kitap okumaya ayrılan "kaliteli zaman" çoğu ülkede 15 dakikanın altında. Basılı kitap satışları stabil kalsa da, "derin okuma" oranı son 10 yılda yüzde 30 azalmış. Dijital tüketim işi bitirdi diyebiliriz. Gen Z olarak tabir edilen gençlerin yüzde 50'den fazlası haberleri metinden değil, TikTok Reels üzerinden alıyor.
Özetle kitap okumak "aktif yalnızlık" ve muhakeme olarak tarif edilebilir; dijital tüketim algoritmik bir akıntıya kapılmak…. Okumuyoruz; bilgiyi "tüketiyoruz". Bu tüketim rasyonel filtrelerimizi devre dışı bırakıyor.
Siyasi kabilecilik
Komik olan ne biliyor musunuz? Teknolojik ilerlemenin ortasında neden bu kadar ilkel bir siyasi dilin hakim olduğunu çözemiyoruz, çözemiyorum. Paradoks gibi görünüyor değil mi? En gelişmiş yapay zekaya sahibiz, quantum alt yapısına sahip en ileri bilgisayarlar üzerinden saniyelerle milyon adet işlem yapabiliyoruz, buna karşın köhne kabile öfkesiyle seçim yapıyoruz. Birleştiremek mantığımızda bu gerçeği ne mümkün… zaten birleştiremediğimizden onu da dijital akışta ve anda yaşıyoruz.
Stiglitz ve Mir’in yorumlarını birleştirdiğimde kendim için daha anlaşılır buldum. Örneğin ABD seçimleri Mir’in teorisinin sahaya inmiş hali. Teknoloji bizi geleceğe taşırken; iletişim biçimimiz bizi mağara döneminin kabileci reflekslerine geri döndürüyor. Tekrar etmem gerekirse, Mir ve McLuhan’a göre, bir ortam aşırı hızlandığında etkisinin tam zıddına dönmesi bekleniyor. İletişim o kadar hızlandı ki, anlam üretmeye vakit kalmıyor; sadece duygu üretilebiliyor.
Neden bir paradoks içindeyiz?
Teknoloji bizi birleştirmedi; aksine, bizi birbirine düşman küçük dijital köylere ayırdı. McLuhan’ın "Küresel Köy"ü, birbirini seven bir aile değil, birbiriyle sürekli kavga eden komşuların yaşadığı kaotik bir köye dönüştü.
Teknolojinin doğası gereği, araçlar hızlandıkça, düşünme süresi kısalıyor; düşünme süresi kısaldıkça, insan "ilkel dürtülerine" (kabilecilik, öfke, aidiyet) geri dönüyor. Trump’ın başarısı, matbaanın kurduğu soğukkanlı rasyonel siyaseti yıkıp, yerine dijital kabilenin ateşli öfkesini koymasından…
2026 ve ötesi
Andrey Mir’in 2020’de "Digital Ism" ile başlattığı tartışma, 2025 sonunda kehanetten gerçeğe dönüşmüş görünüyor! Okuryazarlık adasında yaşamadığımız kesin. Dijital sözelliğin okyanusundayız. Yeni düzende başarı, en çok bilgiyi verende değil, kabile duygusallığını yakalayanda.
Stiglitz’in belirttiği gibi, bilimsel gerçeklik veya uzman görüşü artık kabile için bir anlam ifade etmiyor. Eğer "kabile reisi" (Trump) bir şeyi söylüyorsa, o şey kabilenin kimliği haline gelir.
Mir’in "içe dönük düşünceden durumsal gömülmeye geçiş" dediği şey, MAGA “Make America Great Again” hareketinde vücut buluyor. Taraftarlar artık bir siyasi programı okumuyor; dijital akışın içinde "biz ve onlar" arasındaki savaşı yaşıyor.
Trump, Stiglitz’in vurguladığı yeni teknoloji zenginlerini kabile lideri yardımcıları gibi konumlandırıyor. Bu, sadakate dayalı bir "feodal" yönetim modeli yaratıyor.
İletişim, Stiglitz’in korktuğu gibi 'oligarşik bir manipülasyon aracına' ve Mir’in tarif ettiği 'sığ bir sözelliğe' hapsolmuş diyebiliriz: Quantumda Kabile Ruhu.