Yapay zeka gündeminin temposundan sarhoş olmuş şekilde yıl sonuna ulaştık: “…yeni model, mucize uygulama, üretkenlik vaadi…” ve daha nicesi! Anlamı; kısa sürede daha çok iş, daha yaratıcı içerik, daha akıllı kararlar, daha sofistike bir gelecek. Coşku geçince göreceğimiz manzarada bilgi, karanlıkta, gürültü içinde ve anlaşılamama tehlikesi içinde olacak. Teknoloji, eşitsiz, kırılgan bir risk bütünü oldu çıktı. Benim için bu yılı sarsıcı iki kavram açıklıyor: “Bilişsel lüks” ve “dijital yoksulluk”.
Bilgi, “içerik” değil; “zemin”
Konuya üç enteresan araştırmadan esinlenerek yaklaşacağım; İlki, Carnegie Uluslararası Barış Vakfı’ndan “Beyond the Global North, Expanding World Misinformation Research; Assessing National Information Eco Systems”. İkincisi San Rafaelle Üniversitesi’nden “National Information Eco Systems Towarda the Study of World Misinformation” ve son olarak Oklahama Üniversitesi’nden “Misinformation as Informational Systemic Risk in the Age of Societal Volatility”
Çalışmalardan biri yanlış bilgi araştırmalarının büyük bölümünün Küresel Kuzey’e ve “WEIRD” diye anılan (Batılı, eğitimli, sanayileşmiş, zengin, demokratik) toplumlara odaklandığını; buna karşılık dünya nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Küresel Güney’in ihmal edildiğini söylüyor Temel iddiası, Batı merkezli örneklemlerle geliştirilen teori ve müdahaleler, yerel gerçeklikleri yakalamıyor. Yanlış bilginin kanalları da ritmi de farklı. Açık platformların yanı sıra WhatsApp gibi kapalı mesajlaşma ağları, yerel radyo, dini/topluluk ağları ve yüz yüze iletişim, birçok ülkede hala başat.
Diğeri, meselenin yalnızca platformlardaki içerik değil; insan kapasitesi, teknoloji altyapısı, reklam ekonomisi, içerik denetimi, gözetim, medya yoğunlaşması gibi sistem parametreleri olduğunu hatırlatıyor. Bu çerçevede en büyük açık olarak da boylamsal veri eksikliğine işaret ediyor: Birçok ülkede veriler anlık, dağınık ve süreklilikten yoksun. Ölçemediğin şeyi yönetemezsin, diyor.
Sonuncu çalışma ise yanlış bilginin yalnızca yanlış cümleler, yanlış grafikler, yanlış videolar toplamı olmadığını; finansal sistemleri, kamu sağlığını ve güvenliği sarsabilecek zincirleme bir risk biçimi olduğunu savunuyor.
Ne anlıyoruz; bilgi ortamı, içerik üretimi ve tüketimi meselesi olmaktan çıktı; bir ülkenin ekonomik istikrarının, sağlık kapasitesinin, güvenlik reflekslerinin ve demokratik meşruiyetinin üzerinde yükseldiği zemine dönüştü. Zeminde görünmez çatlaklar var; biri, bilişsel lüks ile dijital yoksulluk.
Bilişsel lüks ve dijital yoksulluk ne demek?
Zihinsel Alan Yoksunluğu; “Bilişsel lüks”deki lüks, zihnin kullanımı ve “doğrulama” için ayırabildiği kaynaklarla ilgili. Kişinin gün içinde dikkatini, zamanını ve zihinsel enerjisini yalnızca hayatta kalma gerekliliklerine değil; düşünmeye, karşılaştırmaya, okumaya, sorgulamaya, teyit etmeye ayırabilmesi demek. Haberin doğruluğunu kontrol etmek, bir iddianın kaynağını aramak, bir sayının bağlamını görmek, bir videonun manipülasyon olup olmadığını anlamaya çalışmak… Bilişsel yatırımı yapabilmek için iyi niyet yetmiyor. Zaman, eğitim ve alışkanlık ile dijital beceri… belki en önemlisi, zihinsel alan gerekiyor.
Bağlantı Var, Pusula Yok; Dijital yoksulluk ise, teknolojik erişimin varlığıyla yokluğu arasındaki klasik ayrımdan daha geniş bir kavram. Bir telefona sahip olmak, dijital zenginlik yaratmıyor. Sosyal medyada aktif olmak, dijital güç vermiyor. Dijital yoksulluk, kişinin bilgiye erişiminde ve bilgiyi işleme kapasitesinde bir tür kırılganlık hali. İnternet paketinin sınırlı olması da dijital yoksulluk; doğru bilgiyi taşıyan kaynaklara erişememek de. Kullandığın platformların seni sürekli duygusal tepkilere sürüklemesi de dijital yoksulluk; bir iddiayı doğrulamak için güvenilir kanallara ulaşamamak da. Dijital yoksulluk, “bağlantın var ama yönün yok” hali. Bağlantın var ama pusulan yok. Bağlantın var ama zamanın yok gibi gibi…
Türkiye nerede duruyor?
Türkiye, tek bir cümleyle tarif edilecek bir ülke değil. Temelde iki Türkiye var. Biri dijital olarak hiper-bağlı, haberle anlık yaşayan, sosyal medya refleksleri güçlü bir Türkiye… diğeri de eğitim, gelir, güven, zaman ve psikolojik dayanıklılık açısından kırılganlıkları derinleşen bir Türkiye.
Ülkemizde dijital gündem olağanüstü hızlı akıyor. Haber, yorum, tepki, karşı-tepki döngüsü saatlere değil dakikalara iniyor. Üstelik bu akış, yalnızca açık platformlarda değil; kapalı devre ağlarda da yoğun. Aile grupları, mahalle WhatsApp zincirleri, iş yeri mesajlaşma kanalları, yerel topluluk ağları… Kanal çeşitliliği Türkiye’de var. Ne diyorum; örneğin kriz anlarında, resmi açıklamadan önce yakın çevre bilgisi dolaşıma giriyor. O yakın çevre bilgisi bazen gerçek, bazen değil. Püf noktası da burada hızın kazandığı bir ortamda doğruluk genellikle geç kalıyor.
Enflasyonun zihin maliyeti
Türkiye, dijital olarak kalabalık; bilgi olarak dağınık. İletişim kanalı çok; ortak referans noktası az. Hız yüksek; ama doğrulama refleksi zayıf. Tartışma genellikle dezenformasyon var mı yok mu ekseninde sıkışıyor. Ekonomik koşullar, bilişsel alanı daraltıyor. Enflasyonun ve geçim baskısının cüzdanda yaşadığımız sonuçlarını zihinde yok kabul edemeyiz, maliyeti var. Günlük hayatın acil ihtiyaç listesi uzadıkça, doğrulama davranışı geri plana itiliyor. Biri, ortaya bir iddia atıyor; doğru mu değil mi diye bakmak, çoğu kişi için ikinci plana düşüyor. Zihnin enerjisi zaten işte, evde, faturalar ile gelecek kaygısında. Bilişsel lüks, ekonomik baskı altında küçülen bir alan.
Risk dediğimiz şey, kaynakların nasıl dağıtıldığı, hangi kurumun ne kadar dayanıklı olduğu ve hangi toplumun hangi şoklara ne kadar hazırlıklı kaldığı meselesi. Örneğin bilgi ortamının oynaklığı ekonomik risk olabilir; sağlık sisteminde risk, sistem kapasitesini bozan bilgi virüsleri. Güvenlik mimarisinde risk, sadece sınır tehditleri değil, gerçeklik algısına yönelik sabotaj olabilir.
Bilgi Kirliliği Ekonomik ve Sağlık Riski Olur mu?
Bilgi ekosistemi, kurumlara, medyaya, uzmanlığa, bilimsel veriye güven üzerine kurulur, güven alanları zayıfladığında, yanlış bilginin etkisi büyür. Finansal sistemler, güven üzerine kurulur. Bankacılık, sigorta, yatırım, günlük alışverişler “karşı tarafın sözleşmeye uyacağı” varsayımına dayanır. Yanlış bilgi bu güveni hedef alır. Bir kurum hakkında yayılan söylenti, bir anda panik yaratabilir. Duygusal tetikleyiciler hızlı yayılır; korku, rasyonel düşünceden daha hızlı bulaşır. Bir bankanın batacağı iddiası, “bir saat sonra yalanlanır” diye beklenemez; o bir saat içinde risk gerçekleşir, kucağınıza kriz verir. Türkiye bağlamında ekonomik riskin örneklerinden biri fiyatlama davranışı. Yanlış bilgi, piyasaların ve hane halkının beklentilerini bozuyor. Yanlış beklenti, yanlış karar üretiyor. Bilgi gürültüsü, ekonomi yönetiminin iletişim kapasitesini de zayıflatır; doğru mesaj, yanlış mesajın hızına yetişemez.
Sağlıkta örnekler hem yerel hem küresel anlamda zengin; aşı tereddüdü, yanlış tedavi önerileri, sahte ilaçlar, komplo anlatıları… bireysel kararları etkiliyor. Asıl yıkıcı etkiyi sistem düzeyinde görüyoruz. Sağlık kurumları, enerjisini yanlış bilgiyi düzeltmeye harcadığında kapasiteleri düşüyor. Doğruyu ayırt etme maliyeti artırıyor. Bilişsel lüks burada devrede. Türkiye gibi toplumlarda sağlık riski özellikle kapalı mesajlaşma ağlarında “iyi niyetli tavsiye” kılığında yayılıyor. “Komşunun iyi geldi dediği” şey, teyit mekanizmasından geçmeden yayılıyor. Açık platformlara yönelik müdahaleyle yanlış bilgi doğrulanamıyor, kapalı ağlara nüfus etmek kolay değil.
Gerçeklik sabote edilirse, komuta zinciri de çöker
Türkiye, Küresel Kuzey’in açık platform pratikleriyle kurulan modellerini benimsemeye çalışırken geliştirdiği kaslarıyla, Küresel Güney diye adlandırılan düşük ekonomik modelli coğrafyanın kapalı ağlarını, yerel radyolarını, yüz yüze iletişimini yakalamıyor. Kendine özgü bir karma yaşıyor. Doğrulama lüks hale geliyor. Medya okuryazarlığı söylemi, ne kadar iyi niyetli olursa olsun kör bir söylemden öteye geçemiyor. Güvenlik riskini devlet düzeyinde düşünmek eksik. Toplumsal dayanıklılıkla özdeşleştirmek gerek. Güvenlik deyince akla genellikle dış tehdit geliyor ve içdinamikler gözardı ediliyor. Toplumun birbirine güveni, kurumlarla ilişki biçimi, ortak gerçeklik zemini… kaydığında, bir kıvılcım yangına dönüşebiliyor. Yanlış bilgi, yangına körükle gidiyor. Toplumsal kutuplaşmayı derinleştiriyor, kurumların meşruiyetini aşındırıyor, koordinasyonu bozuyor. Seçim süreçleri, afet anları, toplumsal gerilim dönemlerinde yaşayarak görüyoruz.
Finlandiya En Dirençli
Araştırma verileri arasında geri hamle yapmak istiyorum; Finlandiya yabancı tehditlere karşı en dirençli model çıkıyor. Düşünün küçük bir ülke, savunma alt yapısı dünyanın en iyilerinden değil. Peki nasıl oluyor? Araştırmalarda dayanıklılığın zayıf olduğu sistemlerde; düşük okuryazarlık, ekonomik durgunluk ve haber medyasındaki daralmanın birleşerek toplumsal karışıklıklara zemin hazırlayabileceği uyarısında bulunulmasını dikkat çekici buluyorum.
Finlandiya pek çok araştırmanın gözdesi, Türkiye ise 5’den şaşma 6’yı aşma düzeyinde. Bilgi ekosistemlerini oluşturan üç temel bileşen; insan, teknoloji ve çıktı arasındaki etkileşim çok önemli.
Sarhoşluk geçince, elimizde ne kalacak?
Ülkemiz dijital hızla ekonomik baskının; kanal çeşitliliğiyle güven krizinin; küresel teknolojilerle yerel gerçekliklerin aynı anda yaşandığı bir laboratuvar. Bilgi zeminini sorgulamalıyız. Teknoloji sarhoşluğu geçecek, zeminde çatlak kalırsa, bilgi doğrulaması lüks olduğunda, biz yeni tür eşitsizliğin kucağındayız kalacağız demek. Eşitsizliği, vatandaştan “daha bilinçli olun” talebiyle çözemeyeceğimiz bir durum. Başta ulusal karar verici ve toplumdaki tüm aktörler için sınavı bu!