Bir Tunçbilek öyküsü
“Filmin en heyecanlı yerinde ‘Rafet çocuğu tut’ diye bağırdı. Yerinden kalktı ve oturdu. Sinemada ‘uyumuştu ve rüya görmüştü. ‘Bir Numara’daki iki katlı evlerde oturuyormuşuz. Bizim üç numara kucağında, balkonda beni bekliyormuş. Oğlan beni görünce heyecanlanmış, elinden kaymış. Bu yüzden bana bağırmış.” Öyküdeki kadın ablam, öyküyü anlatan da eniştem idi.
Eniştem teknikerdi. Tunçbilek Garp Linyitleri İşletmesi’nde (G.L.İ) “Bakım ve Onarım Atölyesi”nde ustabaşı idi. Tunçbilek, linyit kömür madeninin çıktığı, Kütahya’nın bir beldesidir. Olayın geçtiği yer de mühendislerin oturduğu, tepede çam ormanlarının içinde, “Bir Numara“ denen yerdeki sinema idi. Ablamlar ise işçi mahallesindeki lojmanlarda otururdu. İşletmenin sinemasında her hafta yeni bir film olurdu. Bir akşam, Bir Numara’da oturanlara; bir akşam da aşağıda işçi mahallesinde oturanlara. İşçilerin sinema günü cumartesi idi. Ama cumartesi ablam için yorucu bir gündü.
Cumartesi günü Tavşanlı’nın pazarı idi. Tavşanlı, Tunçbilek beldesine 10 km mesafedeki kasabadır. Ablam hemen hemen her cumartesi günü işletmenin servisi ile bu pazara alışverişe giderdi. Eniştem cumartesi günü de çalıştığı için ablam yalnız başına giderdi. Bir haftalık yiyecek ve diğer ihtiyaçları alıp gelirdi. Alınan sebzelerin ayıklanması, yıkanması ve de üstüne üç çocuklu evin diğer işleri ile cumartesi günü yorucu geçerdi. Olayın geçtiği gün de aşırı yorulmuştu. O akşam gösterilecek filmi de çok görmek istediğinden sinemaya gelmişti. Ama dayanamamış ve sinemada uyuyakalmıştı.
Biz, hemen hemen her yaz ablamı görmeye Tunçbilek’e giderdik. Sinema günleri de hoşuma giderdi. Bir hafta enişteme “Ablam bu cumartesi yine çok yoruldu. Bir Numara’nın gününde gidelim“ dedim. Çocuktum, eniştem beni kırmadı, hep birlikte sinemaya gittik. Ancak kapıdaki görevli eniştemi tanımadı “Bu akşam, Bir Numara günü” deyip bizi sinemaya sokmak istemedi. Ancak, o anda güzel bir tesadüf oldu. Eniştemin çalıştığı atölyenin mühendisi ile karşılaştık. Eşi ile sinemaya gelmişti. “Rafet Usta, hoşgelmişsin” deyince içeri girdik.
Film güzeldi, herkes beğendi. Ablam da uyumadı(!). Ancak kapıdaki olaydan eniştem rahatsız olmuştu. Ben de bir daha eniştemden bunu istemedim. Filmi hatırlamıyorum, ama içimden “Ben büyüyünce mühendis olmalı ve Bir Numara’da oturmalıyım” dediğimi hatırlıyorum.
Bir Pertevniyal öyküsü
“O zaman lise bitirme sınavları sözlü idi. Atilla, sınıfın en iyisi idi. Sınavın yapıldığı dersaneye girdi, karşımızda durdu. Ama perişan haldeydi. “Hayrola Atilla?” diye sordum. “Hocam, uykusuzum” dedi. “Ne oldu ?“ dedim. Atilla “Dün bütün gece bana gelen arkadaşlarımı çalıştırdım. Ama ben uyuyamadım. Gözlerimden uyku akıyor. Hocam, ben sizi yormayayım. İzin verin, bütünlemeye geleyim” dedi. Atilla, bize ayıp olmasın diye o gün sınava gelmemezlik etmemişti. “Peki, git uyu” dedik. Teşekkür edip gitti. Sonra eylül ayında bütünlemeye geldi. Atilla’ya ne sorabilirdik ki? “Hadi bize Poncolet Teoremi’ni ispat et” dedik. Bir çırpıda ispat etti ve 10 alıp çıktı sınavdan.
Öyküde adı geçen Atilla, opera sanatçısı bas vokal Atilla Manizade’dir. Kıbrıs doğumludur (1934-Baf ). Ailesi İstanbul’a göç etmiş ve Atilla Manizade, lise eğitimini Pertevniyal Lisesi’nde tamamlamıştır.
Atilla Manizade, İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’ne devam ederken İstanbul Devlet Konservatuvarı Şan Bölümü’nde müzik öğrenimine başladı. Üniversite ve konservatuvarı bitirince Almanya’ya gitti. Almanya’da mimar olarak çalışırken müzik eğitimini de sürdürdü. Alman operası onun uzmanlık alanı oldu. 1960 yılında İstanbul Devlet Operası'nın ilk temsilinde rol almak üzere Türkiye'ye döndü ve İstanbul Devlet Operası'nın önde gelen bas vokalistlerinden biri oldu. Asıl ününü yurtdışında oynadığı operalarda yaptı. Londra, Viyana, Sassari, Prag, Bonn, Frankfurt, Moskova, Leningrad, Belgrad, Sofya, Plovdiv, Budapeşte, Bükreş ve Varşova, gibi otuzu aşkın kentte sahneye çıktı. 1984'te İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nin genel müdürlüğünü üstlendi. Devlet Sanatçısı unvanına sahiptir.
Öyküyü anlatan, Pertevniyal Lisesi’nin efsanevi Müdürü Ahmet Dinç idi. Aynı zamanda matematik öğretmenimizdi. Okulun başarısını İTÜ’ye giren öğrenci sayısı ile ölçerdi. Her ders yılı başında okuldaki bayrak töreni sonunda Mezunlar Derneği’nin bir ödül dağıtımı olurdu. Teknik Üniversite’yi kazananlara T-cetveli ve pergel takımı hediye edilirdi.
Yalnız matematik değil, diğer öğretmenlerimizde de bir teknik üniversite tutkusu vardı. Geçmiş başarılı öğrencilerden söz ederken “İyi öğrenci idi. Ancak Teknik Üniversite’yi kazanamadı, doktor oldu” diye hayıflanmaları bile duymuşumdur.
Sanırım Atilla Manizade lisedeki bu hava ile İTÜ’yü seçmiş ve önce mimar olmuştu.
Bir yorum
Türkiye’deki çalışma yaşamımda insan kaynakları yönetimi ile uğraştım. Bana ne okuduğumu sorduklarında şöyle derdim: “Ben deniz görmemiş Laz gibiyim. Makine mühendisliği okudum, ama hiç makine mühendisliği yapmadım.” “O zaman, niye mühendis oldunuz?” diye sorarlardı. Ben de şöyle cevaplardım: “Bizim dönemimizde evlenmemiş kızlar, ‘Beni ne mühendisler, ne doktorlar istedi; ama ben varmadım’ derdi. Henüz hiç bir devlet yetkilisi de doktorlara “Giderlerse gitsinler“ dememişti. O yıllarda mühendislik ve doktorluk çok gözde mesleklerdi.”
Neden mühendis olduğumu ve İTÜ’yü seçtiğimi kendi kendime sorduğumda da yukarıdaki öyküler gelir aklıma.
Siz mesleğinizi ve bitirdiğiniz üniversiteyi neden seçtiğinizi soruyor musunuz kendi kendinize?