Hayvanat bahçesindeki üniversiteliler
Bir dönemin Sovyet Rusya’sında anlatılan bir fıkra idi. Uzun süredir işsiz kalan üniversite mezunu genç gazetedeki bir iş ilanına başvurmuş. İlan şöyle imiş: “Hayvanat Bahçesi’nde çalışacak, aşağıdaki nitelikte üniversite mezunu gençler aranıyor”. Adayda aranan boy pos ve kilo koşullarına uyan genç görüşmeye gitmiş. İşi anlatmışlar. “Hayvanat bahçemizin çocuklarca çok sevilen gorili öldü. Bütçe kısıtları dolayısıyla yeni goril alınması uzun sürecek. Bu süre zarfında goril kıyafetine girecek, kafeste goril taklidi yapacaksınız, Ziyaretçileri eğlendireceksiniz. İş bu.” Üniversite mezunu genç düşünmüş taşınmış, işi kabul etmiş.Bütün gün kafes içinde zıplayarak goril taklidi yapmış. Ay sonunda maaşını alınca mutlu olmuş.
Bir sabah bakmış hayvanların kaldığı bazı kafesleri temizliyorlar, ama hayvanat bahçesini ziyaretçilere kapatmamışlar. Derken gorilin kafesinin kapısını açmışlar; kafese bir aslanı koyup kapıyı kapatmışlar. Aslanı görür görmez bizimki kafesin en ucuna kaçmış. Ama aslan durmamış, ona yaklaşmaya başlamış Bizimki, can korkusu ile “İmdat” diye bağırmaya başlamış. Aslan hızla yanaşıp bizimkinin kulağına eğilip şöyle demiş:”Sus aptal. Şehirdeki tek işsiz üniversiteli sen değilsin”
İşsizlik konusu
Keskin Rus mizahı ile dile getirlmiş üniversiteli işsizliği, bizde de büyük sorun. Ama bizdeki mizahı bakanlar yapıyor. Üniversite işsizliğinin, gençlerin iş beğenmemesi sonucu olduğunu söylüyorlar. Yapısal sorunu ya bilmiyorlar, ya da ifade ederlerse kendilerinin de işsiz kalacağından korkuyorlar.
Üniversiteli işsizliği konusunda Türkiye’nin çok ilginç bir yeri var. Avrupa Birliği’nin resmi sitesi Eurostat, 2024 yılına ait 33 ülkenin işsizlik rakamlarını açıklamış; Euronews de bunu haber yapmış (https://www.euronews.com/business/2025/07/27/educated-but-still-unemployed-how) Buna göre Avrupa Birliği’nde 15-74 yaş arasındaki nüfusta ortalama işsizlik oranı 5,9 imiş. Türkiye için verilen rakam: %8,8. En yüksek işsizlik oranı, %11,4 ile İspanya’ya ait. En düşük işsizlik oranının olduğu ülke ise %2,6 ile Çekya.
İşsizlik rakamları, eğitim durumuna göre de farklılıklar gösteriyor. Üniversite mezunlarının işsizlik oranında birincilik %9,2 ile Türkiye’de. En düşük işsizlik oranı %1,4 ile Sırbistan ve Çekya’da.
Türkiye’nin, üniversite mezunları arasındaki en yüksek işsizlik oranına sahip olmasının yanında bir özelliği daha var. Türkiyedeki üniversite mezunlarının işsizlik oranı, genel nüfusun işsizlik oranından daha fazla. Söz konusu 33 ülke arasında sadece Türkiye’de durum böyle. Örneğin, genel işsizlikte %11,4 ile başı çeken İspanya’da üniversiteli işsizlik oranı %6,9. En düşük, %2,6 genel işsizlik oranına sahip Çekya’da üniversiteli işsizlik oranı %1,4. Aradaki diğer ülkelerde de benzer durum var.
Diğer ülkelerin tersine, ülkemizde kişiler üniversiteye giderek iş bulma olasılıklarını düşürüyorlar. Eurostat verilerine göre böyle bir anormallik, 21 yılda sadece Türkiye’de gerçekleşmiş. 2004-2024 yılları arasındaki istatistiklere bakıldığımda bu durum, 2011 yılından başlayarak 12 kez olmuş.Peki neden?
En temel neden, işgücü piyasasındaki arz talep dengesizliğidir. İşgücü piyasasına sunulan üniversiteli sayısının yani arzın, piyasanın ihtiyacı olan üniversiteli sayısından, yani talepten fazla olmasıdır.
Arz-üniversitelerde durum
Önce arz kısmına bakalım. Ülkemizde “üniversite” enflasyonu vardır. Toplam üniversite sayısı 208’dir. Bunun dağılımı şöyledir: Devlet üniversitesi-129, vakıf(özel) üniversitesi-75, vakıf yüksekokulu-4. Bu üniversiteler her yıl yüzbinlerce mezun vermektedir.
Ülkemizde yükseköğretim de yapısal olarak temel bazı sorunları taşımaktadır.
Üniversitelerde bölümler işgücü pazarının ihtiyacı göz önüne alınarak açılmamaktadır. Uzun dönemli bir ihtiyaç analizi yapılmamaktadır. Devlet üniversiteleri, adeta Demokrat Parti iktidarlarının “Her mahallede bir milyoner” yaklaşımı gibi “Her şehirde bir üniversite” mantığı ile, bir zamanlar Kızılay’ın “Düğün salonu” açması gibi açılmaktadır.
Üniversite açmanın sadece fakülte binaları inşa etmekten ibaret olduğu sanılmaktadır. Eğitim kurumunun esas sermayesi olan öğretim elemanı ihtiyacı göz önüne alınmamaktadır. Bu nedenle bu üniversiteler yetkin öğretim elemanından yoksun olarak açılmaktadır. Rektör atamaları liyakat yerine partizan bir anlayışla yapılmaktadır. Alt kadrolara atamalarda da adrese teslim ilanlarla eleman arandığına, yeğenciliğin (nepotizm) hüküm sürdüğüne zaman zaman tanık olmaktayız. Bu nedenle, akademik dünyada saygın bir yeri olan üniversiteler de zorlanmakta, erozyona uğrayarak yozlaştırılmaktadır.
Türkiye’de vakıf üniversiteleri de hızlı bir büyüme eğilimi göstermiştir. “Yükselmeye tek yol, üniversitedir” anlayışı ile liselerden mezun binlerce genç, üniversite kapılarını zorlamıştır. Ama devlet üniversitelerindeki kontenjanlar bu talebi karşılayamamıştır. Yasal düzenlemelerle (1981 anayasası ve 2547 Yükseköğretim Kanunu) vakıf üniversitesi kurulmasının önü açılmıştır. Yeni vakıf üniversitelerinin açılması 2000 yılından itibaren devletçe teşvik edilmiştir. Yüksek öğretim bir sektör haline gelmiştir. Bunun sonucu 1984 yılında Bilkent Üniversitesi ile başlayan vakıf üniversiteleri açılımı ile günümüze gelinmiştir.
Vakıf üniversitelerinin çoğunluğu, öğretim olayına daha değişik pencereden bakmaktadır. Bu üniversiteler, adeta “Parayı veren diplomayı alır” mantığı ile diploma üretim merkezleri olarak çalışmaktadır.
Haksızlık yapmalayalım. Hem devlet hem de vakıf üniversitelerinde dünya standartlarında kaliteli üniversitelerimiz vardır. Ancak adına üniversite denen bu kurumların çoğunluğunda (Devlet/özel), özetlemeye çalıştığım durum maalesef budur. Ülkenin geleceğini teşkil eden gençler de bu kurumlardan adına diploma dediğimiz belgelerle pişmemiş olarak iş dünyasına salınmaktadır.
Talep-İş dünyası ihtiyacı
Üniversite mezununa talebin büyük bölümü iş dünyasından gelir. Ancak ülkemizde iş dünyası, yüksek nitelikli çalışanı gerektirecek iş alanları yaratamamaktadır. Ekonomi, ağırlıklı olarak düşük teknolojili üretim, inşaat ve hizmet alanlarındadır.
Arz dünyasındaki bolluktan dolayı, işveren bazen bir lise veya ortokul mezununun yapabileceği bir işe üniversite mezunu birisini almaktadır. Üniversite mezunu genç, mecbur olduğundan kendi kapasitesinin altında bir işte çalışmakta, düşük ücretle çalışmak zorunda kalmaktadır. Ya da “ev genci” olarak evde oturmaktadır.
Sonuç
İşsizlik, bir ülke için hayati bir sorundur. Üniversiteli işsizliği ise daha büyük bir sorundur. Büyük hayallerle okuduğu üniversite çıkışında iş bulamayan gencin evde oturması, “Ev genci” olması, hem kendisi hem de ailesi için psikolojik sorun kaynağıdır. Hem aile hem de ülke için büyük bir ekonomik kayıptır.
Çözüm,yapısal sorunun çözümündedir. Sorunun talep cephesinin gelişimi, ekonominin gelişimine ve yüksek katma değerli ürün ve hizmet yaratılmasından geçmektedir.
Talep cephesinin gelişimi ise, eğitim sisteminin yapısal değişimine bağlıdır. Herkesi üniversiteye yönlendiren mevcut sistem hatalıdır. Herkesin üniversite mezunu olma zorunluluğu yoktur. Herkesin üniversite bitirme kapasitesi de yoktur. Eğitim sistemi, üniversiteye de gitmeden meslek sahibi olmayı da özendirecek bir biçimde işlemelidir. Örneğin, bugün iyi bir tesisat ustası, vasat bir mühendisin çok üstünde ekonomik değer üretebilir ve para kazanabilir. Orta öğretimin meslek eğitimine de önem vermesi ile sanayinin büyük ihtiyacı olan ara eleman sorunu da çözülmüş olacaktır.
Adında “Üniversite” ibaresi olan kurumlar gerçek üniversite kimliğine kavuşturulmalıdır. Üniversiteler, çağın gerektirdiği becerileri ve nitelikleri kazandıracak eğitim kurumları haline getirilmelidir. Diplomalar hakkınca verilmeli, gençler bu “Yapmacık diplomalar” ile artık siz “Üniversite mezunusunuz” diye kandırılmamalıdır.
Henüz hayvanat bahçesinde gorili oynayan üniversite mezunu gencimiz yok ama, üniversite mezunu kuryeler, üniversite mezunu kasiyerler çarpık eğitim sistemimizin bir eseridir