Türkiye, eylül ayı itibarıyla elektrik enerjisi kurulu gücünde 120 bin Megavat (MW) sınırını aştı. Bu seviye önemli bir eşik noktası kuşkusuz… Toplam kurulu güç içerisinde rüzgâr enerjisi 14 bin MW pay alıyor ve bu yatırımların tamamı karada bulunan rüzgâr enerji santrallerinden (RES) oluşuyor. Oysa Türkiye, örnekleri pek çok Avrupa ülkesinde görülen denizüstü RES’leri (DRES) kurulu gücünde sıfır noktasında olmasına rağmen ciddi bir potansiyele sahip. DRES’ler, henüz denizlerimizde hiç uygulama örneği olmayan santraller. İlginç olan nokta ise başta İzmir ve Ege Bölgesi’nde bu santrallerin hemen tüm ekipmanlarını üretebilecek güçlü bir ekosistemin olmasında yatıyor. DRES’lerin en yoğun enerji ürettiği ülkelerden Danimarka’nın Aluwind şirketi de bu sene içerisinde İzmir’de Ege Serbest Bölgesi’ndeki yatırımını devreye aldı ve hazırda bekliyor.
SANAYİ ENVANTERİ HAZIR
Enerji Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (ENSİA), Denizüstü Rüzgâr Enerjisi Derneği (DÜRED) ve Türkiye Gemi İnşa Sanayicileri Birliği’nin (GİSBİR) koordinasyonu; İzmir Kalkınma Ajansı’nın destekleriyle hazırlanan “Denizüstü Rüzgâr Enerjisi Yol Haritası ve Sanayi Envanteri”; Türkiye’de bu alanda görev alabilecek firmaları ve yetkinliklerini dokümante etmesi açısından kritik önemde. İlk iki sivil toplum örgütünün yönetim kurulu başkanları olan Alper Kalaycı ve Dr. Murat Durak, Türkiye’de bu alanda farkındalık oluşmasında çok önemli pay ve motivasyon sahibi olan enerji profesyonelleri. Onların öncülüğünde hazırlanan envanter çalışması ise tüm paydaşların ortak hedefe odaklandığı özgün bir örnek olarak sıkı bir alkışı hak ediyor.
Dünya Bankası ve Türk enerji STK’ları, Türkiye’nin sadece offshore RES potansiyelinin 75 bin MW olduğu bilgisini paylaşırken, sektörün tüm profesyonelleri bu potansiyelin en az 100 bin MW olduğu konusunda ittifak halinde.
POTANSİYELİN ONDA BİRİ HEDEF
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın açıkladığı yol haritasında açıklanan hedefler ise ülke potansiyelinin çok gerisinde. 2040’a kadar 7 bin MW kurulu güce ulaşılması hedefleniyor. Üç tarafı denizlerle çevrili bir yarımada olan Türkiye’nin DRES eksikliğini giderici ihale süreçlerinin zaman kaybedilmeden tamamlanması gerekiyor. Alper ve Murat başkanlar, bu üretim için en uygun yerin, an itibarıyla belirsiz bir geleceğe doğru yol alan Çandarlı Limanı olduğu görüşünde birleşiyor. Aklın yolu bir…Temeli 2011 yılında atılan ve hatalar silsilesi ile saçma bir plansızlıkla bugüne kadar on milyonlarca doları yutan Çandarlı Limanı projesi, gerçekten de bu iş için biçilmiş bir kaftan.
Okurlarımızın zihninde, “DRES’ler neden bu kadar önemli?” sorusunun canlandığını görür gibiyim. Başta Kuzey Avrupa ülkeleri ve İngiltere olmak üzere pek çok gelişmiş ülke, 30 yılı aşkın süredir denizlerde esen rüzgârdan enerji üretiyor. Bu santrallere, sadece enerji üretimi gözüyle bakılmıyor. Denizlerdeki Münhasır Ekonomik Bölgeler’in (MEB) sınırlarının genişletilmesinde, “milli güvenliği güçlendiren bir unsur” olması noktasına odaklanan stratejik bir bakış açısı da egemen. Nitekim bu alanda dünyanın en gelişmiş ülkeleri arasında yer alan ve 2030 yılına kadar Denizüstü RES kurulu gücünü 30 bin MW’a çıkarmayı hedefleyen İngiltere, santrallerini kıyılarından 180-200 kilometre açıkta kuruyor.
Demem o ki… Bir yarımada ülkesi olan Türkiye’nin, DRES’lerin üretim merkezi olmaması mümkün değil. Sonra burnumuzun ucunda duran fırsatları ve potansiyeli görmek istemeyip, enerjideki ithâl kaynak bağımlılığını “dıj güçler”e fatura etmeyelim. Bizden yazması…
JEOTERMALİ JEOFİZİK PROFESÖRÜNDEN DAHA İYİ NÖROLOJİ DOKTORU BİLİR!
“Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz” cümlesi ise 1993 yılında alçakça bir suikasta kurban giden gazeteci Uğur Mumcu’nun tüm toplum kesimlerinin zihnine zerk ettiği bir doğruydu.
Bu özlü cümleyi anımsatma sebebim şu: Aydın’da geçtiğimiz aylarda meydana gelen deprem sonrasında basına demeç vermekte duraksamayan Germencik Çevre ve Doğa Derneği Sözcüsü Dr. Metin Aydın, “kentte faaliyet gösteren jeotermal santrallerin depremin tetikleyicisi olduğunu” belirtiyor. Sağ olsunlar gazeteci meslektaşlarımız, “bu bilginin kaynağının ne olduğu” gibi basit bir soruyu bile sormuyorlar Sayın Aydın’a. Söylenen cümleler mutlak bilimsel doğruymuş gibi çarşaf çarşaf yayınlanıyor gazete sayfalarında ve haber sitelerinin ekranlarında.
Pekâlâ… Gazete sayfalarında “uzman görüşü” vererek boy gösteren Metin Aydın’ın asıl uzmanlık alanı nedir? Nöroloji… Bu açıklamadan birkaç gün sonra ülkemizin en saygın deprem uzmanları arasında yer alan, aksi gibi memleketi de Aydın’ın Nazilli ilçesi olan jeofizik profesörü Övgün Ahmet Ercan, “Bunlar bilim dışı şeyler. Deprem, oradaki kırıkların gerginliğinin boşalması nedeniyle olur. Jeotermal enerji santralleri ile bir alakası yok. Bu saçma bir şey. Santrallerin kuyu derinlikleri 1000 metre dolaylarında, deprem odakları yaklaşık 5 kilometre. Ne alakası var?” diyor.
Pekâlâ… Ahmet hocanın açıklamaları aynı gazetelerin sayfalarında yer buluyor mu? Elbette hayır! Demem o ki… Gazeteciler elbette bölgelerinde yaşanan gelişmeleri sorgulayan, somut önerilerde bulunan açıklamaları sayfalarına taşısınlar. Ancak bu açıklamaları yapanların yetkinliklerini, uzmanlıklarını, konuya olan hakimiyetlerini ve bilimsel bilgi seviyelerini mutlaka sorgulasınlar. Aksi halde, beyin doktorundan mühendislik yorumu alma gülünçlüğüne aracı olma konumuna düşerler.
Bizden yazması…