Cumhuriyet, yalnızca geçmişe ait bir hikâye değil; geleceğe bırakılmış bir emanet. Sürdürülebilirlik ise bu emaneti yaşatmanın en çağdaş yolu.
Cumhuriyet, bir ulusun yeniden doğuş hikâyesidir. Yalnızca bir yönetim biçimi değil; insanın kendi kaderine, doğasına ve geleceğine sahip çıkma iradesidir.
Sürdürülebilirlik kavramı da aynı özü taşıyor: Sorumluluk, adalet, dayanışma ve gelecek kuşakların hakkını koruma bilinci.
Yüzyıl önce Cumhuriyet, bir enkazın içinden filizlendi. Ekonomisi çökmüş, kurumları yıkılmış, toplumu yorgun bir ülke, ortak bir ideal etrafında yeniden inşa edildi.
O idealin adı “kendi ayakları üzerinde durabilen, üretken, eşit ve özgür bir toplum”du. Bugün sürdürülebilirliğin de özünde aynı hedef var: Doğaya, insana ve değerlere saygılı, kendi kaynaklarıyla geleceğini kurabilen bir dünya.
Cumhuriyetin ilkeleri, sürdürülebilirliği çok önce tarif etti
Cumhuriyet, adaletin ve eşitliğin üzerine kuruldu. Kadınların seçme ve seçilme hakkı, eğitimin yaygınlaşması, bilimin rehber kabul edilmesi… Bunların her biri, bugün sürdürülebilirlik raporlarında “sosyal kapsayıcılık”, “insan sermayesi yatırımı” ve “inovasyon” olarak karşımıza çıkan kavramların tarihsel kökleri aslında.
Bir ulusun kalkınması yalnızca ekonomik büyüklükle değil, adaletle, fırsat eşitliğiyle, üretim ve paylaşım dengesiyle mümkün. Cumhuriyet bunu, henüz “sürdürülebilir kalkınma” kavramı literatüre girmeden çok önce söyledi. Bugün Atatürk’ün “En büyük eserim” dediği Cumhuriyet’i yeniden düşünmek, aslında bu değerleri çağın gereksinimleriyle yeniden tanımlamak anlamına geliyor. Çünkü sürdürülebilirlik, Cumhuriyetin yüzyıl önce başlattığı dönüşümün doğal devamı niteliğinde.
Kalkınmanın vicdanı: Adalet ve denge
Cumhuriyet, insanı merkeze alan bir toplumsal sözleşmeydi. Sürdürülebilirlik de gezegeni merkeze alan yeni bir sözleşme. İkisi de dengesizliğe karşı bir duruşu temsil ediyor. Cumhuriyet, sınıfsal ayrıcalıkları reddederek adaleti savundu; sürdürülebilirlik, çevresel tahribatı ve sosyal eşitsizliği reddederek aynı adalet duygusunu gezegen ölçeğine taşıyor. Bu yüzden, bugün enerji verimliliğinden kadın istihdamına, eğitim hakkından yeşil üretime kadar her alanda yapılan çalışmalar, Cumhuriyet’in “insan onuruna yakışır bir yaşam” idealinin sürdürülebilirlik çağındaki karşılığı.
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında fabrikalar, okullar, köy enstitüleri birer üretim merkezi olmanın ötesinde, birer umut okuluydu. Bugün sürdürülebilirlik girişimleri, karbon emisyonu hedeflerinden çok daha fazlasını temsil ediyor: Bir geleceği birlikte kurma umudunu.
Kadının varlığı, geleceğin sürdürülebilirliği
Cumhuriyetin en devrimci adımlarından biri, kadını toplumun öznesi haline getirmesiydi. Kadın eğitilmeden, özgürleşmeden bir ülkenin ilerleyemeyeceği çok iyi biliniyordu. Bugün, Birleşmiş Milletler’in 17 Sürdürülebilir Kalkınma Amacının neredeyse tamamı, kadınların toplumsal hayattaki etkinliğiyle doğrudan bağlantılı.
Kadın eşitliğini, çevre bilincini, eğitim fırsatını ve ekonomik üretimi bir bütün olarak ele almak; Cumhuriyet’in temellerinde var olan “insan odaklı kalkınma” anlayışının günümüze uyarlanmış ifadesi. Kısacası, kadınların güçlenmesi yalnızca bir sosyal hedef değil, Cumhuriyetin sürdürülebilirliğinin de teminatı.
Bilim, akıl ve yenilik: Geleceğe açılan kapı
Cumhuriyetin temel ilkelerinden biri “hayatta en hakiki mürşit ilimdir” anlayışıydı. Bugün sürdürülebilirliğin en güçlü motoru yine bilim: Yenilenebilir enerji, döngüsel ekonomi, yeşil teknoloji, yapay zekâ destekli kaynak yönetimi… Hepsi, Cumhuriyetin “bilimle ilerleme” idealinin çağdaş araçları.
Cumhuriyetin kurucu kuşağı, 1923’te bugünün teknolojilerini değil; düşünme biçimini inşa etti. Aynı şekilde, sürdürülebilir bir gelecek de yalnızca teknolojik yenilikle değil; etik, bilinçli ve paylaşımcı bir düşünce sistemiyle mümkün.
Cumhuriyet: Bir ülkenin, bir gezegenin umut vaadi
Cumhuriyet, bir halkın iradesiyle yeniden var oluşunun adı. Sürdürülebilirlik ise, aynı iradenin dünya ölçeğinde yeniden uyanışı. Cumhuriyet, geçmişin yıkıntıları arasından geleceğe köprü kurdu; sürdürülebilirlik, bugün krizlerin ortasında aynı köprüyü insanlık için kuruyor.
Cumhuriyet, “geleceği emanet edeceğimiz gençleri” yetiştirmeyi görev bildi. Sürdürülebilirlik ise “geleceği emanet edeceğimiz gezegeni” korumayı görev biliyor. İkisi de birer emanet, birer sorumluluk, birer vicdan çağrısı.
Bu yüzden bugün 29 Ekim’i kutlarken, sadece tarihsel bir dönüm noktasını değil; geleceğe duyulan inancın sürekliliğini kutluyoruz. Cumhuriyet, en büyük sürdürülebilirlik projesidir; çünkü bir ulusun kaderini değiştirdiği gibi, her nesle “daha iyisini bırakma” ahlakını miras bıraktığını unutmamak gerekir.
