Prof. Dr. Ayşe Zarakol Cambridge Üniversitesinde uluslararası ilişkiler okutuyor. Başka şapkaları da var: Emmanuel Collgege’de siyaset bilimler araştırmacısı. Uzmanlık alanı, dünya düzenlerinin tarihi, modernite ve egemenlik.
Popüler bilim dergisi Herkese Bilim Teknoloji’nin 400’uncu sayısında kısa bir söyleşisi yayımlandı. Uluslararası eleklerin üstünde kalmayı başarmış genç bilim insanımızın mesajlarını yorumlayarak özetleyelim:
– Kimilerine göre “geçiş dönemindeyiz”, başka açıdan bakanlara göre ise “düzensiz dönem beklediğimizden uzun sürecek”.
– Çoğumuz, bu çalkantılı dönemin kendi “yeni normalini” yaratacağını, düzensizlikten düzene geçileceğini bekliyoruz.
– Özellikle son iki asrın baskın koşullarının yarattığı zihni modelimiz “doğa kritik eşikte durmayı sevmez” algısına dayanıyor; bir süre sonra yeni bir büyüme ve gelişme beklentisi kısa dönemli düşünceleri besliyor.
– “Çoklu krizler dönemindeyiz”, bu krizleri, teknolojinin nitelik değiştirmesi, iklim değişikliği, salgınların etkisi, kritik sistemler (gıda arzı güvenliği, sağlık sistemleri, su kıtlığı, iletişim ve eğitime erişme yetersizlikleri) etkiliyor.
– Dijital platformlar yeni bir ölçeklendirme, kapsam ve öğrenme süreçleri gerektiriyor. Biyosferin bütünlüğü, kara sistemlerinin değişmesi, biyokimyasal akışların etkileri, sratosferdeki ozon incelmesi, okyanusların asitlenmesi ve yeni varlık biçimleri “çoklu krizleri” yaygınlaştırıyor.
– İşgücü gelirleri geriliyor, gelir eşitsizlikleri artıyor ve nüfus hareketlerindeki eğilimler alışılmış ve bildik yöntemlerden farklı yol ve yordam gerektiriyor.
– Teknoloji niteliğindeki değişmeler, insanın geçim örgütlenmesindeki konumunu değiştiriyor; geçmişin yerleşik düzenleri işlerliğini yitiriyor.
Kendimize ayna tutmalıyız
Değişik medya platformlarındaki birçok programı “ keklik öttürme” diye eleştirirken, kendi yazdıklarımızı sorgulamazsak, ahlâk çeperlerinin dışına çıkarız. Günlük yaygın medyada geçerli olan alışkanlıklara, kullanılan dile, veri ve bilgi düzeyine tutsak olursak; özü, sözü ve davranışı birbirine uymayan “iç tutarsızlığın” çürümesiyle yüzleşir; özümüzü azaltırız.
Akıl, popülist şark kurnazlığının egoları şişiren avareliği için değildir; sorun çözmek için vardır.
“Uzun sürme olasılığı yüksek olan çoklu kriz” karşısında neler yapmamızı gerektiği, kullanabilecek araç çantasının kapsamı önemli ölçüde biliniyor. Atılacak her adım için “yeni keşifler” yapmanın gereği de yoktur, anlamı da…
Ne diyor Mevlana: “İki yol var her insanın önünde/ Kolayını arar gelenekte dininde/ İçine yolculuk yaparsa eğer/ Farklı yollar bulacaktır derinde…”
Çoklu kriz koşullarında “işimizi etkin yönetmek istiyorsak” ,kalkanlarımızı kaldırarak, savunmacı kısırlığın bataklarına sapmadan kendimizi sorgulamalıyız:
Bilimin “matematik, istatistik ve olasılık” alanındaki kazanımlarını işimizi yönetirken kullanıyor muyuz?
Matematikçilerin alanı olmasına rağmen “kuvvet yasalarının” yarattığı en büyükle en küçüklerin birbirine karıştığı, belirsizliklerin arttığı “çoklu kriz koşullarına” etkileri ve olası stratejiler hakkında gerektiği kadar veriye sahip miyiz; analiz yaparak yeni yollar arıyor muyuz?
Bilim ve teknoloji başta olmak üzere, her alanda çağımızın yarattığı araçları kullanarak “çoklu krizle başa çıkma ” konusunda aklımızı ve enerjimizi yoğunlaştırabiliyor muyuz?
Peter F. Drucker’in ünlü “İş Teorisi” makalesinde belirttiği gibi, iş işyerleri kötü yönetildikleri için batmaz, “varsayımlarını sorgulamadıkları” için batar diyen uyarısının gereklerini yerine getiriyor muyuz?
Karakurum ya da Ulanbatur’da oturan Moğol Hani Ogeday’ in Çin Seddi’inden Macaristan’da Tuna’nın ötelerine kadar uzanan imparatorluğunda yaklaşık 5 bin kilometre uzaklıkta egemenliği altındaki yerlerde olup bitenden, geliştirdiği Yam Sistemi ( Yaklaşık 40-50 km aralıklarla iyi atlar besleme istasyonları ve eğitimli ulaklarla)sayesinde 5 gün içinde haberdar olabildiği öğrenerek, değişen her koşulda insan aklının bir çözüm bulmak için var olduğunu zihninizde meşrulaştırabiliyor muyuz?
Aklımızı harekete geçirerek, başkalarıyla bildiklerimizi paylaşarak çoklu krize karşı öngörme-önlem alma disiplinini uygulayarak çıkış yolları arayanlara katkı mı yapıyoruz; yoksa başkaları yapsın, ben onları izleyerek günü kurtarırım şark kurnazlığının kolaycılığının şemsiyesine mi sığınıyoruz?
Edilgen tavır çıkmaza sokar
Çoklu kriz koşullarında, “kervan yolda düzelir” gibi abartılı pragmatist yaklaşımlar kaynak israf ettirir. “Bekle-gör” anlayışından beslenen edilgen tutumlar da bizi yaratmak istediğimiz sonuca taşımaz; kendi ayaklarımıza kurşun sıkmakla eşanlamlıdır.
“Çuvaldızı başkasına batırmadan, iğneyi kendimize batıralım”: Gelin, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılını vesile ederek, söylediklerimizin, yazdıklarımızın, çizdiklerimizin, aldığımız kararların, oluşturduğumuz kurumların, uyguladığımız stratejilerin, hayata taşıdığımız projelerin neden ülkemizi kişi başına 25 bin dolar düzeyine çıkarmadığını sorgulayalım.
Hint atasözünde dendiği gibi, “İşaret parmağını doğrultarak komşunu suçlarken, dikkat et üç parmağın kendine dönüktür” uyarısı, uygarlık tasavvurumuzu, kültürümüzü, bilim-teknoloji kavrayışımızı, zihni modellerimizin varsayımlarını, gerçekliklerimizi özümüze dönük sorgulamalıyız: Yaşama anlam katmak için yaptıklarım, ülke sorunlarının çözümüne katkı yaptı mı? Yoksa ucuzcu popülizmin konforunu, işimi iyi yapmanın özverisine tercih mi ettim?
Yeni yılda, “ Karpuz keserek yürük ferahlatma” kısır döngüsünü devam mı ettireceğiz, yoksa Kayseri’de dendiği gibi, “Yakınma yekin” anlayışını tercih mi edeceğiz?
Edilgen tavrın kısırlığından, harekete geçmenin üretken risklerini üstlenmeye doğru yelken açmazsak, söylediklerimizin ve yazdıklarımızın hiçbir anlamı olmaz… Yaşama “değer katmadan” onu nasıl “anlamlı” hale getiririz, nasıl?