Tekstil sektörünün ivedi gündemi, bu yazıda çerçevesi çizilen adımların atılmasının tek başına bireylerin, kuruluşların, kurumların ve firmaların işi olmadığını kavramaktır. Böylesine büyük dönüşüm sürecini ancak “kolektif akıl ve güç yönetebilir”. Tekstil sektörünün bütününe yarım yüzyıllık “toplumsal birikim” olarak bakmak; “kapsayıcı bir anlayışı” öne çıkararak çözümler üretmek gerekiyor.
Sorunlarımızı anlama ve anlamlandırabilmenin özünü oluşturan “içgörülerimizi güçlendirme bileşenlerden” biri de “tarih bilincimiz”.
Tarihte “altın çağ miti” yaratarak, “ırk ve inanç değerleri sosuyla” tatlandırılmış “popülist ve pragmatist” hikayelerin çekiciliğiyle kitleleri yönlendirebiliriz. Tarihten yararlanmanın diğer yolu, geçmişte yaşananlarla ilgili “aşırı ve noksan değerlendirmeler” yapmadan, yaşanmış olanları gerçek bağlamlarıyla değerlendirerek “içgörülerimizi güçlendirme” , yaşamın öz gerçeğine yakın kararlar alarak, daha sağlıklı bir gelecek inşa etmedir.
Biz bu yazımızda tekstil sektöründe “ehlileşmiş geri çekilme planı” ve “ makine üretiminde ‘castra’ ihtiyacı” üzerinde bir kez daha durmak istiyoruz. Ülkemizin önemli birikim alanlarından biri olan sektörle ilgili “inisiyatif geliştirerek” ödünsüz uygulamazsak, önemli kazanımlarımızı yitirebiliriz.
Castra bir gelenek gücüdür
Roma orduları, savaşa girmeden önce, savaş alanında geçici kale kurardı; ahşap kazıklar ve toprak yığınlarından oluşan bu kalelere de “castra” adını verirlerdi. Castra, savaşın doğasını oluşturan “saldırının ve savunmanın” geleneklerinden biriydi. Geçici kaleler genellikle dörtgen şeklinde inşa edilir; içerisinde barınma yerleri, gıda ve silah depoları, ordu yönetiminin karargâhı bulunurdu.
Günümüz dünyasında “hâkimiyetçi rekabet” anlayışı, “Rakibin bütün hatlarına saldır; bütün potansiyellerini yok et, yok edemiyorsan uzlaş, ittifak oluştur ve ortak ol !” algısı üzerine kuruludur. Ticaret savaşlarının açık ya da gizli strateji, taktik ve operasyonları yaygınlaşmakta ve derinleşmektedir. Rekabet savaşlarının alabildiğine kızıştığı günümüz dünyasında iş insanlarımızın “yeni, gelişme ve modernizasyon yatırım planları” yapması ne denli önemliyse, “geri çekilme planları” da o denli önemlidir.
Roma ordusunun hücum ve savunma konusunu inceleyen tarihçilerin bizlere aktardığı özelliklerinden bir örnek paylaşarak, “tekstil makineleri üreticilerimizin yeni nesil değer yaratma zincirinde konumlanmasının” gereklerini netleştirebiliriz.
Roma’nın düşmanlarından biri de kuzey sınırlarında yaşayan Galyalılar’dır. Ünlü Galya Savaşları’nda yaşanmış bir olay anlatılır.
Galya sınırlarındaki keşif birliklerinin komutanları Sezar’a ulaşırlar. Derler ki, “ Sezar, sınır boylarındaki Galya askerleri son derece dağınık, disiplinsiz, ne yaptıklarını bilmeden oralarda başıboş dolaşıyorlar. Toparlanmalarına imkan vermeden disiplin ordumuz hücum etsin, hepsini yok edilim!”
Sezar sorar: “Castra yapıldı mı?” Keşif birlikleri komutanı, “Hayır, yapılmadı… Ama Galya askerleri öylesine dağınık, öylesine büyük bir fırsatımız var ki, Castra yapma için zaman yitirmemiz aleyhimizde olur!”
Sezar “Önce Castra inşa edin. Barınma yerlerini, gıda depolarını, silah depolarını tamamlayın ve doldurun!” emrini verir.
Askerler biraz şaşkın ve çaresiz Sezar’ın emrine uyar, castra inşasına başlar, birkaç haftada işi bitirirler. Gidip Sezar’a emrini yerine getirdiklerini söylerler.
Sezar sahaya iner; castra inşaatını ve depolarını denetler ve keşif birliklerinin komutanlarına sınırdaki Galya askerlerinin durumlarını rapor etmelerini ister.
Sınır boylarına sızan keşif birlikleri, Galya askerlerinin daha önce gözledikleri gibi sahada dağınık ve disiplinsiz olduklarını gözler, Sezar’a iletirler.
Sezar, “ Saldırın!” emrini verir.
Roma askerleri sınır boylarını geçince, hazırlıklı, disipli ve saklanmış ve bütünlüğünü koruyan Galya gücüyle karşılaşır. Savaş kızışır; topraklarını savunan Galyalı askerler Roma ordusunu dağıtır; her zaman olduğu gibi Romalı askerler castra ‘ya sığınır; geleneksel “çekilme planını” uygulayarak en az kayıpla ülkelerinin içlerinde güvenli bir yerde konumlanır.
Tarihçiler, “gelenek rutininin” koruyucu gücü ve güveni sürdürme etkilerini anlatırken bu örneği paylaşır.
“Türk ordusu çekilmeyi bilmez!”
Roma ordusunun gelenek gücünü bir yana bırakalım; kendi yakın tarihimizde yaşananlardan dersler çıkarmaya çalışalım.
Kurtuluş Savaşı’nın önemli hamlelerinden biri, İnönü’den milli ordunun Sakarya Irmağı’nın doğusundaki bir hatta çekilmesidir.
İzmir’e çıkarma yapan ve Batı Anadolu’ yu işgal eden Yunan Ordusu’nun hedefi Ankara’ya ulaşarak milli harekete son vermekti: Bursa ve İnegöl üzerinden harekete geçen Yunan Ordusu İnönü’de karşılandı; hızla ilerlemesi engellendi. Sonra Ankara’daki “kurmay aklı” Sakarya Irmağı’nın doğusuna çekilerek Yunan güçlerini Denizli-Uşak- Afyon hattı ile Bursa-İngöl- Bozüyük-Eskişehir olmak üzere bölünmesini sağlamak, cepheyi genişletmeye karar verdi; “geri çekilme harekatı” başlatıldı.
Türk Ordusu’nun geri çekilme sırasında, bu yazının “merkez düşüncesini” oluşturan bir olay yaşandı.
Yunan Ordusu iki cephede ilerlerken, Afyon ve Kütahya’nın kuzeyinde, Eskişehir’in güneyinde bulunan Türkmen Dağı’nda Seyitgazı- Kırka- Dögel- İhsaniye arasında “Müstakil Kolordu” oluşturulmuştu. Kolordunun komutanı da Prens Andre’di. Afyon ve Eskişehir cephelerine yakın coğrafyada konumlanan bu kolordu, yardım ihtiyacı olduğu zaman harekete geçecekti.
Prens Andre, Afyon, Kütahya ve Eskişehir arasındaki Türkmen Dağı’nın bin 826 metre yüksekliğinde, İdrisyayla Köylü’nün kuzeyindeki zirveden İnönü’den Sarı su Eskişehir ve Porsuk Çayı yönünde çekilen Türk Milli Ordusu’nu gözlüyordu. Yunan Ordusu genel kurmayına telgraflar çekti: “ Türkler askeri strateji ve taktik kurallarına uygun son derece düzenli bir çekilme harekatı uyguluyor. Yenilmiş bir ordunun dağınıklığından hiçbir belirti yok!”
Batı’nın güçlü devletlerinin desteğini almış olan Yunan Ordusu Genel Kurmayı Prens Andre’yi dikkate almıyordu; çünkü zihni modelleri Osmanlı Ordusu’nun 6 yüz yıllık deneyiminde “hücumda üstünlük” gösteriyordu, ama “düzenli çekilmeyi bilmiyordu” önyargısı üzerinde kuruluydu. Bu önyargı, uyarının gerektirdiği önlemlerin alınmasını engelledi.
Sakarya Zaferi, arkasından Büyük Zafer geldi.
Yunan halkının Küçük Asya Felaketi diye adlandırdıkları işgale katılan ordu yöneticileri yenilgi üzerine yargılandı. Yargılanan ordu yöneticileri arasında Prens Andre de vardı. Mahkemede yaptığı savunmayı Felakete Doğru adlı kitabında anlattı. Kitap 1936’da dilimize aktarıldı.
Anlattığımız bu tarihsel gerçekten çıkaracağımız ders şu: Savaş, büyük krizler ve oluşumları yönetirken, gelişme planları kadar çekilme planları da çok değerli araçlardır.
Büyük bir ticaret savaşının yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Bu savaşın ön cephelerinde yer alan tekstil sektöründe “ehlileştirilmiş çekilme planlarına” ve tekstil makine sektöründe de “castra ihtiyacı” var,
Ne yapmalı ve nasıl yapmalıyız?
Bu ülkenin yurttaşları olarak hiçbirimizin unutmaması gereken gerçek, “hâkimiyetçi rekabet koşullarının” gidererek yaygınlaşması, yoğunlaşması ve derinleşmesi olgusudur. “Hakimiyetçi rekabetin temel algısı, rakibinin bütün hatlarına saldır; bütün potansiyellerini yok et; yok edemiyorsan işbirliği yap ve ortak ol !” anlayışı üzerine kuruludur.
Ticaret savaşının kızıştığı günümüzde, tekstil sektöründe büyük bedeller ödeyerek sağladığımız kazanımları “palan disiplinine” uymama nedeniyle yitirmemeliyiz.
Gözlemlerimize çok önemli iki alanda yeni bir strateji belirlemeye ihtiyacımız var: Biri, sektörün bütününde “gelişme planları kadar ehlileşmiş geri çekilme planlarımızı” hızla tamamlayarak ciddiyetle uygulanması. Diğeri, daha uzun soluklu bir gelişme alanı olan “tekstil makineleri sektörüne bir castra “ oluşturma.
- Tekstil sektöründe ehlileştirilmiş geri çekilme :” bir gerçeklik. İngiltere’den Kıta Avrupası’na, oradan ülkemiz ve benzer ülkelere göç eden sektör, şimdi bizim ülkemizden başka ülkelere göç süreci yaşıyor. Bu süreç, sözcüğün tam anlamayla bir “geçiş dönemi”oluşturuyor.
Geçiş dönemleri içinde “kriz” barındırır. Krizler, en büyükle en küçüğün karıştığı, simetrilerin bozulduğu ve asimetrilerin yaygınlaştığı, karmaşanın ve belirsizliğin arttığı dönemlerdir. Kriz dönemlerinin asimetrisine yanıt verecek olan “proje-odaklı esnek alternatif tepki biçimlerini” örgütlemedir.
Eğer tekstil sektörümüzün geçiş sürecinde bugün yaşadığı olağanüstü oluşumlardan firmaların ve ülkemizin en düşük maliyetle çıkmasını istiyorsak mutlaka, “piyasanın vahşi tasfiyesinin” yaratacağı değerli varlık kayıplarını önlemek için “ ehlileşmiş geçiş yaratacak olan planlı dönüşümü” ivedilikle yaşama taşımamız gerekir.
Hızla sektörle ilgili “dinamik envanter” yaparak “olanak ve kısıtlarımızla” ilgili “ doğru veriler ve net bilgiler” elimizin menzilinde olmalı. Eğer net bilgi edinirsek, “öncelikleri” belirler; hangi alanları terk edeceğimizi, nerelerde odak değiştireceğimizi, hangi alanlarda uyum sağlayabileceğimizi ve gelecekte hangi fırsatları değerlendireceğimizi tanımlar, betimler ve belirleyebiliriz.
Tekstil sektörünün ivedi gündemi, çerçevesi çizilen adımların atılmasının tek başına bireylerin, kuruluşların, kurumların ve firmaların işi olduğu düşüncesinden vazgeçmektir. Böylesine büyük dönüşüm sürecini ancak “ kolektif akıl ve güç yönetebilir”.
Tekstil sektörünün bütününe yarım yüzyıllık bir “toplumsal birikim” olarak bakmak; “kapsayıcı bir anlayışı” öne çıkarmak gerekiyor.
Tekstil sektörünün “geçiş dönemi sorunları” bağlamında “tekstil makineleri üretimi alt sektörünün sorunlarını” çözebilmek için “ayrışan özellikleri” iyi bilmeliyiz. Almanya ve İtalya karşılaştırmalı üstünlüklerini yitirdikleri tekstil üretimi alanlarından geri çekildikten sonra, makine üretimini önemli bir gelir alanı olarak sürdürmüştür. Bizim makine üretimi bağlamında yaklaşımımız da benzeri olmalıdır.
2. Tekstil makineleri üretiminde castra ihtiyacı: Castra bir geçici kale. Ne olduğunu, hangi amaçla kullanıldığını, nasıl bir geleneksel değer ürettiğini yazının giriş bölümünde paylaştık.
Tekstil makineleri konusunda yapılması gerekenleri şöyle sıralayabiliriz:
- Siyasi irade, bürokrasi, sektör sivil inisiyatifleri, işgücü örgütleri, ilgi duyan medya mensupları ve ayrını bilgisi olduğuna herkesin katılacağı, kapsayıcı bir anlayışın egemen olacağı bir çalışmayla “envanter” oluşturulmalıdır.
- Envanterin sağlıklı verileri, net bilgiye dönüştürülmeli, hangi makinelerde küresel rekabeti sürdürebileceğimiz, hangilerinde sürdüremeyeceğimiz analizle netleştirilmeli. Potansiyeli yüksek tekstil makinelerinde, serbest ve adil piyasa koşullarında rakiplerle eş düzey yarış yapabilecek “şans eşitliği” yaratılmalıdır.
- Sektörde tedarik zinciri analiz edilmeli, zayıf halkalar belirlenmeli ve o halkaların güçlendirilmesi için proje-odaklı çözümlere öncelik verilmelidir.
- Makine üretiminde “marka ve imajın” önemi dikkate alınarak, tanınmış markaların satın alınması, küresel marka ihtiyacının daha az kaynak bağlanarak elde edilmesi stratejisi ciddi biçimde desteklenmelidir.
- Makine üretimi ekosistemleri analiz edilerek, sistemlerin asalak unsurları ile geliştirici yönleri belirlenmeli, ülkemiz ekosisteminin güçlü gelişme yaratacak yapıya sahip olması için yasal ve yönetsel düzenlemeler ivedilikle yürürlüğe konmalıdır.
- Tekstil makinelerinde enerji tasarrufu, su tasarrufu ve diğer Ar-Ge gerektiren hususlarda ayrışabilmemiz için de özel bir plana, yeteri kaynak sağlayan bir teşviş sistemine hemen geçilmelidir.
- Yetişkin işgücü sorunlarından hammadde ihtiyacına, enerji maliyetinden tedarik zincirinde zayıflık yaratan alanlara, “Çin faktörü” etkilerinden diğer bütün değişkenlere tekstil makineleri üretiminde ne yapmak istediğimizi, nerede olmamız gerektiğini hep birlikte karar vermeliyiz.
Tekstil makineleri alt sektöründe castra ihtiyacını herkes görmeli, herkes elini taşın altına koymalı ki ülkemiz kazansın, gelecek bizim olsun!