İyi işler yapılması hepimizin ortak yararına. Hiçbir önyargıya, kalıp düşünceye, yerleşik doğruya, kör inanca aklımızı emanet etmemek için çabalamalıyız.
Türkiye Sınai Kalkınma Bankası’nın (TSKB) 75’inci yılını vesile ederek EKONOMİ gazetesiyle düzenlediği ve gelenekselleştirmek istediği ikinci toplantısında “Üçüz dönüşümle potansiyel büyümeyi yükseltmek” ana teması işlendi. Sonunda söylenmesi gerekeni baştan söylemeliyim: Banka yöneticileri Prof. Dr. James A. Robinson, Prof. Dr. Ufuk Akçiğit, Prof. Dr. Selçuk Şirin, Doç. Dr. Cevat Giray Aksoy gibi uluslararası eleklerin üstündeki entelektüelleri dinleyebilme şansı yarattıkları için içten bir teşekkürü fazlasıyla hak etti.
Bizim topluluklarımız “ne sordu, ne yanıt aldı?” sorusuyla merakını ateşleme yerine, “çok sordu, uzun soru sordu” gibi “yetmezliğin itişi, ihtirasın çekişi” saptırmalarına yatkın insanlarla doludur. Her şeyin çok katmanlı, çok çeşitli hale geldiği, karmaşanın kargaşaya dönüştüğü, belirsizliklerin çaresizliğe dönüşmesinin güç kazandığı ortamda sormaktan kaçınmayan “ağır abi” kutsal şalının altında saklamaya hiçbir dönemde prim vermedim. Katıldığım toplantılarda, sorulması gerektiğini düşündüğüm soruları sordum.
Yüzde 9’u aşan büyüme
Daron Acemoğlu’nun entelektüel emektaşı Nobel Ödüllü Prof. James A. Robinson’a sordum: “Ülkemiz geride bıraktığı 100 yılın sadece 27 yılında planlı kaynak yönlendirmesi yaptı. Geriye dönüp baktığımızda plan uygulandığı dönemlerde ortalama yüzde 9,5 büyüme gerçekleşmiş. Popülist ve pragmatist yönetimlerin egemen olduğu 73 yılda ise ortalama büyüme yüzde 5,3 düzeyinde. Toplumumuzun yüzlerce yıldır ‘ordu-millet’ algısını da dikkate alarak, konuşmanızda tanımladığınız ‘Çin faktörü’ bağlamında nasıl bir kalkınma yol ve yöntemi izlememiz doğru olur?”
Robinson, soruya yanıtını toplumların başlangıçta yüksek büyüme gerçekleştirdikleri, sonra bu büyüme oranlarının daha düşük düzeylerde gerçekleştiği gerekçesine dayandırdı. Demek istiyordu ki, yaratılan sonuçlarda “plan etkisine” arama yerine büyümenin başlangıç ve ilerleme aşamalarında oluşan piyasa ekonomisi ekosisteminin işleyişi önemli.
En azından ben verilen yanıtı böyle anladım. Soruya verdiği yanıtlarının uçlarını açık bırakmayı yeğlediğini düşündüm.
Çalışmalarını ilgiyle izlediğim Prof. Dr. Ufuk Akçigit sermaye, işgücü piyasalarının katkısı, verimlilik alanlarında değerlendirme yaparak, “ Sorunları anlayarak veri-odaklı çözümler kurgulamamız gerekiyor” temasını işledi.
Akçiğit’e, “Bilerek ve seçerek, ülkemizde üretilen verilerin çürümüş ve kokmuş olduğunu söylemek istiyorum. Elimizdeki veri setiyle, ihtiyaçlar net tanımlanabilir mi, ihtiyaç öncelikleri belirlenebilir mi, öngörme ve önlem alma disiplinine uyarak daha sağlıklı bir gelecek inşası mümkün olabilir mi? Neden bir veri seferberliği ilan ederek, üretim gücü haline gelen veri konusunda gerekeni yapamıyoruz?” sorusunu yönelttim.
Akçiğit, sorulan sorunun hakkını vererek yanıtladı. Kapsamlı bir açıklama yaptı. Ülkemizde yapılan araştırmalarda veri üretebilmek için ek emek ve zaman harcandığını belirtti. Verinin çok önemli bir üretim gücü haline geldiğinin altını çizdi. Veri-odaklı karar üretmenin çıkış yollarından biri ve önemli olduğunu güçlü bir biçimde vurguladı.
Ülke insanının kalkınma ve gelişmesine katkı yapma konusuna içtenlikle inanmış herkese sormak istiyorum: Sağlıklı ve güvenilir kolektif veri üretmeden, hakimiyetçi rekabette değer yaratma zincirinde doğru konumlanma yapabilir miyiz? İnsanımızın refahını olması gereken düzeye çıkarabilir miyiz?
“Kalkınma ve gelişmede eğitim etkisinden” söz ettiğinizde Ardahan, Şavşat ve yakın çevrede yaşayanlar ya da kökleri oralara kadar uzananlara “Cılavuz Köy Enstitüsü” etkenini anlatmazsanız eksiklik hissederler. Yörenin öz çocuğu olan Prof. Dr. Selçuk Şirin’e Polonya örneğinden kalkarak “iyi eğitim ve kaliteli yönetim” konusunda anlattıklarını yerele indirgemesi için anımsattım: Cılavuz’dan söz etmediniz, anlattığınız “eğitim etkeni” yerel bağlamından kopmaz mı?
Herkesin zihin derinliklerine perçinlenecek yaşanmışlıklar anlattı Selçuk Şirin. Köy Enstitüleri gerçekliğini dillendirdi.
Cevdet Yılmaz’a sitemim
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’la çok eski tanışıklığımız var. DPT Müsteşarı Ahmet Tık, yardımcıları Latif Tuna, Lütfi Elvan ve Cevdet Yılmaz ‘la birçok konuyu birlikte sorguladığımız günlerimiz oldu. Su katılmamış bir içtenlikle aklımızın yettiği kadar kendi hakikatlerimizi paylaştık.
Hesap Uzmanları Vakfı (HUV) toplantısında konuşmasını yaptıktan sonra karşılaştığımızda, “Geçmişe göre zihnim çok daha dinginleşmiş ve demlenmiş durumda… Neden bir araya gelerek olup biteni sorgulamıyoruz?” diye sitem ettim.
Özel kalemine talimat verdi: “Uygun bir zaman ayarlayın!”
Katılımcılığa, kapsayıcılığa, sorgulamaya, çok sesliliğe, çoklu düşünceye iman etmiş; farklı bakış açılarının zenginliğini yaşamının çok değişik aşamalarında test etmiş biri olarak bildiğimi paylaşmayı her zaman bir toplumsal sorumluluk olarak algıladım.
İnsanların kim olduklarına asla bakmadım; ne yaptıklarıyla ilgileniyorum.
İyi işler yapılması hepimizin ortak yararına: Hiçbir önyargıya, kalıp düşünceye, yerleşik doğruya, kör inanca aklımızı emanet etmeden kendi hakikatlerimizi paylaşmayı hayıtın anlamı olarak değerlendirmeliyiz. O zaman yaşamın öz gerçeğine yakın dururuz.