Çağımızın en büyük sorunları arasında yer alan obezitenin, artık sadece bir kilo fazlalığı anlamına gelmediği kabul ediliyor. Dünya genelinde artan obezite oranları, hem bireylerin hem de sağlık sistemlerinin karşısına yeni zorluklar çıkarıyor. Dünya Sağlık Örgütü WHO’ya göre obezite, kalp-damar hastalıkları, diyabet, bazı kanser türleri, kas-iskelet sistemi hastalıkları gibi uzun süreli, kronik hastalıkların gelişiminde önemli bir risk faktörü oluşturuyor. Obezitenin nedenlerinin çok yönlü olduğuna dikkat çeken WHO, obezitenin yalnızca bireysel beslenme ve spor ile açıklanamayacağına, kentleşme, beslenme alışkanlıklarının değişmesi, iş-yaşam dinamiklerindeki dönüşüm gibi toplumsal etkenler de büyük rol oynadığına dikkat çekiyor. Sorunun çözümü için politika, ekonomi, toplum ve çevre düzeyinde geniş çaplı stratejilerin gerekli olduğunu vurguluyor.
Obezite Türkiye için de önemli bir sağlık sorunu oluşturuyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2022 verilerine göre, 2022 yılı için 15 yaş ve üzeri nüfusta obez bireylerin oranı % 20,2. Aynı kaynağa göre kadınlarda obezite oranı % 23,6, erkeklerde ise % 16,8 düzeylerinde.
“Obezite, zihinsel, fiziksel ve sosyal sağlığın hemen her yönünü etkileyen bir sorundur.”
Geçtiğimiz günlerde obezite araştırmaları alanında dünyanın önde gelen isimlerinden biri olan Dr. Arya Sharma İstanbul’daydı. Kanada Obezite Ağı Kurucusu Dr. Sharma, obezite konusundaki sorularımızı yanıtladı. Sharma kilo vermenin vücudun biyolojisiyle mücadele etmek anlamına geldiğini, bedenin her zaman dengeyi korumaya çalıştığını ve kaybedilen kiloları geri almaya neden olacak mekanizmaları devreye soktuğunu ifade etti. “Biyolojiniz her zaman size karşıdır, her zaman sizi yakalamaya, başladığınız yere geri döndürmeye çalışacaktır” diyen Sharma, kilo kontrolünün öneminin altını çizdi.
Dr. Arya Sharma, uzun yıllar Kanada’da Alberta Üniversitesi’nde Tıp Profesörü ve Alberta Sağlık Hizmetleri Obezite Araştırma ve Yönetimi Kürsüsü sahibi olarak görev yaptı. 2006’da kurduğu Kanada Obezite Ağı (Obesity Canada) aracılığıyla ülke genelinde obeziteyle mücadeleye öncülük etti. Obezitenin mikrobiyolojisinden sosyal boyutuna kadar geniş kapsamlı çalışmalar yürüttü. Çalışmalarıyla uluslararası tanınırlık kazanan Sharma, çok sayıda bilimsel kuruluşa katkıda bulundu. Medya ve konferanslarda aktif rol aldı. 2021’de emekli olan Dr. Sharma, halen konuşmacı ve danışman olarak akademik ve stratejik projelere destek veriyor.
Obeziteyi nasıl tanımlıyorsunuz?
Obezitenin birçok tanımı var, ancak tıbbi açıdan obezitenin tanımı, aşırı kilonun olması ve bu durumun sağlığı etkilemesidir. Obezitenin veya aşırı kilonun sağlığın tüm yönlerini etkileyebileceğini biliyoruz. Ruh sağlığınızı, kendiniz hakkında ne hissettiğinizi etkileyebilir. Depresyona, anksiyete bozukluğuna ve diğer birçok soruna yol açabilir. Öncelikle fiziksel sağlığı etkiliyor. Yani eklemlerinizi etkileyen tüm ekstra ağırlığı taşıyorsunuz. Nefesinizi etkiliyor, hareket ettirme yeteneğinizi etkiliyor.
Aşırı kilonun metabolik sağlığı da etkileyebileceğini biliyoruz. Metabolik sağlıkla, diyabetin en yaygın şekli olan tip 2 diyabet gibi durumları tetikleyebileceğini kastediyoruz. Kan basıncınızı artırabilir, kalp krizlerine, felçlere, kadınlarda doğurganlık sorunlarına yol açabilir. Birçok kanser için risk faktörü olabilir. Uzun bir liste…
Çoğu toplumda, çoğu kültürde aşırı kilo ekonomik sağlığı bile etkileyebiliyor. Aşırı kilolu kişilerin kendilerini bakmadığı, motivasyonun düşük olduğu düşünülebiliyor. Bu önyargılar, bireylerin mesleki yaşamlarında olumsuz sonuçlara neden olabiliyor.
Obezite neden kaynaklanıyor?
Dünya Sağlık Örgütü'ne göre obezite, zihinsel, fiziksel ve sosyal sağlığımızın hemen her yönünü etkileyen, son derece karmaşık ve bütüncül bir sorundur. Etkisi oldukça yaygındır. Son dört beş yılda, dünyanın hemen her ülkesinde obezitenin istikrarlı bir şekilde arttığını söyleyebilirim. Örneğin, şimdi Türkiye'ye baktığımızda, muhtemelen nüfusun en az dörtte birinin aşırı kilo ile ilgili tıbbi sorunları vardır. Belki sayı daha yüksektir.
Çoğu batı ülkesinde de nüfusun yaklaşık %25'i bununla mücadele ediyor. Yani her dört kişiden biri . Tamam, peki neden oluyor? Oluyor çünkü birçok şey değişti. Yani insanlar bunun neden olduğu hakkında konuştuklarında, söyledikleri ilk şey, “Fast food tüketiyorlar ve hareket etmiyorlar”. Bu doğru olabilir, ancak aşırı kiloya katkıda bulunan birçok başka faktör var. Bence fast food yemek sorunu değil.
Yemek sorunu değilse, ne sorunu?
“Fast food” bir zaman sorunudur. İnsanlar çok stresli. Herkes meşgul, herkes rol yapıyor. Yeterli zamanınız yok, bu yüzden stres seviyeniz yükseliyor. İnsanlar yeterince uyumuyor. Yeterince uyumamanın sağlığınız üzerinde bir etkisi olduğunu biliyoruz. İştahınızı, ruh halinizi etkiler. Pek çok şeyi etkiler. Bu özellikle günümüz çocukları için geçerli, çocuklar eskisinden çok daha az uyuyor. Bu da metabolizmayı etkiler, bu her şeyi etkiler. Değil mi? Bu nedenle, neden obeziteye sahip olduğumuzun veya neden artan obezite oranlarına sahip olduğumuzun nedenleri karmaşıktır. Herkesin kendi hikayesi vardır.
Obezite ne zaman başlıyor?
Obezite ile ilgili ilginç olan şey, hayatınızın herhangi bir zamanında başlayabilmesidir. Bebeklerde başlayan obezite var, küçük çocuklarda, gençlerde, genç erişkinlerde başlayan obezite var. Örneğin, çocukluklarında çok zayıf olan, her şeyi yiyebilen bazı insanlar, 25 yaş sonrası aniden kilo almaya başlarlar. Orta yaşa kadar hiç kilo problemi yaşamayan insanlarımız var. Menopoz sonrası obeziteye sahip olabilirsiniz. Yaşlı insanlar kilo alabilir. Yaşam boyunca başlayabilen bir durumdur. Sebepler çok farklı. Örneğin, yeni yürümeye başlayan bir çocuğun şişmanlamasının nedenleri genellikle yaşlı bir kişinin şişmanlama nedenlerinden farklıdır.
Çocuklarda obezitenin nedenlerini nasıl açıklıyorunuz?
Çocukluk çağı obezitesi için, ailede neler olup bittiğine bakmanız gerekir. Ebeveynler, bazen büyükanne ve büyükbabalardır, çocuğu beslerler.
Eskiden ailelerde çok çocuk olurdu ve dışarıda oynarlardı. Bugün bir ya da iki çocuğunuz var, içeride oynuyorlar ve ebeveynler helikopter ebeveynliği yapıyor. büyükanne ve büyükbabalar dahil herkes çok koruyucu. Çocukların yaşam tarzı da çok değişti. Çocuklar üzerinde çok fazla baskı var ve yeterince uyumuyorlar. Yani bunlar çocukluk çağı obezitesinde olan faktörler.
Yetişkin obezitesi nasıl oluşuyor?
Örneğin, hiç problemi olmayan bir kişi bir trafik kazası geçirir, boynu zedelenir ve kronik ağrılar nedeniyle uyku düzenleri bozulur. Sonra ağrı için ilaç aldığı ilaçlar iştahını artırır. Böylece sorun başlar.
Travmalarda insanlar değişir. Bir kişinin neden kilo alabileceğinin 100 farklı nedeni vardır. Demek ki o kadar basit değil. Çok fazla şeker yiyen insanlar ya da yeterince hareket etmeyen insanların durumu şimdi biraz daha karmaşık. Çok farklı sebepler var.
Temelde duygusal sorunlar mı var?
Bazı insanlar için duygusal olabildiği gibi, tamamen genetik de olabiliyor. Genetik obezitenin birçok biçimi olduğunu biliyoruz, İnsanların kilo almasını kolaylaştıran, kendilerini çok daha aç hissetmelerine neden olan genler var. Tokluk hissini etkileyen genler var. Yani normal yemeye başladığında, doyduğun bir noktaya gelirsin.
Bu erken yaşta tespit edilebilir mi? Bir anlamı var mı?
Bazı genetik testler yapıyoruz. Ancak tüm genleri test edemeyiz. 1000'den fazla gen var, biliyorsunuz, çünkü enerji düzenlemesine baktığınızda, biyolojide olan pek çok şey var.
Yani bu kolayca tanımlayabileceğiniz belirli bir şey değil.
Kolayca tanımlayamazsınız. Sadece bir genin mutasyonu ile meydana gelen obezite türüne “monogenik obezite” deniyor. Bunu tespit edebiliyoruz ancak bu durum dünyanın çoğu yerinde çok nadir görülüyor.
Genelde obezite farklı birçok genin kombinasyonundan etkileniyor. Eğer kilomuzu etkileyebilen 1000 gen varsa, toplumda her bir genin 25 farklı varyantı vardır. Hangi genin hangi varyasyonlarını aldığınıza bağlı olarak, obeziteye daha yatkın veya obeziteye daha az yatkın olabilirsiniz.
Yani sonuç olarak obezite, çevrenin ve genetik yatkınlığın bir birleşimidir. İki kişiyi alsak, yiyeceğe aynı erişimi olan aynı ortama koysak, bir kişi kilo alabilir, diğeri aynı kalır.
Bu maalesef hiç adil değil…
Bu adil değil. Ve bu fark büyük ölçüde genetik. Yani kilo alımıyla ilgili hikâye bu. Şimdi sorun, bedenlerin çalışma şekli ile kilo vermek. Ve bu sadece bizim vücudumuz için değil köpeğiniz için de geçerli. Hastalarıma, köpeğiniz ve kediniz için de aynı sorun olduğunu söylüyorum.
Bedenler kilo almayı sever ama kaybetmeyi sevmezler.
Orada bir biyoloji var. Bunun biyolojik bir nedeni de var.
Biyolojik nedenler neler?
İnsanlığın geçmişinde sorun fazla yemek olmadı. Tam aksine, sorun kıtlıktı. Örneğin diyelim ki bir çölde yılarca dolaşmak zorundayım. Çok fazla kalori kullanıyorum ve orada yeterli kalori yok. Bu yüzden, vücut mevcut kaloriyi gelecekte kullanılmak üzere saklar. O kaloriye ihtiyaç duymaya başladığımda vücudum onu saklamaya çalışır, mümkün olduğunca az kullanmaya çalışır, değil mi? Çünkü kıtlığın ne zaman biteceğini bilmiyorsun. Bu yüzden buna çok dikkat etmeliyim. Ve kıtlık biter bitmez ve tekrar yemeğim olur olmaz tüm depoları doldururum. Yani yağ hücrelerini düşündüğünüzde, yağları depoladığınız yer, yağ hücreleri balon gibi, yağla doldurabilirim.
Yağ hücreleri yok olmuyor değil mi?
Kilo verdiğimde sönüyor ama hücre hala orada. Sadece tekrar doldurulmayı bekliyor. Ve vücut, evrimin çok karmaşık bir biyoloji yaratma şekli, aslında kilo vermeye çalıştığımda bunu yapmaya çalışıyor. Bana karşı çalışıyor. Beni kilo kaybından korumaya çalışıyor.
Ve böylece her kilo vermeye çalıştığımda, bunu engellemeye çalışan biyolojimle savaşıyorum. Bu yüzden karar verdim, tamam, aralıklı oruç tutmak istiyorum ya da biraz diyet yapmak istiyorum ya da bir egzersiz programına başlamak istiyorum. Kalori yakmaya başlıyorum. Vücut ağırlığını düzenleyen vücudum, daha az kalori geldiğini fark ediyor. İştahım artıyor, isteklerim artıyor. Çok fazla kilo verirsem, sadece bir sonraki öğünümü düşünüyorum çünkü vücut kilo vermeye böyle tepki veriyor. Aynı zamanda yaktığım kalori miktarı da düşüyor. Bu yüzden insanlar, kilo verdiklerinde, daha çok üşüdüğünü söylüyorlar. Aynı miktarda egzersiz yaptıklarında, kilo veren insanlar diğer insanlardan daha az kalori harcıyor.
Siz hastalarınıza hangi tavsiyede bulunuyorsunuz?
Hastalarıma hep şunu söylerim: Diyelim ki her gün 5 km koşmak size kilo kaybettiriyorsa, kilo verdikten sonra aynı miktarda kalori yakmak için her gün 10 km koşmanız gerekebilir. Kilo vermek, vücudun biyolojisiyle mücadele etmek demektir; bedeniniz her zaman dengeyi korumaya çalışır ve kaybettiğiniz kiloları geri almanıza neden olacak mekanizmaları devreye sokar. Biyolojiniz her zaman size karşıdır, her zaman sizi yakalamaya, başladığınız yere geri döndürmeye çalışacaktır.
Genetikten de kaynaklanan biyolojinin gücü çok belirleyici. Çoğu insan, kaybedilen kiloları geri almaya çalışan bir savaşla karşı karşıya. Bir kez kilo aldığınızda, neden kilo aldığınız önemli değil; vücut bu kiloyu korumaya çalışır. Hastalarıma bunu her zaman şöyle açıklıyorum: Kilo kaybı, bir lastik bantla mücadele etmek gibidir. Diyet yapıyor, egzersiz yapıyor, uyku düzeninize dikkat ediyor ve kilo veriyorsunuz, ama lastik bant hâlâ gergin. Bantı bıraktığınız anda, kilo sizi başladığınız noktaya geri çekebilir. İşte bu gerginlik, vücudunuzun kilosunu korumaya çalışan biyolojisidir.
Bu nafile bir çaba anlamına mı geliyor?
Bu nafile bir çaba. Bazıları kazanır, ama o insanlar sadece çok zaman harcıyorlar. 10 yıl önce 50 kilo verenler egzersizlerine ve diyetlerine odaklanıyorlar. Tek düşündükleri bu.
Savaş devam ediyor.
Savaş ömür boyu devam ediyor, değil mi?
Ama bu çok cesaret kırıcı.
Bu çok cesaret kırıcı. Buradaki mesaj, sorunu bir kez yaşadığınızda, bir kez kilo aldığınızda, ondan kurtulmanın ömür boyu sürecek bir savaş olacağıdır. Yani birisi kilo almaya başladığında, bunu hemen durdurmamız gerekiyor. Çünkü her kilo aldığınızda, vücudun kilo düzenleme noktası (set point) da yükseliyor. Maalesef, vücudumuzun bu düzenleme noktası yukarı çıkacak şekilde tasarlanmış; aşağıya inmeye programlı değil.
Neden böyle?
Bunun çok basit bir nedeni var: Bir bebek doğduğunda vücut ağırlığı yaklaşık üç kilodur. Yani üç kiloyla başlıyorsunuz.
Kilo aldıkça, vücudun kilo düzenleme noktası (set point) da yükselmeye devam eder. Set point’in biyolojisi yukarı çıkmaya izin veriyor, ama aşağı inmeye izin veren bir biyoloji yok. Bunu bir ısıtıcı termostatına benzetebiliriz: Termostatı daha yüksek ayarlayabilirim ama aşağıya çekemem. Diyelim ki odanın termostatını 30 dereceye ayarladım; oda hep 30 derece olur. Pencereyi açarsam geçici olarak soğur, kapatırsam tekrar 30 dereceye döner. Vücut ağırlığı da böyle çalışıyor.
Mide küçültme ameliyatları hakkında ne söylersiniz?
Uzun bir süre boyunca, ciddi obezite için etkili tek tedavi bariatrik cerrahi oldu. Burada bahsettiğim, insanların kendi başlarına yapabileceği 5 kilo kaybı değil; 10, 20, 30, hatta 40 kilo kaybetmek isteyenler için.
Bariatrik cerrahi ise çok uzun yıllardır uygulanıyor, 50 yılı aşkın bir geçmişi var. Cerrahlar genellikle midenin bir kısmını alıyor veya “bypass” gibi farklı operasyonlar yapıyor.
Bariatrik cerrahi geçirmiş ve başarılı olmuş kişilerin başarı nedeni aç hissetmemeleri değil; aç olabilirler ama çok az yemekle doygunluk hissi yaşıyorlar. Daha fazlasını yemelerine gerek yok, bu yüzden başarılı oluyorlar. Düşünün; cerrahi geçirmiş biri 20 kilo verdiğinde aç kalması gerekmezken, cerrahi olmadan 20 kilo verirseniz açlık hissiyle mücadele edersiniz. Cerrahi ile 20-30 kilo kaybeden kişiler aç kalmaz.
Sistem nasıl çalışıyor?
Peki neden açlıktan ölmüyorlar? Asıl soru bu. Peki ameliyat ne olacak? Sadece son 15 yılda bunun neden işe yaradığını anladığımızı söyleyebilirim. İşe yarıyor çünkü bir yemek yediğimde sindirim sistemim, bağırsağım, midem beynime yediğimi söyleyen hormonlar salgılıyor. Ve böylece mesaj beynimden geçtiği için, sen yedin diyor, o zaman ben doluyum. Yemeyi bırakıyorum ve ilgimi kaybediyorum. Tok hissediyorum, bu yüzden yemeyi bırakıyorum. Bariatrik cerrahi geçirmiş insanlar, yemek yediklerinde, bu hormonlar da beyne “tamam, yeterince yedin” mesajı veriliyor.
Bu mesajın kaynağı nedir?
Bunun nedeni, bağırsakta meydana gelen çeşitli değişikliklerdir. Yemek artık çok daha hızlı bir şekilde mideyi geçiyor. Normalde yemek yedikten sonra doygunluk hissi yaklaşık 20–30 dakika sonra gelir, ama şimdi mide çok küçük. Mide küçük olduğu için doygunluk sinyali çok daha hızlı ve çok daha güçlü bir şekilde beyne iletiliyor.
Yani, mide küçük olduğu için değil, hormonal sistem değiştiği için.
Eskiden bunun nedeninin midenin küçük olmasından kaynaklandığını düşünüyorlardı, ama şimdi bunun küçük olmasından değil, hormonal yanıtın değişmesinden kaynaklandığını biliyoruz. Şimdi hangi hormonların etkili olduğunu da biliyoruz. Bu hormonlardan biri GLP-1 adlı bir hormon; teknik adıyla glukagon benzeri peptid 1.Bu hormon, bağırsak tarafından üretiliyor. Yemek yediğimde bağırsak GLP-1 salgılıyor. GLP-1 beyine gidiyor ve 'Beni doyuracak kadar yemek yedim, artık yemeyi bırak' sinyalini veriyor. Artık biliyoruz ki, bu hormon kilo düzenlemede kritik sinyallerden biri.
Bütün memelilerde var mı?
Hemen hemen tüm memelilerin aslında farklı varyasyonları var. Ama bütün memelilerde var. Ancak sadece memeliler değil, çünkü aslında ilk GLP1 bir kertenkele olan Gila canavarından keşfedildi. Bu başlangıçtı. Orijinal GLP-1'in geldiği yer burası. Bu keşfedildi. Ama bu çok eski bir molekül.
Böylece doğa, canlılara doymayı öğretiyor…
Yani insanların kendilerini maksimum seviyede beslememesi, aşırı yememesi için bir mekanizma var. Artık bunun bir hormon olduğunu ve yapısını bildiğimize göre bir sonraki adım şöyle: Peki, bu şekilde çalışıyorsa, neden bu hormonu enjekte etmiyoruz?
Sorun şu ki, insandaki GLP-1 hormonunun çok kısa bir yarı ömrü var. Yani mide veya bağırsak hormon molekülünü salgıladığında, vücutta sadece birkaç dakika kalıyor ve sonra parçalanıyor. Bu nedenle, bir öğün yedikten bir veya iki saat sonra tekrar açlık hissi ortaya çıkıyor.
İnsandaki GLP-1 çok kısa süre etkili bir hormondur. Bu yüzden ilaç olarak kullananılabilmesi için önce molekülü üretmek gerekiyor, ardından da molekülün sadece birkaç dakika içinde parçalanmaması, daha uzun süre vücutta kalacak şekilde değiştirilmesi gerekiyor. Bu teknoloji sayesinde artık GLP-1 türevi moleküller ilaç olarak daha uzun süreli kullanılabiliyor.
Ne yapıyor tam olarak?
Ben de bundan bahsedeceğim. Bu moleküllerin yarı ömürleri yaklaşık7 güne kadar uzatılmış. Yani size bir enjeksiyon yaptığımda, GLP-1 seviyeleriniz yükseliyor ve 7 gün boyunca yüksek kalıyor. Bu da demek oluyor ki, o süre boyunca beynim, 'Az önce büyük bir öğün yedim' sinyalini alıyor.
Beyne giden sinyaller değişiyor…
Normalde küçük porsiyonlar yersek doymayız ve haftalarca küçük porsiyonlarla kilo vermeye çalışırsak aç kalırız. Ama GLP-1 tedavileri sayesinde beynimiz büyük bir öğün yediğimizi düşünüyor, açlık hissetmiyoruz ve küçük porsiyonlarla doygunluk hissi yaşayabiliyoruz.
Yediğim yiyecek miktarı, yemek hakkında düşünmek, açlık hissetmek veya krizler yaşamak zorunda kalmadan çok daha yavaş azalıyor. Çünkü beynim, az önce büyük bir öğün yediğimi düşünüyor. Çok basit bir şekilde, işte tüm mekanizma böyle çalışıyor.
Bugün gördüğümüz şey, bariatrik cerrahinin nasıl çalıştığını artık anladığımız için aynı mekanizmayı cerrahi yapmadan kullanabiliyor olmamız. Yani, cerrahiden sonra normalde artan hormonları sadece enjeksiyon yoluyla veriyoruz.
Bu his kalıcı oluyor mu?
Sorun, enjeksiyonu bıraktığınızda başlıyor. Enjeksiyonu bıraktığım anda etkisi kayboluyor. Bir anda beynim '20 kilom ne oldu?' diye uyanıyor ve vücut, kaybettiğim kiloyu geri almak için biyolojik mekanizmalarını yeniden devreye sokuyor. Çünkü ilaçlar yalnızca kullanıldığında etkili olur; hiçbir ilaç obeziteyi tamamen tedavi etmez, sadece yönetmeme yardımcı olur.
Yani ilacı alıyorum, kilo veriyorum; haftalık enjeksiyonlarımı sürdürdüğüm sürece kilo kontrolü bende oluyor, yiyeceklere olan ilgim azalıyor. Ancak bu, ömür boyu devam eden bir durum oluyor; çünkü enjeksiyonu bıraktığım anda kilolar geri geliyor.
Bu durum aslında her şey için geçerli. Bariatrik cerrahi geçirdiğinizde kilo verirsiniz; fakat 10 yıl sonra cerrahiden ‘Ameliyatı geri alabilir misiniz?’ derseniz, kilolar geri gelir. Her diyet için de aynı: Aralıklı oruç yaptığınızda kilo verirsiniz, ama orucu bıraktığınızda kilo geri gelir.
Bu durumda obezitenin ömür boyu süren bir hastalık olduğunu mu kabul ediliyoruz? Örneğin, diyabet gibi
Her zaman. İşte bu yüzden Dünya Sağlık Örgütü obezitenin kronik bir hastalık olduğunu söyledi.
Peki ya 5-10 kg kaybetmek gibi daha düşük bir hedefi olan insanlar?
Diyet, egzersiz ve irade ile yapılabilecek bir şey. Çünkü unutmayın, bu lastik bant, gerginlik ne kadar artarsa o kadar zorlaşır.
İlaçlar neden pahalı?
Üretimi değil, Ar-Ge’si maliyetli. Bu moleküller ile ilgili yıllarca süren ve binlerce kişinin dahil edildiği çok sayıda çalışma yapılmakta. Bu nedenle de maliyetler artmakta.
Patentin süresi ne zaman doluyor?
Ülkeden ülkeye farklı, bu yüzden ne zaman sona ereceğini bilmiyorum. Türkiye için gelecek yıl sona eriyor.
Jenerikler gelince piyasa değişecek doğal olarak…
Jenerikler geldiğinde fiyat düşecek ve ilaç daha geniş kitlelere ulaşacak. Bunu diğer ilaçlarda da gördük: Statinler ilk çıktığında çok pahalıydı ve 'Herkese veremeyiz, sistemi iflasa sürükleriz' deniyordu. Ama fiyat zamanla düştü ve artık herkes kullanıyor. Dolayısıyla fiyat zamanla kendini düzenliyor. Şu anda ise hâlâ çok pahalı ve bu yüzden eşit erişim sağlanamıyor. Parası olan alabiliyor, olmayanlar ise belki iki-üç yıl daha beklemek zorunda kalıyor.
Dünyada sigortalar obezite ilaçlarını ödüyor mu?
Sigorta şirketleri durumunda da durum şöyle: Örneğin Almanya veya İtalya’da sigortalar mevcut fiyatlara bakıyor ve diyor ki, 'Üyelerimizin %25’i buna ihtiyaç duyuyor, bunun hepsini ödeyemeyiz.' Bu yüzden tüm obezite hastalarına ödeme yapmıyorlar.
Diyabet için ise, daha küçük bir hasta grubuna ve düşük dozda kullanıldığı için sigorta 'Tamam, diyabeti olanlara ödeyeceğiz' diyor, ama obezitesi olup diyabeti olmayanlara ödeme yapmıyor. Bu adil değil denebilir; çünkü neden diyabeti olanlar alırken, ciddi obezitesi olan ve diğer sağlık sorunları olan kişiler alamıyor? Aslında obez olanların sadece %30’u diyabetli; kalan %70’i diyabet geliştirmiyor ve bu kişiler sigorta kapsamında olamıyor.
Diğer ülkelerde durum nasıl?
Ülkeye göre değişir. Örneğin, Birleşik Krallık'ta kapsıyor. Suudi Arabistan, UAE gibi ülkeler kapsıyor. Çok büyük sorunları var, değil mi? Abu Dhabi'den yeni geliyorum, orada çok büyük bir sorun var. Fransa'da da özel bir grup için sigorta kapsamında. İlaç olmazsa gidip ameliyat olacak kişiler için kapsama alıyorlar.
İskandinavya’da nasıl peki?
Duruma göre değişiyor. Örneğin Danimarka başlangıçta bunu sigorta kapsamında karşılamaya başladı, sonra çok pahalı olduğu gerekçesiyle durdurdu ve şimdi tekrar kapsamayı planlıyor gibi görünüyor. Yani bu piyasada durum oldukça değişken ve hızlı ilerliyor.
Fiyatlar düşecek, kanıtlar artacak ve hasta talebi yükselecek. İnsanlar, ‘Herkes kullanıyor da ben neden alamıyorum?’ diyince baskı artacak. İlginç bir şekilde işverenler de bunu fark ediyor. Bazı ülkelerde işveren sigortayı ödüyor ve çalışanların kilo verip daha üretken, daha dikkatli, daha iyi uyuyan ve kendini daha iyi hisseden bir iş gücü haline geldiğini görüyorlar. İşverenler bunu gördükçe, sigorta paketlerine eklemeye başlıyor. Yani ülkeden ülkeye değişiyor.
Kullanım süresi nasıl düzenleniyor?
Bu çok ilginç bir soru. Çoğu durumda, tahminimce ve kendi hastalarımı incelediğimde, çoğu hasta muhtemelen aynı dozu devam ettirmek zorunda. Bazı hastalar dozu biraz azaltabiliyor. Çok az hasta tamamen ilacı bırakabiliyor. Ama bence onları bile sonunda tekrar başlamak zorunda kalacak, çünkü tamamen bıraktığınızda er ya da geç kilo almaya başlıyorsunuz.
Tüm kronik hastalıklarda olduğu gibi bu ilaçlar da uzun soluklu kullanılabilmekte. bu ilaçlar böyle çalışıyor ve biz hâlâ bu alanın başındayız. Şimdi bazıları biraz kısıtlı gibi görünüyor ama şirketler zaten bir sonraki nesil ilaçlar üzerinde çalışıyor.
Bir sonraki nesil nedir?
Bir sonraki nesil, şöyle olacak: GLP-1’den bahsederken aslında tek bir hormonu konuşuyoruz. Ama gerçekte, yemek yediğinizde bağırsak birden fazla hormon salgılıyor. Aslında salgılanan bir hormon kokteyli var.
Fiyatlar düşecek mi?
Evet, ilaçlar giderek daha etkili hale gelecek ve umarım daha da ucuzlayacak. Elbette bu hem araştırmalardan hem de klinik deneyimlerden elde edilen bilgilerle mümkün olacak; hangi hastaya hangi ilacın uygun olduğunu öğreneceğiz.
Tamamen yeni bir alan başlamış…
Evet. Bu alana obezite tıbbı diyoruz. Yani bu bütün bir alan.