Kur enflasyon kadar artsaydı, bugün muhtemelen daha yüksek bir sınai üretim ve refaha sahip olacaktık.
“Bu şehr-i İstanbul ki bi misl ü behâdır, bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır.”
Şair Nedim, İstanbul’un bir tek taşının (o zamanlar zenginliğiyle bilinen) tüm İran’a bedel olduğunu söylüyor bu mısrasında. Bugün sadece İstanbul değil, tüm Türkiye’nin taşı, toprağı, ürettiği malları, hizmetleri, gıdası, her şeyi çok değerli, çok pahalı. Özellikle de dolar bazında.
Türkiye gelirinden daha yüksek iç fiyatlara sahip. Normalde bir ekonominin iç fiyat seviyesinin uzun vadede geliriyle uyumlu bir patikaya gelmesi beklenir ama Türkiye’de böyle olmuyor, iç fiyatlar gelire oranla yüksek kalmaya devam ediyor.
Geçen haftaki yazıda, Türkiye’de iç fiyatların dolar bazında neden bu kadar yüksek olduğunu incelemiştik. Öncelikle enflasyon dolar kurundan daha hızlı artarak, iç fiyatları dolar bazında yükseltiyordu. İkinci olarak değerleme etkisi sadece dış ticaret tarafında değil; yurtiçindeki ekonomik faaliyetlerde de etkili oluyordu (Muhtemelen dış girdi bağımlılığının ve para ikamesinin yüksek olması yüzünden). Böylece sadece ihracatçılarda değil, tüm Türkiye’de iş insanlarının rekabet gücü zayıflıyordu.
Yukarıdaki iki paragrafta özetlediğimiz geçen haftaki yazıya aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz. Bu haftaya üç tane soru bırakmıştık.
Cari işlemler açığı neden patlamıyor: Normalde değerlenme etkisinin cari işlemler açığını büyütmesi beklenirdi. Türkiye’de bu henüz gerçekleşmedi; çünkü TL cinsinden gelirimiz dolar bazında artsa da tükettiğimiz mal ve hizmetler de (yani iç fiyatlar) dolar bazında artıyor ve tüketiciler değerlenme etkisini hissedemiyor. Öte yandan gelirimiz de devam eden enflasyon ve belirsizliği dengeleyecek kadar çok artmıyor. Net olarak TL bazında da fakirleşiyoruz. Yani hem TL hem kur dinamiği TL kazanan hanehalkının reel gelirini sınırlayacak ve sanayicinin rekabet gücünü azaltacak şekilde işliyor. Bununla beraber, gelir etkisi değilse de yüksek faizler nedeniyle oluşan servet etkisi, bir süre sonra cari işlemler açığını zorlamaya başlayabilir.
Dolar kuru enflasyon kadar artsaydı ne olurdu: İncelediğimiz dönemde (Aralık 2022’den Mart 2025’e) dolar kuru yüzde 102, tüketici enflasyonu yüzde 162 artmıştı. Bu dönemde kişi başına milli gelir de buna bağlı olarak 10.655 dolardan 16.032 dolara yükselmişti. Eğer bu dönemde dolar kuru enflasyon kadar artsaydı (öyle olması gerekirdi demiyorum) kişi başına milli gelirimiz reel TL artışı kadar büyüyecek ve yaklaşık 12.100 dolar olacaktı. Milli gelir, dolar bazında daha küçük görünse de tükettiğimiz malların fiyatı da dolar bazında daha düşük olacağı için üretici, ihracatçı ve turizmci rekabet edebilecekti. Dikkat lütfen, değerlenme etkisi sadece ihracatçı ve turizmciyi değil; Türkiye’de üretim yapan sanayiciyi de olumsuz etkiliyor. Sonuç olarak kur enflasyon kadar artsaydı, bugün muhtemelen daha yüksek bir sınai üretim ve refaha sahip olacaktık.
Bu sorunu gidermek için ne yapmalıyız: Kısa yanıt, doların piyasayı temizleyecek bir fiyatta bulunması. Dikkat lütfen: Eğer dolara “çık sokağa arkadaşlarınla serbest serbest oyna” denirse, bu doların aşağı yukarı enflasyon kadar artacağı anlamına kesinlikle gelmiyor, çünkü reel kur hesabı dediğimiz şey çok ciddi metodolojik sorunlar içeriyor.
Üç temel fiyat olan mal, döviz ve TL fiyatları (enflasyon, kur ve faiz) ne kadar piyasa tarafından belirlenebilirse; piyasadaki arz ve talep o kadar temizlenir. Oluşan fiyat seti de o kadar fazla bilgi taşır. Piyasadaki mevcut algı bozukluğu ve yüksek risk algısı dikkate alındığında, düzeyi değil, fakat oynaklığı kontrol edilen bir kur politikası makul olur. Öte yandan bu oynaklık kontrolünün; TL likiditenin kontrolüyle sağlanması ve çok da uzun sürmemesi sağlıklı olur.
Uluslararası rezervler satıldığında bir kere kullanılabilen bir güçtür. Kullanılmazsa (rezervler satılmazsa) güç olarak kalmaya devam eder. Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye verdiği öğüdü hatırlar mısınız? “Elin kılıcına yakın dursun oğul ama kılıcında değil.”