Bir önceki yazıyı “… Bundan sonra süreç sadece ‘niyet’ ile yürütülemeyecek gibi görünüyor. O yüzden çok şeffaf ve kamuoyunun aklını kurcalayan bütün sorulara yanıt verilen bir süreç yönetimi gerekiyor. Ve bu yönetim, kıymeti kendinden menkul TV yorumcularına bırakılamayacak kadar önemli!” diyerek bitirmiştim.
Temelde iki tartışma aksı var: Birincisi bu “yeni süreç” ile Türkiye’nin topyekûn demokratikleşip demokratikleşmeyeceği tartışması, ikincisi ise “yol haritası”nın bizzat kendisi. Ve bu iki aks aldıkları şekle göre birbirini sürekli değiştirip, dönüştürme potansiyeli taşıyor.
Önce “demokrasi” tartışmasına bir göz atalım.
Sizin de gözünüzden kaçmamıştır, ilgililer, yetkililer, söz sahibi olanlar, süreç yönetenler bu konuda çok da bir şey söylemiyorlar. Adeta ülkede toptan demokrasi, insan hakları ihlalleri ve yargı bağımsızlığı sorunlarına bu süreçte hiç değinilmiyor. Belki de bu nedenle “yeni paradigmalı” süreç, siyasetin tamamında merak uyandırmanın ötesinde, sokaklara da taşan bir heyecan ya da coşku yaratmıyor. Kuşkusuz bu heyecansızlığın bir nedeni de gayet flu “yol haritası” ki aşağıda ona da değineceğiz.
Gelelim demokratikleşme konusundaki görüşlere. İki kalem sahibinden iki görüş aktaracağım.
Rawest Araştırma’nın yöneticisi Roj Girasun konuya şöyle bakıyor:
“PKK kendini feshetti. Silahlara veda etti. Örgütsel yapısını resmen sona erdirdi.
Bu sadece bir kongre kararı değil; Türkiye-Kürt ilişkilerinde ve genel olarak Türk-Kürt ilişkilerinde yeni bir siyasal evrenin kapısını aralayan tarihsel bir gelişme.
Kürt meselesi artık çatışma ve çözüm parantezinden çıkıyor, demokratikleşme ve siyasal temsil denklemine giriyor. Bu dönüşüm, taleplerin daha meşru, siyasetin daha sivil hale gelmesini sağlayacak.
Ve artık Türkiye’de otoriterleşmenin en büyük meşruiyet kaynaklarından biri olan ‘silah’ olmayacak. Şiddetin yarattığı istisna hali ortadan kalktığında, demokrasiye karşı sürdürülen baskıcı düzenin bahaneleri de çökecek.”
Prof. Burak Bilgehan Özpek ise konuya başka bir açıdan yaklaşıyor:
“Barış, elitlerin gizli saklı çıkar müzakereleriyle değil, toplumun etkileşimiyle kurulur.
Bu ‘barış’ yakında ‘kötü, çürümüş’ hale gelecek, bozulacak ve bu barış öncesi durumdan daha da geriye gideceğiz.
2015'te ‘her şeyi bırak, barışa bak’ diyen Serbestiyetçiler, sol liberaller, İkinci Cumhuriyetçiler kamu gücüyle ‘barış’ı dayatmak derdinde, ‘halk tadını bir alsa vazgeçemez’ düşüncesinde.
Güvenlik tehditlerinden arındığımızda normal siyaset başlayacakmış... Başkanlık sistemi, meşruluğunu güvenlik tehditlerinden aldığı için yarın gündelik hayatınızı yaşarken güvenlik tehdidi siz olacaksınız. Barışın ön koşulu demokrasinin kendisidir; demokrasinin ön koşulu barış, etnik özerklik değildir.
Zaten bitmiş, 1 yıldır gündemde bile olmayan PKK'nın pes etmesini Erdoğan ve çevresi post-Erdoğan sürecin yumuşak geçmesi için kullanmak istiyor.”
Gelelim “yol haritası”na…
MHP Genel Başkanı Bahçeli geçtiğimiz gün DEM Parti Erzurum Milletvekili Meral Danış Beştaş'ın katıldığı Habertürk yayınına MHP Medya, İletişim ve Dijital Mecralardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı İsmail Özdemir aracılığıyla mesaj gönderdi.
Bahçeli'nin mesajında şu ifadeler yer aldı:
"Barış tek kanatlı bir kuş değildir. Bir kanat 27 Şubat'ta Abdullah Öcalan'ın yaptığı çağrı ve bugün geldiğimiz fesih kararıyla kendisini kesin gösterdi. İki kanadı millet olarak hep birlikte gövdeye getirmeliyiz. Sabırla bekleyip barışın hakim olması ve terörsüz Türkiye hedefimize erişmek için bazı konuların gereksiz yere tartışılmasına mahal yok."
Yani iktidar kanadı da üzerine düşeni yapmalı. Ama nasıl? Bir dönem AK Parti milletvekilliği de yapan gazeteci Şamil Tayyar’a göre süreç şöyle işleyecek:
“Sürecin içinden bir bürokrat dostumuz, şöyle bir yol haritası çizdi:
⁃ Silahlar, Süleymaniye ve Erbil’de Türkiye’nin gözetiminde teslim edilecek.
⁃ Örgütün üst düzey 300’e yakın yöneticisi Güney Afrika, Norveç gibi üçüncü ülkelere gidecek, İran, Irak ve Suriye asla olmayacak.
⁃ Suça bulaşmamış örgüt üyeleri kimliğini taşıdığı ülkelere dönecek, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan yaklaşık 4 bin kişi kademeli olarak sınırda teslim alınacak.
⁃ İlk aşamada Diyarbakır annelerinin evlatlarının dönüşü sağlanacak.
⁃ Öcalan, İmralı’da kalacak.
⁃ Yeni İnfaz Kanunu’ndan PKK’lılar da yararlanacak, ileri yaşta ve hasta olanların tahliyesini sağlayacak düzenlemeler yapılacak.
⁃ Sürecin seyrine göre yeni Anayasa için Mecliste işbirliği zemini aranacak, ceza mevzuatı yeniden düzenlenecek, ileri aşamada toplumsal mutabakat oluştuğunda kısmi af gündeme gelebilecek.
⁃ DEM’in PKK kendini feshedip terör son bulunca kayyım atanan belediyelerdeki başkanların görevlerine iadesi sözkonusu olacak.
⁃ Suriye’deki YPG yapılanması, Şam yönetimiyle birlikte planlanacak, Suriyeli olmayan örgüt üyeleri sınır dışına çıkarılacak, kalanlar Suriye ordusuna katılacak.”
Diyelim ki bu yol haritası üç aşağı beş yukarı uygulanacak, peki ama bu “teknik” ayrıntıların ötesinde, işin özünde mutabakat sağlananilecek mi?
Misal, Daktilo 1984’te Armağan Öztürk şöyle yazdı:
“PKK’nin fesih metnindeki Atatürk saldırısı yeni anayasa yapmanın hiç de o kadar kolay olmayacağını bir kez daha gözler önüne koydu. Çünkü yasal ve yasa dışı Kürt hareketinin politik hafızası ilk dört maddeyi tanımama eğilimde. Bu şartlar altında ancak kısmi bir anayasa değişikliği gündeme gelebilir. Erdoğan’ın başkanlık sistemiyle ilgili taleplerini karşılayan, aynı zamanda özel olarak Kürt hareketiyle ilişkilendirilmeyecek nitelikte bazı demokratik reformları hayata geçiren bir metinle karşılaşmamız olası. Ama ne olursa olsun anayasa mutabakat demek; Türkiye Cumhuriyetini, onun kurucu lider ve değerlerini tartışmaya açan bir dille mutabakat sağlamak imkansız.”
Tartışmanın çerçevesini çizdim, yorum sizin!