Özellikle performansı düşük olan, kriz yaşayan veya rekabet baskısı altında bulunan şirketlerde sığınak psikolojisi riski çok yüksek.
Nisan 1945, Berlin. Rus orduları şehre girmek üzere. Yeraltı sığınağındaki Hitler ve yakın çevresi harbin kaderini değiştirecek gizli bir ordudan bahsediyor, zafer hayali kuruyor, aklından farklı fikir geçirenleri susturuyor. Sakın şirketiniz de böyle olmasın?
Hitler’in ve zalim Nazi rejiminin son günlerini anlatan Çöküş (Der Untergang) filmi o günleri çok güzel anlatır.
Sahadan tamamen kopmuş bir yönetim heyetinin gerçeklerle yüzleşmekten kaçması, kendini kandıracak mucizevi çözümler olduğunu iddia etmesi, temelsiz bir şekilde zafere inanması, bu tatlı ilüzyonu bozan verileri ısrarla reddetmesi ve farklı fikir sahiplerini susturması... Netice: Büyük bir facia.
Sığınak psikolojisi dediğimiz bu yaklaşıma maalesef iş hayatında da rastlanıyor. Özellikle performansı düşük olan, kriz yaşayan veya rekabet baskısı altında bulunan şirketlerde bu risk çok yüksek. Şirket yönetimleri dışarıdan gelen fikirleri reddetmeye başlıyor, hatta bazı paydaşlarını düşman olarak görmeye başlayabiliyor. Sağduyu, geniş perspektif, gerçekçilik ve farklı görüşler yerine tek ses tercih edilebiliyor. Kurum giderek içine kapanabiliyor. Bir ölüm katılığı firmayı sarıyor.
Sonu gelmeyen olağanüstü hal, yeni normaliniz olabilir
Peki, şirketinizde durum ne? 10 turnusol soruyla anlamaya çalışalım mı?
1- Olağanüstü bir dönemden geçtiğinizi düşünüyor musunuz? Ne kadardır sürüyor? Olağanüstü tedbirleriniz var mı? Ne olursa olağan hale geçeceğinize karar verdiniz mi? Sonu gelmeyen bir olağanüstü hal, aslında sizin yeni normaliniz olabilir.
2- Şirketinizde gelen eleştirilere ilk tepki red, öfke veye cevap verme mi? Yoksa, merak ve daha fazla dinleyerek anlama mı?
3- Şirketiniz en son ne zaman bir kabiliyet geliştirdi/ dışarıdan bir şey öğrendi?
4- Somut performans kriterleriniz var mı? Gerçekleşen ile hedefler arasındaki sapma ne sıklıkta/ ne büyüklükte oluyor? Beklenenin altında performans varsa, temennide bulunmak veya işleri zamana bırakmak dışında bir adım var mı?
5- Sahadan gelen verileri çeşitli gerekçelerle sıkça reddediyor musunuz? (Satışlar düştüğünde ‘o hafta havalar kötüydü’, kâr marjı azaldığında ‘toptan müşterilerimiz bu aralar çok istekli’) Bu, ‘kilo verdim ama baskül yanlış tartıyor’ ifadesinin kurumsal versiyonudur. Elbette verilerde mevsimsellik, tek seferlik olaylar, ölçüm yöntemi gibi faktörleri göz önüne almamız lazım (baskül gerçekten bozuk olabilir!). Ancak sürekli bahane bulunuyor, ısrarla rakamlarla kavga ediliyorsa, sıkıntı vardır.
6- Yönetim ekibinde farklı görüşler ne sıklıkta ortaya çıkıyor? Bunlardan ne kadarı nihai karara etki ediyor? Ekibin lideri en son ne zaman bir kararını değiştirdi?
7- Gidişat ve stratejiden çalışanlar (genel olarak) haberdar mı? ‘Sizin bilmediğiniz şeyler var’, ‘yakında çok güzel haberler gelecek’ gibi ifadeler sık kullanılıyor mu?
8- Kararlar resmi yapılar (yönetim kurulu) veya süreçlerle (bütçe) mi, yoksa dar gruplarla mı alınıyor? Dar grubun üyeleri birbirine ne kadar ‘benziyor’?
9- Meseleler ahlaki zeminde mi (‘çok iyiyiz’, ‘en doğruyuz’), rasyonel zeminde mi (bütçemizi tutturduk, karlılığımızı artırdık) değerlendiriliyor?
10- Şirketinize atfettiğiniz olumlu özelliklerin kendinizden başka somut ve objektif kaynağı var mı (pazar payı, müşteri mülakatları, odak gruplar, mali performans)?
Sığınaktan çıkma cesareti gösterdiğiniz, farklı seslere kulak verdiğiniz, dış dünyayı tehdit değil, ilham kaynağı olarak gördüğünüz ve kendini geliştirdiğiniz bir hafta dilerim.