Hem günlük hem iş hayatımızda sık sık yaşadığımız bir durum var: İddialar ile icraatlar arasındaki uyumsuzluk. Mesela, sağlıklı yaşamak istediğini söyleyip gece yarısı cips paketine uzanmak. Mesela ‘biz bir aileyiz’ deyip çalışanlarının hakkını vermemek.
Bu durumu açıklayan bir kavram var: Cognitive dissonance, yani bilişsel çelişki. Söz konusu çelişki hem dışa karşı tutarsızlık izlenimi veriyor hem de kişinin/ şirketin içinde ciddi bir rahatsızlık yaratıyor. Buna rağmen hayli yaygın.
Mesela Volkswagen çevre dostu ve düşük emisyonlu araçlar sattığını iddia etti. Oysa motorlara emisyon testlerini yanıltacak yazılımlar yerleştirildiği ortaya çıktı. Dieselgate skandalı “yeşil teknoloji” söylemini boşa düşüren büyük bir bilişsel çelişkiydi. Mesela Uber “esnek çalışma, herkes için fırsat” söylemiyle piyasaya girdi. Ancak sürücülerin çalışma koşullarının kötülüğü ve sosyal güvencesizlik, şirketin verdiği mesajlarla örtüşmedi. Mesela Facebook (Meta) “dünyayı birbirine bağlamak” misyonuna sahipti. Ancak veri güvenliği ve kişisel mahremiyet skandalları (Cambridge Analytica) ve yanlış bilgi yayılımı, kamusal söylemle gerçek uygulama arasındaki uçurumu gösterdi. Benzer şekilde birçok firma, kar odaklı işletme olduğunu adeta gizlercesine “biz bir aileyiz” söylemini kullanır. Fakat işler kötü gidince çalışanlarda kesinti yapılır. Söylenenle yapılan arasındaki fark, güveni zedeleyen tipik bir bilişsel çelişkidir.
Müşteri tarafında da durum farklı değil. TV kanallarının yaptığı anketlere bakarsanız herkes “daha fazla belgesel” izlemek istiyor. Halbuki reyting ölçümlerinde hangi programların tepede olduğu malum!
Bilişsel çelişki kişisel profesyonel hayatta da sık sık karşımıza çıkar. Mesela, bir CEO “yeni fikirleri desteklediğini” söyler. Ama risk almak istemediği için aslında farklı bir öneri geldiğinde hep engeller. Neticede eski ekibiyle ve fikirlerler yola devam eder. İddia ettiği vizyonuyla gerçekleşen davranışı arasındaki uyumsuzluk şirketini giderek çoraklaştırır. Mesela, bir yönetici “iş-özel hayat dengesi”ni savunduğunu belirtir, ama her akşam geç saatlere kadar çalışıp ekibinden de aynı tempoyu bekler. Söylemle davranış arasındaki fark hem kendisinde hem de ekibinde huzursuzluk yaratır. Mesela, bir çalışan, işinden tatmin olmadığını bilir ama yüksek maaş veya prestij nedeniyle ayrılmaz. “Ben işimi seviyorum” demekle “sırf para için buradayım” gerçeği arasındaki çelişki, zamanla tükenmişliğe dönüşebilir. Bu çelişkinin en sıkıntılı olduğu yer, etik değerlerdir. Herkes bunlara sahip olduğunu iddia eder, ama performans hedefini tutturmak için raporlarda rakamları biraz cilalamak ya da kayıt dışı iş yaparak karlılığı artırmak gibi durumlarda kimin ne yapacağı belli olmaz.
Peki çözüm ne? Şirketler için dürüstlük. Yani, duvar panolarına yazılan değerlerin günlük kararlara yansıması. Eğer “çalışan mutluluğu” bir değer olarak ilan edildiyse, performans baskısının insani sınırları gözetilmeli. “Çevre dostuyuz” deniyorsa, tedarik zinciri gerçekten şeffaf olmalı. Öte yandan, bu değerler hayata geçmeyecekse, bu iddialarda da bulunmamak demek. Kar amaçlı bir işletmenin aile olduğunu iddia etmesine ne gerek var?
Bireyler için ise kilit nokta farkındalık. Kendi değerlerinizi bilmek ve kariyer seçimlerinizi onlarla uyumlu yapmak çok önemli. Eğer uyum mümkün değilse, en azından çelişkinin sizi nasıl etkilediğini gözlemleyip düzeltmeler yapmak faydalı olabilir.
Bilişsel çelişkilerinizin farkında olduğunuz ve onları yönettiğiniz bir hafta diliyorum.