Yurtiçi tasarruflar ve yatırımlar konusuna devam ediyoruz. Son dört yazımda, ülkemizde tasarruflar ve yatırımlar arasındaki en önemli köprü olan bankacılık sektöründen bahsetmiştim. Bugünden itibaren ise, şirketler kesiminin doğrudan finansmana erişimine olanak sağlayan sermaye piyasasından bahsetmek istiyorum. Bunun için de sözü, hem Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) hem de özel sektör tecrübesiyle, bu konuda Türkiye’de duayen denebilecek bilgi ve deneyime sahip Nevin İmamoğlu İpek’e bırakıyorum:
Sermaye piyasamızın son 20 yılı
Sermaye piyasalarına yatırım için aranan en önemli koşul nedir diye sorarsak, alacağımız cevapların büyük çoğunluğu “güven” olur Doğrudan finansman aracı olan sermaye piyasalarında, yatırım yaptığımız şirket ile aramızda ilave bir dengeleyici unsur olmadığından, şirket faaliyetlerinin gelişiminden doğrudan etkileniriz. Bu sebeple, rasyonel yatırımcı için her şeyden önce, şirketlerin faaliyetlerini güven içinde yürütebilmeleri önemlidir. Bunun için de en başta, faaliyet gösterilen ülkelerde makroekonomik istikrar ve hukuki altyapının gelişmişliği aranır. Bu sayede, şirketlerin faaliyetlerindeki belirsizlik ve istenmeyen sürpriz gelişmeler azalacak ve şirketlerin dayanıklılığı, dolayısıyla şirketlere olan güven artacaktır.
Yatırım yapacağımız şirketlerin güven içinde faaliyetlerini sürdürebileceklerine inandıktan sonra, sıra hangi şirkete yatırım yapacağımızı belirlemeye gelir. Bu konuda, şirketlerin faaliyetlerini ve finansal durumunu yönetme becerisi, kurallara uyumu, şeffaflığı ve dürüstlüğüne olan inancımız bize yol gösterir. Bu adımda da tekil olarak yatırım yapılacak şirkete duyulan güven önem kazanır. Piyasa söylentileri ve dedikodular yerine, şirketin faaliyet ve finansal durumunu yönetme becerisine dayanan yatırım kararları, hem yatırımcının hem de piyasanın uzun vadeli çıkarlarını korur.
Bir diğer güven odağı ise işlem yapacağımız borsa, aracı kuruluş, portföy yönetim şirketi, saklama kuruluşu gibi sermaye piyasası oyuncularıdır. Bu kurum ve kuruluşların faaliyetlerini kurallara, etik ilkelere uygun olarak, yatırımcı haklarını koruyacak önlemleri alarak, piyasa bozucu faaliyetlere yol açmayacak şekilde etkin ve düzgün şekilde yürütmeleri, yatırımcıların sermaye piyasasına duydukları güveni artırır. Tüm bu alanlarda güvenin oluşması için de ülkedeki düzenleyici kuruluşlar ile öz-düzenleyici kuruluşların bağımsız, etkin ve verimli çalışmalarına ve bu kurumlara duyulan güvene ihtiyaç vardır.
Bir ülkedeki finansal istikrar, hukuki alt yapı, etik değerler, etkin gözetim ve denetim ne kadar gelişmiş ise, o ülkenin sermaye piyasalarına yatırım iştahı da o kadar artar. Bütün bunları aklımızda tutarak, ülkemizde sermaye piyasalarının son 20 yılda nasıl geliştiğine bakalım. 2005’den bu yana beşer yıllık dönemler için sermaye piyasalarına ait temel göstergeleri Tablo 1’den izleyebiliriz.
Ülkemizde finansal tasarrufların son derece kısıtlı olduğunu biliyoruz. Geleneksel olarak, tasarruf sahiplerinin tercihinin çok büyük ölçüde mevduattan yana olduğu da yadsınamaz bir gerçek. Henüz arzu edilen büyüklükte olmayan sermaye piyasasında ise yatırımcı tercihlerinin, daha çok kamu sektörü borçlanma araçlarına yönelik olduğunu görüyoruz. Tablo 1’de, halka açık şirket sayısı, dolar bazında piyasa kapitalizasyonu ve özel sektör borçlanma aracı ihraçlarında, özellikle son 10 yılda artış izleniyor olsa da, özel sektör menkul kıymetleri, her dönemde kamu borçlanma araçlarının çok gerisinde kalmaya devam ediyor.
Özel sektör borçlanma araçları, kredi piyasasına erişimin zorlaştığı son yıllarda şirketler için alternatif bir kaynak olarak öne çıkarken, sağladıkları yüksek getiriler sayesinde, yatırımcılar tarafından da tercih edilir hale geldi. Bunun da etkisiyle, özel sektör menkul kıymetleri içindeki paylarının önemli ölçüde arttığını görüyoruz. Buna rağmen, kamu menkul kıymetlerinin büyüme hızının, genişleyen bütçe açıkları nedeniyle daha yüksek olması, toplam menkul kıymet stoku içerisinde kamu ağırlığının giderek artmasına neden oluyor.
Tablo 1’de üzerinde durulması gereken bir diğer konu, son 10 yılda yabancı yatırımcıların saklama payının %66’lardan %35’lere kadar düşmesi. Bu durum, ülkemiz sermaye piyasasına olan güvendeki erimeye dikkat çekiyor. Bunun sonucu olarak da, 2010’lu yılların ortalarına kadar menkul kıymet stokundaki özel sektör payındaki sevindirici büyüme, yabancı yatırımcıların ilgisindeki düşüşün ve kamu borçlanmasındaki artışın etkisiyle yeniden düşme eğilimine girmiş görünüyor.