Bugün dezenflasyon programının destek ve istim kaybetmesinin ana nedenlerinden biri 19 Mart ve sonrasında muhalefet belediyelerinde başlatılan soruşturmalar. Bilindiği gibi bu operasyonlarla birlikte TL çok ciddi baskı altında kalmış, ve TCMB rezervlerinde kısa sürede 50 milyar doların üzerinde kayıp yaşanmıştı. MB (miktarı ve zamanlaması bir türlü açıklanmayan) döviz satışlarının yanı sıra hiç hesapta olmayan bir şekilde “iş gören” faizleri de 3 puan kadar yukarı çekmek zorunda kalmıştı. Tekrar benzeri bir siyasi kriz yaşanması durumunda programın devamlılığı iyice tehlike altına gireceği için yeni bir TL’den çıkış dalgası yaşanması sürpriz olmayacaktır. Ancak bu sefer MB’nın döviz satışları ve faiz artırımları yoluyla kurları stabil tutma imkanı da iyice zayıflamış olacak.
Uygulanan dezenflasyon programıyla ilgili ilk günden beri en büyük endişe iktidarın programa yeteri kadar arka çıkmaması, (daha önce defalarca gördüğümüz gibi) siyasi ve/veya ekonomik baskı altına girince programı ve programın teknokratlarını değiştirmesi, daha önce sürdürülmeye çalışılan (ve herhalde dünya ekonomi tarihinde nispeten gelişmiş bir ülkede uygulanan en “irrasyonel” ekonomi politikası olarak tarihe geçecek olan) programa ve onu uygulayan kadrolara geri dönülmesi ihtimalleriydi. Hal böyle iken, iktidar medyasının son günlerde ekonomi yönetimine karşı neredeyse muhalefetten bile daha güçlü çıkışını anlamak mümkün değil.
Eğer iktidar medyası yaptığı bu çıkışların “maliyeti” olmadığını düşünüyorsa yanılıyor. Unutmayalım ki, yatırımcılar ve tasarruf sahipleri çok ürkek ve yatırım kararlarında geçmiş tecrübeleri fazlasıyla dikkate alan kesimlerdir. Eğer bu kesimler uygulanan programın sekteye uğrayacağını ve yeniden irrasyonel politikalara geri dönüleceğini sezinlerlerse, varlıklarının döviz ve altın kompozisyonunu artırmayı veya tümden sistem dışına çıkmayı tercih edeceklerdir. Bizzat iktidar medyasından gelen eleştirilerle birlikte kuşkusuz yatırımcılar gözünde bu ihtimal oldukça artmış durumda. Bu artış da programın maliyeti ve başarı şansını doğrudan etkileyecektir.
Peki, marttan beri meydana gelen gelişmeler dezenflasyon programını şu ana kadar ne kadar etkilemiş durumda? TCMB’ye sorarsanız, neredeyse hiç! Öyle ki, geçen hafta yapılan Enflasyon Raporu toplantısında TCMB enflasyon tahminlerini değiştirmemeyi tercih etti. Ancak özellikle bantın 19-29 aralığında kalması hiç gerçekçi değildi. Şöyle ki, ilk 4 aydaki birikimli enflasyon zaten %13,4. Geri kalan 8 ayda (şimdilerde hayallerde kalan) tek haneli enflasyon yaşadığımız dönemlerdeki aylık enflasyon rakamlarını görsek bile yıllık enflasyon %20’yi geçmiş olacak. Ama aralık değiştirilmedi çünkü değişseydi ya orta nokta ve üst limit artırılmak zorunda kalınacak veya bant daraltılacaktı. (Buradan da anlıyoruz ki, TCMB’nin tek amacı 30 seviyesinin altında kalabilmek.)
Benim sezinlediğim TCMB’nin mart sonrası yaptığı zorunlu ek sıkılaştırmanın aslında dezenflasyon programına pozitif bir etki yaptığını düşünüyor olması. Sunumda da ortaya konduğu gibi ekonomi son 2 çeyrekte dezenflasyon programında hedeflenen oranda bir soğutma içine girememişti. Bu ek artışın bunu sağlayacağını düşünüyorlar. Ancak, yukarıda özetlediğim sebeplerden dolayı bu son derece “naif” bir düşünce. Zaten geçtiğimiz seneye göre yavaşlayan bir ekonomi ve yüksek reel faizler nedeniyle hoşnutsuz olan bir üretici kesim söz konusuydu. İhracatçı kesimin ise gerek değerli TL, gerekse de ihracat pazarlarındaki durgunluk nedeniyle ciroları daralmakta. Hal böyle iken, bir de faizlerin artırılmış olması onların da seslerini yükseltmesine sebep olmuş durumda. Tabii ki, İktidar bu kesimlere çeşitli tavizler verecek. (İlk açıklanan önlem olan KGF’nin yeterli olacağını düşünmüyorum, gerisi de gelecektir.) Ve günün sonunda, bu tavizlerin dezenflasyon programını ne kadar raydan çıkarıp çıkarmadığını göreceğiz. Ancak, korkarım ki gelişmeler TCMB’nin beklediği yönde olmayacak. Nihayetinde, ekonomi politikaları siyasetten bağımsız kurgulanamaz.