OECD’nin yaptığı bir çalışmaya göre Türkiye’de potansiyel büyüme oranı 2003-2013 arasında %3’ten %6’ya tırmanırken, o günden bugüne %4’e gerilemiş durumda.
Her ne kadar Ekim enflasyonu beklentilerin altında geldiyse de, MB dahil hiç kimse enflasyonun belinin kırıldığından bahsedemiyor. Genel olarak bakıldığında fiyat artışında belli belirsiz bir zayıflama görülse de, bu ay İTO TÜFE’si ile aranın gene açılmış olması düşündürücü. Bu gidişatla sene sonu enflasyonu %32 civarında gelecek. Belki aşırı sıkı değilse de görünürde oldukça sıkı bir para politikası izlenmesine ve döviz kurları mümkün olduğunca yerinde tutulmasına rağmen enflasyondaki düşüşün çok yavaşlamış olmasının arkasında beklentilerin bir türlü kırılamamasının yanısıra, Türkiye’nin potansiyel büyüme hızının çok gerilemiş olmasının da yattığını düşünüyorum.
Potansiyel büyüme oranı (PBO) ekonomide “enflasyonu artırmadan” üretim faktörlerinin (işgücü, sermaye ve verimlilik) tam ve sürdürülebilir kullanım düzeyinde uzun vadede ulaşılabilecek büyüme hızı olarak tanımlanmakta. Bu tanım büyüme oranı ve enflasyon arasında bir ilişki olduğuna işaret etmekte.
OECD’nin yaptığı bir çalışmaya göre Türkiye’de potansiyel büyüme oranı 2003-2013 arasında %3’ten %6’ya tırmanırken, o günden bugüne %4’e gerilemiş durumda. Daha uzun vadeli projeksiyonlarda ise bu hızın 20 sene içerisinde %2’nin altına düşmesi bekleniyor. Ancak şahsen OECD’nin bu hesabının söz konusu oranları olduğundan yüksek gösterdiğini ve potansiyel büyüme oranımızın şimdiden %3 civarına gerilemiş olduğunu düşünüyorum.
Potansiyel büyümedeki düşüş Türkiye’de hızlı cereyan ediyor
Potansiyel büyümedeki düşüş esasen tüm gelişmekte olan ülkelerin eninde sonunda karşılaştıkları veya karşılacakları bir olgu. Ancak Türkiye’de bu düşüş oldukça hızlı bir şekilde cereyan etmiş gözüküyor. Bunun nedenlerine kısaca bakarsak:
- Nüfus artışı: PBO’yu yüksek tutan en önemli faktörlerden biri nüfus artış hızıdır. Bir ülkenin kişi başına GSYH’si arttıkça da nüfus artış hızı düşer. Türkiye’de de öteden beri bu gelişimi gözlemliyorduk. Covid, ekonomik krizler ve hanehalklarının düşen alım gücü bu durumu hızlandırmış olabilir. Dünya Bankası’na göre nüfus artış hızımız %0.2-0.3 civarına gerilemiş durumda. (Çoğu gelişmekte olan ülkede bu oran %0.8-1.5 arasında.)
- Verimlilik: Türkiye’nin üretim yapısı hâlâ orta-düşük teknolojiye dayalı. Sanayi verimliliği 2017 sonrası durağan kaldı. Eğitim kalitesi ve inovasyon kapasitesi güçlü değil. Bu nedenlerle de PBO’yu artıran önemli bir unsur olan toplam faktör verimliliği (TFP) artışı %1’den az.
- Sermaye Birikimi ve Yatırımlar: Sabit sermaye yatırımlarının GSYH’e oranı resmi istatistiklerde %30’un üzerinde gözüküyor. Bu kötü bir oran sayılmasa da, bu yatırımların tam olarak hangi sektörlere yapıldığını, niteliklerini ve özel-kamu ayrımını göremiyoruz. Ayrıca siyasi ve ekonomik belirsizlikler artarken önümüzdeki dönemlerde yatırımların artma ihtimali de oldukça düşük.
- Nitelikli İşgücü Kaybı: Tabii ki, işgücünün niteliği bir ekonominin potansiyelini ortaya koyan en önemli faktörlerden biri. Ancak, gerek eğitim kalitesinin artırılamamış olması, gerekse de vasıflı ve eğitimli bireylerin yurtdışına göçü bu bakımdan da potansiyel büyümeyi düşürüyor.
Denilebilir ki, “madem potansiyel büyüme hızımız %3 ve bu seneki tahmini büyüme hızımız %3.3, o zaman enflasyonu yenmek için para politikasını daha da sıkılaştırarak çıktı açığımızı artıralım” (= büyüme hızımızı %1.5 ve altına düşürelim). İşte burası dananın kuyruğunun koptuğu yer. Ne siyaseten, ne de iktisaden bu yapılamaz. Yapılmaya çalışılsa bile ekonomik aktörlerin gözünde kalıcı ve inandırıcı bir uygulama olmayacağı için sonuç alınmaz. (Hatta beklentiler ve maliyet kanalıyla enflasyonu hızlandırabilir bile.)
Doğrusu bir yandan Türkiye’nin potansiyel büyüme oranını artırırken dezenflasyonist politikaları sürdürebilmektir. Ancak, yukarıda sıraladığım unsurlardan hiç biri kısa vadede artırılamayacağı gibi, bazılarının uzun vadede de artmayacağı açıktır. Bu da bizi aslında enflasyonun da üzerinde, çok daha önemli bir konuya, Türkiye’nin orta gelir tuzağından kurtulmasının pek mümkün olmadığı noktasına getiriyor.