OVP, devletin hukuki güvenlik ilkesine dayalı davranma yükümlülüğünün önemli bir parçasıdır.
Orta Vadeli Program (OVP) teknik olarak bir yasa değildir. Meclis’te oylanmaz. Daha çok, yürütmenin “Ekonomiye nasıl yön vereceğini” kamuoyuna duyurduğu bir politika belgesidir. Ama bu, onun önemsiz olduğu anlamına gelmez. Çünkü birçok yatırımcı, şirket ve hatta sıradan vatandaş, bu programlara göre plan yapar, borçlanır, yatırım kararları alır. Her yıl Eylül ayında açıklanan OVP, kamuoyu tarafından bir “ekonomik yol haritası” olarak değerlendirilir. Ancak bu belgelerin yatırımcı açısından ne ölçüde bağlayıcı olduğu, yani birer taahhüt mü yoksa sadece beklenti beyanı mı oldukları, hukuki açıdan ele alınmalıdır.
OVP’nin hukuki statüsü, Anayasa ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu çerçevesinde şekillenir. OVP, 5018 sayılı Kanun’un zorunlu kıldığı bir ekonomik planlama belgesidir. Devletin bütçesi, yatırımları ve harcama öncelikleri OVP’ye göre şekillenir. OVP, kamu mali yönetimi sisteminin temel taşıdır; kamu kurumları bu programa uymakla yükümlüdür.
Anayasa’daki bazı ilkeler, OVP’nin hukuk düzenindeki yerini belirler. Anayasa’nın 2. maddesi Türkiye Cumhuriyeti’ni bir “hukuk devleti” olarak tanımlar. Hukuk devleti, sadece yasa çıkarmak değil; devletin öngörülebilir, güven veren ve istikrarlı davranması anlamına gelir. Anayasa’nın 167. maddesi; piyasanın gözetimi, devletin piyasanın sağlıklı işlemesini sağlamakla görevli olduğunu belirtir.
OVP bir yasa değildir. Ancak modern hukuk devleti anlayışında devletin verdiği her sinyalin, yatırımcı için bir anlamı vardır. Bu bağlamda OVP, klasik anlamda bir taahhüt olmasa da, devletin hukuki güvenlik ilkesine dayalı davranma yükümlülüğünün önemli bir parçasıdır. Özellikle dış yatırımcılar açısından bu belgelerin tutarlılığı, ülkenin “Hukuki risk primini” de belirler. Bu nedenle OVP’nin hazırlanma ve uygulanma süreci sadece bir ekonomik analiz meselesi değil; aynı zamanda bir hukuk politikası sorunudur.
Örneğin OVP’de 2024 yılı için öngörülen dolar kuru 33,2 TL iken, fiili kur çok daha üzerinde seyrederse bu durum tek başına dava konusu yapılamaz. Ancak kamu ihalelerinde ya da yatırım teşviklerinde OVP verilerine güvenerek hareket eden bir yatırımcı zarar gördüğünü iddia ederse, devletin “güven verme yükümlülüğü” ihlal edildiği gerekçesiyle tazminat davası açılabilir. Nitekim bu konu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında da yer bulmuştur (örneğin “Stretch v. United Kingdom” davası). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de buna benzer durumlarda devleti tazminata mahkûm etmiştir. Çünkü “devletin verdiği sözle güven yarattığı” ve bu güvenin boşa çıkarıldığı durumlar, mülkiyet hakkı ihlali sayılabilir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı’nda devletin ya da kamu otoritesinin verdiği güvence veya sözle doğan meşru beklentinin bozulmasını, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin mülkiyet hakkını düzenleyen 1 No’lu Ek Protokol’üne aykırı bulunmuştur. Bu karar, devletin söz, belge veya uygulamalarıyla yarattığı güvenin hukuken koruma altında olduğunu ortaya koyar.
İşte burada hukukun önemi devreye giriyor. OVP gibi belgelerin hazırlanması ve açıklanması sadece bir tahmin değildir. Aynı zamanda bir hukuk sorumluluğudur. “Hukuki güvenlik ilkesi” devreye girer. Bu ilke, vatandaşın devlete güvenerek uzun vadeli kararlar alabilmesi gerektiğini söyler.