Kimileri için Türk para politikası ve uygulayıcıları, tüm kararlılıkları ile şaşırtmaya devam ediyor. Yine, diğer kimileri içinse ortada şaşırılacak hiçbir şey yok ve süreç olması gerektiği şekilde ilerliyor.
Ne zamandır reel kesim ile sermaye piyasaları arasında bu denli yüksek frekansta para politikası beklentilerine dair ayrışma gerçekleşmiyordu. Elbette bu durumun farklı gerekçeleri var. Bahse konu kesimlerin de kendi durdukları nokta ve bakış açılarının derecesine göre haklılıkları. Ben, müsaadenizle, temsil ettiğim kesimden ziyade kendi düşüncelerim üzerinden ilerlemek ve konuyu sesli şekilde tartışmaya devam etmek istiyorum.
Bu köşeyi takip edenler gayet iyi biliyor: Mart’ın ikinci yarısından bu yana, yüksek volatilite ve artan farklı belirsizlikler ortamında olabilen en sağlamcı duruşun, riskleri gözeterek ve çok daha sabırlı pozisyona geçmekten yana olduğunu anlatma gayesi içerisindeyim. Bunun için de yılın ilk yarısında faiz indirim döngüsüne keskin bir ara verildiğini, ikinci yarıda ise yakın zamanın aksine sadece enflasyon eğiliminin ön planda yer almadığı ve fakat yeniden faiz indirim döngüsüne dönülebileceği üzerine akıl yürütüyorum. Gelinen son nokta, kendi bakış açımla uyuşan bir pozisyona işaret ediyor. Ancak, sonrası da önemli.
Geride kalan hafta ile birlikte, merakla beklenen Haziran PPK toplantısı da geride kaldı. TCMB, politika faizi, diğer faiz seviyeleri ve faiz koridoruna dair herhangi bir değişikliğe gitmedi. Kullanılan genel dil, ana hatları ile temkinli durmaya devam ederken, kenarından temmuz toplantısı için de net olmayan, fakat anlaşılabilir düzeyde sinyalleme yapıldı.
Mevcut para politikası duruşunda hâlâ daha finansal istikrar>fiyat istikrarı ekseninde ilerleme isteği ağır basıyor. Açıkçası doğrudan yana tavır takınıldığı kanaatindeyim. Merkez Bankası, bu sayede, hem enflasyon ana eğilimini gözetmek için zaman kazanıyor hem de rezerv, portföy akımları, dolarizasyon eğilimi ve son zamanlarda yeniden beliren jeopolitik riskler ve ikincil etkileri üzerine daha sağlıklı pozisyonda düşünebilme imkanı sağlıyor.
Gelen son veriler ve PPK notunda işaret edildiği üzere, muhtemel haziran eğilimi, enflasyon açısından Türk para politikasına oyun alanı açıyor. Bu, mevcut politika faizi, fonlama kompozisyonu ve maliyeti ile söz konusu alanın kullanılmasına fazlasıyla zemin hazırlayan bir çıktı. Ancak, bardağın diğer kısmında ise finansal istikrara yönelik kaygılar, uzun yılların ardından, risk başlıkları üzerinden bir tur daha şekilleniyor. Orta Doğu coğrafyasında son 2 yılda yaşanan gelişmelerin İran ayağı, bölgeye dair risk başlıkları ile etkileşime ek olarak, petrol fiyatları-enflasyon ilişkisini de stresli şekilde hatırlatıyor. Para politikası, her gevşeme isteğinde zamanlama olarak iç ve/veya dışsal şoklar ile karşılaşıyor, bunun doğal sonucu olarak da daha temkinli alana geçiş yapmak zorunda kalıyor.
Buraya kadar olan kısım, sermaye piyasalarında işlem yapanlar ile reel kesim için ortak kesişim kümesinde şaşırılmayacak üzere baskı unsuru olarak beliriyor. Ancak, ek yeni bir sorun başlığı belirmedikçe, en zorlu dönemin büyük oranda geride kalmaya başlayacağı ve mümkün olan düzeyde normalleşme pozisyonuna geçileceğini unutmamakta fayda var. Temmuz ve devamındaki 3 toplantıda politika faizi indirimleri ile yılı tamamladığımızda %35-36 bandına gelinmesi, neredeyse konsensüs. Yani, meşhur deyimle, “satın alınacak bir beklenti” olarak da tanımlanabilir.
Peki, rakamsal karşılığını görmek de mümkün olacak mı? En azından yakın zaman için? Maalesef. Çok kolay değil. Şirket finansalları ve paralelinde ekonomik aktiviteye yansıması, en iyi senaryoda 2 çeyrek gibi bir zaman aralığını alabilir. Bu da ‘mevcut sabır patikası’ için eğilimin devamını işaret ediyor. Elbette düne kıyasla daha az şekilde.