Antlaşmaya ülkemizin atfettiği önem bir yana, belgenin sömürgecilikle mücadelede de önemli bir yere, dolayısıyla Türkiye’yi aşan bir öneme sahip olduğu unutulmamalıdır.
Temmuz ayının ikinci yarısı önemli olaylarla dolu. Kıbrıs Barış Harekatı, Hatay’ın anavatana katılması ve Lozan’ın imzalanması da bunlar arasında yer alıyor. Şüphesiz Lozan Barış Antlaşması Türkiye için birçok açıdan önemli ama uluslararası öneminin de dikkatten kaçmaması gerekiyor. 1960’lı yılların başında Columbia Üniversitesi’nde Master çalışmalarımı yaparken, merhum Immanuel Wallerstein’in öğrencisi olma şansına da sahip olmuştum. Hocamız sömürgecilik karşıtı hareketlerin doğup güçlenmesinde 20. yüzyılın başında cereyan eden iki önemli olayın etkisinden söz etmişti. İlk olay Japonların galibiyetiyle sonuçlanan ve Avrupalı olmayan bir gücün Avrupalı bir gücü yenebileceğini gösteren 1905 Japon-Rus savaşıydı. İkinci olay ise Osmanlı Devleti’nin topraklarını paylaşma peşinde koşan sömürgeci devletlerin Türk Kurtuluş Savaşı’nda uğradıkları ve Lozan ile tescillenen yenilgiydi. Hatırlanacağı gibi, sömürgeci devletlerin güçlerini tamamen tüketmeleri ve sömürgeciliğin sona ermesi için İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesini beklemek gerekmiştir.
Lozan, Cumhuriyetin kuruluş anlaşması olarak anılır
İlginçtir ki, 19. yüzyılın ikinci yarısında doğan iki ulus-devlet, İtalya ve Almanya, kendilerinin de emperyalizmin hedefi olmalarına rağmen, emperyalist devletler olmaya özenmişlerdir. Almanlar ilk olarak Prusya döneminde “Drang nach Osten” siyasetiyle Doğu’ya yönelirken, İtalyanlar da özellikle Doğu Akdeniz’i kendilerine ait bir “Mare Nostrum” yapmayı denediler. Bu fikirler ilk uygulamaya sokulduğunda ne Hitler vardı ne de Mussolini. Almanlar sömürgeleştirme çabalarında Osmanlı’yı yanlarına almaya çalışırken, İtalyanlar da bir yandan Libya, diğer yandan Ege’deki 12 ada gibi Osmanlı topraklarını fethederek oralara yerleştiler. Birinci Dünya Savaşı sırasında ise İtalyanlar işgallerini Türklerin anavatanı olarak gördükleri Anadolu’ya götürmekte dahi tereddüt göstermediler.
Lozan’a Türk bakış açısıyla yaklaşıldığında, bu anlaşma genellikle cumhuriyetin kuruluş anlaşması olarak anılmaktadır. Neden? Konferansa başka ülkeler katılmış olsalar da, toplantıya Fransız ve İngilizler hakim olmuşlardır. İlk olarak bu iki ülke, muhtemelen muzaffer Türk milliyetçilerinin gücünü kırmak için meşruiyeti sadece İstanbul’da kısmen tanınan İstanbul hükümetini de toplantıya davet etmişlerdir. Bu hareketleri milliyetçilere İstanbul hükümetinin hukuki varlığını da sona erdirme fırsatını tanımıştır. Nitekim, saltanat vakit kaybetmeksizin lağvedilmiştir. Böylece, konferanstan kısa bir süre sonra cumhuriyeti ilan etmenin önü de açılmıştır.
Emperyal güçlerin karşısında savaş kazanmış, bağımsız bir ülke
İkinci olarak, Fransa ve İngiltere konferansı sanki eski sömürgelerinin kendilerinden bazı isteklerinin görüşülmesini istiyorlar havasında yürütmek istemişlerdir. Başlangıçta, konumunu kendileriyle eşit gören bir milli devletin temsilcileriye görüşmek durumunda olduklarını anlamamışlardır. Emperyal güçlerin karşılarında savaşta onları yenen bağımsız bir ülke ile görüşme durumunda olduklarını idrak etmeleri için hem zamana hem de psikolojilerini yeni duruma uyarlamalarına ihtiyaç duyulmuştur. Yine de konferansta bu iki ülkenin ilgilendikleri konulara çok yer verilmiş, onların iddialarından vazgeçmeleri için çok uğraşılmıştır. Tahmin edilebileceği gibi, iddialar daha ziyade iktisadi konulardaydı, örneğin kapitülasyonlar gibi iktisadi imtiyazların kaldırılmaması ya da Osmanlı borçlarının büyük kısmının yeni devlet tarafından üstlenilmesiyle ilgiliydi.
Üçüncü olarak, sömürgeci devletler yeni kurulan devletin iç işlerine müdahale etmek için dini azınlıkların korunmasını üstlenmeyi de arzuluyorlardı. Anlamakta güçlük çektikleri husus, karşılarında tüm vatandaşların din, etnik, ırk ve kökene bakılmaksızın eşit haklara sahip olmasını öngören bir milli devletin varlığı idi. Sonuçta, yeni ülke halkının herhangi bir bölümünün dış güçler tarafından korunmaya muhtaç olmadıklarını kabullenmek zorunda kaldılar.
Dördüncü olarak, emperyal güçler Milliyetçilerin kurtardıkları topraklarda kendilerine tabi olması muhtemel bir Ermeni devleti ve özerk bir Kürt bölgesi kurulması fikirlerini de terk ettiler. Milliyetçilerin egemen olduğu topraklar dahilinde onların iradesinin geçerli olacağını kabul etmek zorunda kaldılar. Tek önemli istisna, konferansın başarılı sonuçlanmasını sağlamak maksadıyla önemli bir toprak meselesinin çözümünün konferans sonrasına bırakılmasıdır.
Anlaşma imzalandığı sırada henüz Türkiye’de cumhuriyet ilan edilmemişti, ancak anlaşmanın cumhuriyetin önünü açtığına kesin gözüyle bakılabilir. Şayet Lozan’da bir anlaşmaya varılmasaydı, cumhuriyetin ilan edilebileceğini düşünmek de pek kolay olmamaktadır. Fakat, antlaşmaya ülkemizin atfettiği önem bir yana, belgenin sömürgecilikle mücadelede de önemli bir yere, dolayısıyla Türkiye’yi aşan bir öneme sahip olduğu da unutulmamalıdır.