Türkiye’deki PKK terörü uzun süredir denetim altına alınmıştı. Dolayısıyla şimdi Türkiye’den çekilmeye karar vermesinin büyük bir başarıya işaret ettiğini söyleyemeyiz.
Türk hükümeti, PKK tarafından yapılan açıklamaların ardından terör örgütünün Türkiye’deki faaliyetine son verdiğini açıkladı. Anlaşıldığına göre, bu karar Türkiye sınırında yer almakla birlikte Irak ve Suriye’de yer alan teşkilatlanmaları da kapsıyor. Hükümete bakılacak olursa, Kürt terörünün sona erdirilmesine ilişkin yeni bir aşamaya gelinmiştir ve işler tasarlandığı gibi yürümektedir:
Neyin amaçlandığı ve neyin gerçekleştiğini daha yakından inceleyecek olursanız, başlangıçta Türk hükümetinin PKK’nın lağvedilmesini istediğini hatırlayacaksınız. Dolayısıyla, şimdilerde örgütün Türkiye’den çekildiğini söylemesini sorgulayabilirsiniz. Aslında, Türkiye’deki PKK terörü uzun süredir denetim altına alınmıştı. PKK ülke içinde terör eylemlerine girişemiyordu. Dolayısıyla şimdi Türkiye’den çekilmeye karar vermesinin büyük bir başarıya işaret ettiğini söyleyemeyiz. Tam tersine, olanlar hayatta kalması için uzun süredir sağlamaya çalıştığı varlıksal bir meşrulaşma sorununun çözümüne katkı yapmış olabilir.
Son açıklama, Bahçeli açısından cankuratan oldu
Türk hükümetinin bu konuda bir başarıya ihtiyaç duyduğuna kuşku yoktur. Özellikle ülkeyi yöneten koalisyonun küçük ortağı kamuoyuna başarı olarak sunulacak bir eyleme ihtiyaç duymaktadır. MHP uzun yıllar müzakereler yoluyla ulaşılacak bir uzlaşmaya karşıydı ve teröre tevessül edenlerin ihanet içinde olduğunu ve cezalandırılmaları gerektiğini ileri sürüyordu. Derken, beklenmedik bir davranış sergileyen parti başkanı Devlet Bahçeli uzlaşmak gerektiğini kabul etti. Önce PKK ile yakın ilişki içinde bulunduklarını düşündüğü DEM Partililere dostça davrandı, ardından da bir çözüme ancak görüşmeler yoluyla varılabileceğini kabul ettiğini açıkladı. Şimdi böyle bir siyaset değişikliğinin sonuç getirici olduğunu göstermesi gerekiyor. Bay Bahçeli, siyaset değişikliğini yapmakla büyük bir risk aldı. Son günlerde ciddi bir gelişme olmaması, tüm girişimin özellikle iktidar partisine yarayan bir tezgah olduğunu ve başarısızlığa uğradığını ileri sürenlerin ekmeğine yağ sürüyordu. Böyle bakıldığında, son açıklamanın Bay Bahçeli açısından bir cankurtaran dahi olduğu söylenebilir.
Parlamentoda Kürt dertlerine çare arayan bir komisyon da kurulmuş bulunuyor. Terör eylemlerinin ana dilde eğitim gibi siyasi hedefleri de olduğundan, komisyonda Türkiye’de yaşayan Kürt kökenli vatandaşların çeşitli dertlerinin ve bekleyişlerinin ele alındığı söylenebilir. O zaman da bir terör örgütünün Kürt sorununun tek temsilcisi olarak kabul görmesi gibi isabetinden emin olamadığım bir durum ortaya çıkmaktadır. Yine de Kürt kökenli vatandaşlarının ilgilendikleri muhtelif konuların dile getirilmesinin bir kazanç olarak görülmesi mümkündür.
Çözüm süreci konusunda düşünce sahibi olan aktör sayısı bir hayli yüksektir. Bunların hepsinin her istediğine olumlu yaklaşmak ise mümkün değil. Bir örnek vermek gerekirse, PKK’nın şu anda hapiste olan liderinin durumuna eğilebiliriz. Bazıları kendisinin komisyon önünde konuşmasını (belki de ilerde parlamentoya seçilmesini) ya da 15 yıl hapis yatan bir kişinin umut hakkından yararlanmasını ve affa uğramasını istiyor. DEM milletvekilleri genelde Öcalan’ın affını, seçilerek göreve gelmesini istedikleri gibi, komisyona gelip konuşmasını da tabii karşılıyorlar. Buna karşılık özellikle PKK ile mücadelede yaralanmış, sakat kalmış gazilerin yanında bir kısım parlamento üyesi binlerce kişinin yaralanması ve öldürülmesinden sorumlu tutulacak bir kişinin yerinin hapishane olduğundan ve haline acınmaması gerektiğinden kuşku duymuyorlar. Başını DEM milletvekillerinin çektiği bazı kimseler, eğitimin ana dilde yapılması gerektiğini savunurken, diğerleri okullarda Kürtçe de öğretileceğini kabul etmekle birlikte, eğitimin Türkçe olması konusunda ısrar ediyorlar. Bu yaklaşımların uzlaştırılması kolay hatta mümkün görünmüyor. Parlamentoda da herkesin destekleyeceği çözümler üretmek imkansız denecek kadar zor. Tabii iş parlamentoda dahi bitmiyor, ardından kamuoyunu da ikna etmek gerekecek ki, ülkenin etnik çatışmalardan kurtulması için özveride bulunmayı kabul etsinler.
İnandırıcılık sorunu var
Bütün bu süreç, ülkeyi yöneten koalisyona güvenilmemesi nedeniyle daha da karmaşıklaşıyor. Bazı gözlemciler birkaç yıl önce yaşanan benzer bir deneyi hatırlatarak, o girişimin de başarısızlıkla sona erdiğine işaret ediyorlar. Belki daha da vahimi, bazı gözlemciler ülkeyi yöneten koalisyonun bu girişimle kendi seçmeni katında zayıflayan desteğini güçlendirmek istediğini ileri sürüyorlar. Belki bunlardan daha da önemli bir inandırıcılık sorunu var. Her alanda otoriter olan ve bu yolda daha da ileri gitmek istediği izlenimi veren bir hükümetin bir alanda liberalleşme istediğine inanmak için herhangi sebep var mıdır?
Türk siyasetinin nereye gittiğini ya da geleceğini kestirmekte güçlük çekilen bir dönemden geçiyoruz. Ancak bu dönemde yapılanlar gelecekte nasıl bir Türkiye’de yaşayacağımızı da önemli ölçüde belirleyeceğini bilmemiz gerekiyor.