Kadın çalışan oranını bırakın gelişmiş ülkeler seviyesine, dünya ortalamasına bile çekebilsek çalışan kadın sayımız yaklaşık 5 milyon kişi artacak! 5 milyon haneye daha fazla gelir girecek.
Türkiye’de yurtiçi tasarrufların yetersiz olduğu birçok uzman tarafından tespit edilmiş durumda. Zaten politika yapıcılar da on yıllardır bu kronik sorunun çözümü için kafa yoruyorlar. Yurtiçi tasarruf dediğimizde aslında kast edilen büyük ölçüde, finansal sistem içerisinde tutulan ve dolayısıyla yatırımları finanse etmekte kullanılabilecek kaynaklar. Ekonomiye ve finansal sisteme güvenin güçlü olmaması, sistemin derinliğinin az olması ve faiz ile ilgili hassasiyetler nedeniyle, Türk halkının bir kısmının tasarruflarını finansal sistem dışında tuttuklarını biliyoruz. Yastık altındaki döviz ve altın, gayrimenkul ve kripto paralar, finansal sistem dışında kalan tasarrufların ana adresleri. Son yıllarda yurtdışında menkul ve gayrimenkul alımlarının da arttığını görüyoruz. Yani aslında sorun sadece tasarrufların yetersiz olması değil, bunların önemli bir kısmının yurtiçindeki finansal sistemde kalmıyor olması. Yatırımların finansmanı için gerekli kaynaklar yurtiçinden sağlanamayınca, yurtdışı tasarruflara ihtiyacımız artıyor. Bu da bizi cari işlemler dengesinin, tasarruf-yatırım dengesiyle buluştuğu yere getiriyor.
Tasarruflarla ilgili bu kısa hatırlatmayı yaptıktan sonra, Türkiye’de tasarrufların neden yetersiz olduğu üzerinde durmamız gerekiyor. Akademik çalışmalarda ortaya konulan en önemli bulgulardan bir tanesi, sadece Türkiye’de değil, diğer ülkelerde de tasarrufların ana belirleyicisinin gelir seviyesi olmasıdır. Basitçe ifade etmek gerekirse, gelir seviyeniz zaten ancak temel ihtiyaçlarınızı karşılayacak düzeydeyse, tasarruf etme imkanınız olmaz ya da ancak çok sınırlı olur. Gelir seviyeniz arttıkça, tüketiminiz de artsa da, bir noktadan sonra ileriyi düşünerek tasarruf edebilir hale gelirsiniz. Gelir arttıkça tasarruf etme eğiliminin de artması beklenir. Yani, Türkiye’de tasarruflar neden yetersiz sorusunu cevaplamaya çalışırken, ilk önce tasarruf edebilecek kadar gelirimiz var mı diye bakmamız lazım.
Tipik bir hanenin anne, baba ve çocuklardan oluştuğunu varsayalım. Çocuklar 15 yaşına gelene kadar çalışabilir nüfus içinde değerlendirilmiyor. Bu nedenle, onların gelirinin olmadığını varsayabiliriz. Bu durumda haneye gelir sağlayacak kişiler anne ve baba oluyor. Eğer hanedeki her iki yetişkin de eve gelir getirebiliyorsa, o zaman bu hanenin ihtiyaçlarını karşılayıp, kenara da bir miktar para koyma ihtimali artıyor. Hanedeki yetişkinlerden sadece birisi çalışıyorsa, o zaman durum zorlaşıyor. Tek kişinin geliriyle bütün evin ihtiyaçlarını karşılama ve bir de üzerine kenara para koyma ihtimali azalıyor. Dolayısıyla hanenin gelirini artırmak ve tasarruf etme ihtimalini yaratabilmek için, sadece erkeklerin değil, kadınların da çalışması işleri kolaylaştırıyor. Şimdi Türkiye’de durum nasılmış bir bakalım:
Tablo 1’e baktığımızda, son 20 yılda Türkiye’de kadınlara ait işgücü verilerinde bazı olumlu gelişmelerin olduğunu görüyoruz. 2005’te çalışma yaşında olan kadın nüfusunun sadece %22,1’i işgücüne katılırken, 2025’in ikinci çeyreği itibariyle bu oran %36,2’ye yükselmiş. İşgücüne katılan (yani kabaca, aktif bir şekilde iş arayan diye de düşünebiliriz) kadınların 2019’da %15’e yakını iş bulamazken, elimizdeki son veriye göre bu oran %10,8’e kadar gerilemiş. Bir başka ifadeyle, son 20 yılda çalışabilir yaştaki kadınlarımızın istihdam edilme oranı %20,3’ten, %32,3’e yükselmiş. Bunlar kesinlikle yabana atılacak gelişmeler değil. Peki, bu tablo bizi tatmin etmeli mi? Bu sorunun yanıtı kesinlikle hayır! Neden böyle söylediğimi gelin Tablo 2’deki uluslararası karşılaştırma üzerinden açıklayayım:
Dünya Bankası ve ILO’nun verilerine göre, bu konuda düzenli veri yayınlayan 187 ülke arasında, kadınların istihdam oranı bazında Türkiye ne yazık ki 156. sırada yer alıyor. Yukarıdaki tablodan da görülebileceği gibi, kadın istihdamının daha yüksek olduğu ülkeler, çoğunlukla gelişmiş batı demokrasileri. Lakin listeye bakınca, Endonezya ve Malezya gibi nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman ve gelişmekte olan bazı ülkelerde de kadın istihdamı bizden çok daha yüksek. Dünya ortalaması olan %46,6’ya göre bakınca da, kadın istihdamında ülke olarak daha gidecek çok yolumuz var. Kadınların istihdamı konusunda Suudi Arabistan’dan ancak bir çıt daha iyi; İran ya da Afganistan gibi ülkelerden çok daha iyi olmamız herhalde kimseye teselli olmayacaktır. Daha da üzücü olanı, bu verinin yayınlanmaya başladığı 1991’de %31,6 olan kadın istihdam oranımız, sonraki 33 yılda ancak 0.6 puan artabilmiş; ya da apaçık yerinde saymış.
Konuyu çok da sayılara boğmadan, basitçe düşünelim. Nüfusumuzun yarısı kadınlardan oluşuyor. Biz bu kitlenin çalışma çağında olanlarından ancak %32’sine iş sağlayabiliyoruz. Halbuki bu oranı bırakın gelişmiş ülkeler seviyesine, dünya ortalamasına bile çekebilsek çalışan kadın sayımız yaklaşık 5 milyon kişi artacak! 5 milyon haneye daha fazla gelir girecek, daha fazla tüketimin yanı sıra, daha fazla tasarruf da mümkün olabilecek. Ülkemizin açık ara en kötü, en verimsiz kullanılan kaynağı kadınlarımız. Biliyorum, birçok kişi evde çalışan kadınlarımızın da çok büyük katkıları olduğunu söyleyecek ama bu bence çok yetersiz bir açıklama, çok defansif bir yaklaşım. Nasıl ki tek kanatlı bir kuş doğru dürüst uçamazsa, kadınlarının potansiyelinden yararlan(a)mayan bir ülkenin de kalıcı bir ekonomik kalkınma başarısı sergilemesi mümkün olamayacaktır.