İsrail, bir fikrin savaş yoluyla ortadan kaldırılamayacağını anlamamış görünüyor. Hamas, sadece bir örgüt değil, aynı zamanda bir fikir. Fikir, ilişki ağlarında en hızlı yayılan şeydir.
Geçtiğimiz hafta sonu İsrail’in İran’a saldırı haberlerinden aklımda en çok kalan fotoğraf karesi, İran’ın üst düzey komutanlarından birinin apartman dairesinin duvarındaki delik oldu. İsrail, kim bilir ne zamandan beri topladığı istihbaratı yüksek teknolojiyle birleştirerek nokta atışıyla komutanın yaşadığı daireyi hedef almış. Savaşla ilgili haberleri okudukça aklıma Niall Ferguson’un “Meydan ve Kule” kitabı geldi. Ne alakası var demeyin. Bu kitapta ünlü tarihçi Ferguson tarih boyunca hiyerarşilerle ilişki ağlarının (network) nasıl mücadele ettiğini anlatıyor.
Bugün Almanya’da küçüğünden büyüğüne hangi kente giderseniz gidin, merkezinde bir meydan ve meydanda bir kuleyle karşılaşırsınız. Orta Çağ kapandığında Avrupa’nın tüm kentlerinde bir kule ve meydan vardı (Almanlar hepsini muhafaza etmişler). Bu kuleler hem kilisenin çanlarını çalmaya hem meydanı gözetlemeye hem de otoritenin kimde olduğunu göstermeye yarıyordu. Ancak ticaret meydanda dönüyordu. Uzak illerden gelen mallar meydanda kurulan pazarda satılıyor, bu sırada tanışan tüccarlar meydanda fikirlerini paylaşıyordu. O zamanın entelektüelleri meydanın çevresindeki meyhanelerde kümelenip muhabbet ediyordu. Johannes Gutenberg 1400’lerin ilk yarısında matbaayı icat ettiğinde, bastığı yeni fikirleri hızla paylaşacak ilişki ağlarını bu meydanlarda buldu. Pazardaki tüccarlar matbaacı, meyhanedeki enteller yazar oluverdiler. Hikâyenin devamını biliyorsunuz. 100 yıl içinde, Martin Luther’in başlattığı reform hareketi bu ilişki ağlarından yayılarak Katolik Kilisesi’nin egemenliğine son verdi. Dünyanın en büyük hiyerarşik örgütünü bir köşeye atan Avrupa, sonrasında dünyanın lideri oldu. Kuleler ise bu süreçte eski önemini yitirdi.
Nasr: İran din devleti değil, güvenlik devletidir
İran’da olanları görünce aklımı meşgul eden en önemli soru şu: Yahu koskoca binlerce yıllık İran devleti nasıl bu duruma düşer? Cevabı ararken ABD’nin en önemli dış politika okullarından Johns Hopkins School of Advanced International Studies’in eski dekanı Vali Nasr’ın yeni kitabını okudum (Iran's Grand Strategy: A Political History). Kendisi de bir İranlı olan Nasr, bu kitapta İran İslam Cumhuriyeti’nin bürokratik gelişimini analiz etmiş. Diyor ki, “İran aslında bir din devleti değil, bir güvenlik devletidir.” Ruhullah Humeyni, 1979 İslam Devrimi’nden sonra İran’ın mevcut kurumlarını yok edip tamamen dini liderliğe bağlı yeni kurumlar kurdu. Bunların en önemlisi orduya alternatif olarak kurulan Devrim Muhafızları. Bu kurum sadece bir ordu değil, aynı zamanda birçok iktisadi işletmenin sahibi, devlet bürokrasisinin kilit pozisyonlarına eleman yetiştiren bir teşkilat. Ancak Humeyni, Devrim Muhafızları’nı askeri okullardan yetişen eğitimli İranlılar yerine İran-Irak Savaşı’nda kahramanlık gösteren cahil cühela askerlerden kurmuş. Bürokraside de yükselme standardı liyakat değil, rejime sadakat. Esas kaygısı rejimin güvenliği olan İran bürokrasisi ise 45 yıldır ülkeyi yönetiyor. Ambargo nedeniyle kıtlık olunca kime karne verileceğine de bu bürokrasi karar veriyor, hangi silahın alınacağına da. Böyle bir bürokratik yapının nükleer silah gibi büyük bir projeyi ana hedefi yapmasına da şaşırmamak lazım.
13 Haziran’da İsrail bu bürokrasiyi içinden hedef aldı. Topladığı istihbaratı etkili bir biçimde kullanarak çoktandır İran topraklarına saklanan İHA’lar sayesinde İran hava savunma sistemlerine yakalanmadan İran’ın komuta kademesini ortadan kaldırdı. Öyle ki birkaç gün önce İsrail’e karşı oldukça sert tonda açıklamalar yapan genelkurmay başkanını bile öldürdüler. Birkaç gün sonra yerine atanan komutan da öldürüldü. Karşılıklı güvenin düşük olduğu hiyerarşik yapılarda, bu tip kilit yöneticilerin ortadan kaldırılması büyük yönetim zaaflarına yol açabiliyor. Hiyerarşik yapılarda olup biteni anlayıp cevap vermek zaman alırken, esnek ilişki ağlarında herkes kendisi karar alıp sonra patronu da kararın arkasında durduğu için günümüzün hızlı bilgi akışına göre tepki vermek mümkün oluyor.
İran Devrim Muhafızları’nın İran dışındaki faaliyetlerini yöneten efsane komutanı Kasım Süleymani, ABD’nin Irak’taki işgal ordusu komutanına tanışma mektubunda şöyle yazmıştı: “Merhaba, ben Kasım Süleymani, İran’ın Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’deki askeri varlıkları bana bağlıdır.” Süleymani, Ocak 2020’de Bağdat’tayken Amerikalılar tarafından öldürüldü. Aradan geçen beş senede Suriye’de rejimin değiştiğini, Hizbullah’ın etkisiz hale getirildiğini, Irak’ta da Şii milislerin eskisi kadar sesinin çıkmadığını görüyoruz. Anlaşılan o ki İran’ın bölgedeki tüm örgütlerle kurduğu ilişki ağı, aslında bir komutanın dedikleriyle yürüyormuş.
İsrail’de teknoloji girişimlerini askerlik arkadaşları kuruyor
Dünyada kişi başına düşen en çok başarılı teknoloji girişimi İsrail’den çıkıyor. Askerlik 18 yaşına gelen herkese (kadın-erkek) mecburi. Birçok girişimi askerlik arkadaşları kuruyor. Beraber iki üç sene silah altında olmanın getirdiği güven, ilişki ağlarına yansıyor. Hatta en iyi teknoloji girişimleri, askeri istihbarat birimi 8200’den çıktığı için İsrailli gençler liseyi bitirirken burada askerlik yapmak için torpil arıyorlar. Bu yapıların içinden çıkan istihbarat, teknoloji girişimi ve ordu arasındaki ilişki ağlarının, güvenlik kaygısı üzerine kurulu İran hiyerarşisini nasıl alt ettiğini görüyorsunuz.
Şimdi karşımızda iki soru var: Birincisi, bugüne kadar “meydan”daki ilişki ağlarını iyi kullanmayı bilen İsrail’in kendisi yakında “kule” haline gelir mi? Gazze’de son iki yıldır yaşananlar, bu soruya verilecek cevabı “evet” yönünde kaydırmış durumda. İsrail, bir fikrin savaş yoluyla ortadan kaldırılamayacağını anlamamış görünüyor. Hamas, sadece bir örgüt değil, aynı zamanda bir fikir. Fikir, ilişki ağlarında en hızlı yayılan şeydir. İnsanları öldürseniz de fikirleri ortadan kaldıramazsınız. İkinci soru: İran’ın başına gelen Türkiye’nin de başına gelebilir miydi? Hayır bence gelmezdi. Çünkü Türkiye’de bürokrasi, İran İslam Devrimi gibi bir kesintiye uğramadan Tanzimat’tan beri yerli yerinde. Kendi gelenekleri içinde hâlâ liyakate önem veriyor.
Ankara Çankaya’da Atatürk Bulvarı, Şah Rıza Pehlevi Caddesi (1979’dan beri İran Caddesi) ve Pakistan’ın kurucusunun adını taşıyan Cinnah Caddesi birbirine paraleldir. Bu devletlerden ikisinin bürokratik gelenekleri zayıf olduğu veya kendi kendine bürokrasilerini yıktıkları için ne hale geldiklerini görelim ve kendi devletimizin kıymetini bilelim.