Normal bir ülkede çok önemli bilgiler içermesi beklenen bir veri, Türkiye’de neredeyse kimse tarafından ciddiye alınmadı. Ne olduysa salı öğleden sonra oldu. Büyüme verisinin yapamadığını, mahkeme kararı yaptı.
Bu haftaya 2025’in ikinci üç aylık dönemine ait büyüme verileriyle başladık. Ben de dahil hemen herkesi şaşırtan derecede yüksek bir büyüme verisi açıklandı. Hem iş dünyası, hem de çalışanlar açısından çok zor geçen ikinçi çeyrekte, TÜİK’e göre ekonomimiz geçen yıla göre %4,8 büyüdü. Daha da şaşırtıcı olanı, ekonomik aktivite bu yılın ilk çeyreğine göre de belirgin bir şekilde güçlenerek, çeyreklik bazda %1,6 büyüdü. Bu oran, yeni ekonomi yönetiminin işbaşına geldiği 2023’ün ikinci çeyreğinden itibaren kaydedilen en yüksek artışa işaret ediyor. Verinin detayına baktığımızda, sanayi üretiminde ve toplam yatırım harcamalarında kaydedilen çok kuvvetli artışlar pek inandırıcı, ya da sahadaki gözlemlerle uyumlu gözükmüyor.
Çarşamba gününe geldiğimizde, ağustosa ait enflasyon verilerini gördük. Tüketici fiyatları piyasaların beklentisinin üzerinde olacak şekilde aylık %2,04 arttı. Böylece yıllık enflasyon da, ancak çok sınırlı bir şekilde gerileyerek %32,95 oldu. Gıda, konut ve eğitim sektörü fiyatları enflasyonun yüksek çıkmasında rol oynadı. Daha önce detaylı şekilde analiz ettiğim giyim ve ayakkabı sektöründe ise fiyatlar düşmeye devam etti. Toplam yıllık enflasyon %32,95 iken, giyim ve ayakkabı sektöründe yıllık fiyat artışları sadece %9,5 oldu.
Türkiye, panik atak geçirtecek cinsten heyecanlı bir ülke
Bu iki ekonomik verinin arasındaki salı günü ise, CHP İstanbul 38. Olağan İl Kongresi'nin iptali için açılan davada mahkeme, İl Başkanı Özgür Çelik ve mevcut yönetimin görevden uzaklaştırılmasına, yerlerine geçici bir yönetim atanmasına hükmetti. Bu kararın duyulmasının ardından borsada satışlar hızlandı, döviz piyasası hareketlendi, tahvil faizleri yükseldi. Döviz piyasasındaki tansiyonu düşürmek için Merkez Bankası binbir emek biriktirdiği döviz rezervlerinden yüklü bir satış yapmak zorunda kaldı.
Türkiye her zaman heyecanlı bir ülke. Hem açıklanan veriler hem de siyasi gelişmeler çoğu zaman beklenenden farklılaşabiliyor. Lakin, bu haftanın ilk üç gününde yaşadıklarımız, Türkiye standartlarına göre bile fazla heyecanlı. Lütfen yanlış anlamayın, “heyecanlı” diyerek yaşadıklarımızı hafifleştirme ya da olumlama çabasında değilim. Bahsettiğim, pek istenmeyen cinsten bir heyecan; hani ekonomide panik atak geçirtecek cinsten. O nedenle, olup bitenin anlamını sakin bir şekilde düşünmeye büyük ihtiyaç var. Yazının bundan sonraki bölümünde bunu yapmaya çalışacağım.
Verilere güvenin yüksek, açıklanan verilerin de ekonomik gerçeklerle uyumlu olduğu bir ülkede, beklentilerin çok üzerinde gelen bir büyüme verisi çok ciddiye alınır. Türkiye gibi, enflasyonu indirme çabasında olan bir ülkede, beklenenden çok daha kuvvetli bir ekonomik aktivite, dezenflasyon süreci için tehdit olarak algılanır. Merkez Bankası, mevcut para politikasının yeterince sıkı olup olmadığını yeniden düşünmek durumunda kalır; piyasalar yeni gerçekliğe göre kendilerini ayarlamaya çalışırlar.
Peki Pazartesi günü büyüme verisi açıklandıktan sonra Türkiye’de böyle bir tepki oldu mu? Cevabı net bir şekilde hayır. Bence Merkez Bankası da dahil hiç kimse, açıklanan büyüme verilerinin, Türkiye ekonomisinin çok ısındığına işaret ettiğine inanmadı. Yatırımcılar, güçlü büyüme verisi nedeniyle Merkez Bankası’nın faiz indirimlerine ara verebileceğinden endişe etmedi. Yani, normal bir ülkede çok önemli bilgiler içermesi beklenen bir veri, Türkiye’de neredeyse kimse tarafından ciddiye alınmadı.
Ne olduysa Salı öğleden sonra oldu. Büyüme verisinin yapamadığını, yukarıda bahsettiğim mahkeme kararı yaptı. Artan siyasi risk algısı nedeniyle, çok ürkek olmalarıyla ünlü sıcak para yatırımcıları, yine çıkış kapılarına koştular.
Çarşamba günü ise işler daha da karmaşık hale geldi. Merkez Bankası, aslında daha yenice, bu sene sonu için belirlediği %24’lük enflasyon hedefini tutturamayacağını açıklamıştı. Fakat açıklanan Ağustos verileri, Merkez Bankası’nın bu sene sonu için açıkladığı %25-%29 bandındaki enflasyon tahminini de tutturamayacağı endişesi yarattı. Aslında, bir gün önce siyasi risk yeniden yükselmemiş olsa, Ağustos enflasyonundaki kötü sürprize rağmen, piyasalar muhtemelen Merkez Bankası’nın faiz indirim stratejisinde önemli bir değişiklik yapmayacağını düşüneceklerdi. Heyhat, öyle olmadı. Bugün piyasalarda birçok uzman, 11 Eylül’deki Para Politikası Kurulu toplantıntısında Merkez Bankası’nın daha önceden beklendiği gibi 3 puanlık faiz indirimine gitmesinin çok zorlaştığını düşünmeye başladı.
Merkez Bankası günü kurtaracak
Şimdi, bir adım geriye çekilip resme bakalım: Pek inandırıcı bulunmasa da, çok kuvvetli gelen bir büyüme verisi, beklentileri aşan bir enflasyon ve sert bir şekilde yükselen siyasi risk algısı. Bu koşullar altında, Merkez Bankası’nın aylardır ilmek ilmek ördüğü stratejisi hala geçerli olabilecek mi? Siyasi riski kontrol etme imkanı olmayan Merkez Bankası’nın, piyasalara verdiği faiz indirimi sinyallerini geri çekmesi söz konusu olur mu? Siyasi risk, 11 Eylül’deki Merkez Bankası toplantısına kadar azalır mı, yoksa risk algısı, 15 Eylül’deki CHP Kurultayı ile ilgili kararın yarattığı belirsizlikle daha da artar mı? Peki böyle bir denklemde Merkez Bankası ne yapmalı? Bu sorunun cevabı gerçekten çok zor. Bir yandan tutmayan enflasyon hedefi ve artan siyasi risk primi nedeniyle faizleri yüksek tutma ihtiyacı, diğer yandan her geçen gün batağa sürüklenen reel sektör ve geçim sıkıntısındaki hanehalkı. Bu durumda Merkez Bankası muhtemelen, hem nalına hem de mıhına diyerek, faiz indirecek ama bu indirim daha önceden düşünüldüğü gibi 3 puan değil daha düşük bir oranda olacak. Yani bir anlamda günü kurtaracak, zaman kazanacak. Piyasalardaki olası çalkantılardan dolayı da, Merkez Bankası hedef tahtasına konacak. Gerçekten, böyle bir ortamda Merkez Bankası’nın suçu ne?