Paranın tarihsel olarak geçirdiği tüm süreçlerde insanoğlunun para ile olan ilişkisinde ne kadar rasyonel davranışlar sergilediği konusunu iktisatçılar “homo economicus” kavramı üzerinden açıklamaya çalışmışlardır.
Homo economicus kavramının 19. yy sonlarında ünlü iktisatçı John Stuart Mill'in ekonomik teorilerini eleştirmek için ortaya çıktığını görüyoruz. Oxford English Dictionary'e göre terimin ilk kullanımı, Charles Stanton Devas'ın 1883 tarihli The Groundwork of Economics kitabında yer almaktadır. Eserde "Mill'in yalnızca homo economicus'u, yani dolar avlayıcı bir hayvanı incelediği" belirtilmektedir.
İngilizce’deki eşdeğer bir terimin benzer kullanımı, kısa bir süre sonra, John Kell Ingram'ın 1888 tarihli A History of Political Economy adlı kitabında ortaya çıkmıştır. Burada Ingram, Mill'in teorilerine basitçe para kazanan hayvanlar olarak tasvir edilen "gerçek değil, hayali olan ekonomik insanlarla" uğraştığını söyleyerek bir eleştiri getirdiğini görmekteyiz.
Paranın tarihsel olarak geçirdiği tüm süreçlerin içerisinde insanoğlunun para ile olan ilişkisinde ne kadar rasyonel bir şekilde davranışlar sergilediği konusunu iktisatçılar “homo economicus” kavramı üzerinden açıklamaya çalışmışlardır.
Homo economicus terimi, özünde "ekonomik insan" anlamına gelir ve insanların kusursuz akılcılık, sınırsız bilişsel kapasite, bilgiye mükemmel erişim, dar bir yelpazede tutarlı ve sadece kendisiyle ilgilenen hedefleri olan, ideal karar verme melekeleri olduğunu ileri süren bazı ekonomik teorilerde insanı tasvir etmekte kullanılır.
Kabaca, homo economicus yalnızca kâr gibi şeyleri maksimize etmeyi önemseyen ve bu hedefi en elverişli şekilde takip etmelerine olanak tanıyacak kararlar alabilen bir insan olarak görülebileceği anlamına gelmektedir.
Günümüzde ise homo economicus terimi, ona dayanan ekonomik teorileri eleştirmek için de sıklıkla kullanılmaktadır. Bununla birlikte kavramın kendisi, seçilen ekonomik ve psikolojik modelleri basitleştirmek için sıklıkla kullanılmaktadır.
Temelde geleneksel finans teorilerinin hepsinin insanların rasyonel olma fikrinden ileri geldiğini görüyoruz. Fakat geleneksel finans şu sorulara bir cevap vermez:
- Yatırımcılar neden işlem yaparlar?
- Yatırımcılar nasıl işlem yaparlar?
- Yatırımcılar portföylerini nasıl oluştururlar?
- Neden hisse senedi getirileri herhangi bir risk nedeniyle değişiklik gösterir?
Davranışsal finans, bireylerin rasyonel olmadıkları varsayımıyla, geleneksel finans teorilerinin açıklamakta yetersiz kaldığı piyasa anomalilerini incelemektedir. Bu incelemeleri yaparken de psikoloji, sosyoloji ve antropoloji gibi çeşitli bilim dallarından yararlanmaktadır.
Bireyler gündelik hayatlarında para ile ilgili olarak birçok kararı verirken psikolojik ve sosyolojik etkiler altındadırlar. Finansal kararlarında da klasik yaklaşımın tanımlaması olan, sadece kendi çıkarlarını düşünen ve bu şekilde kararlar veren, insani diğer etkenleri sabit kabul eden homo economicus yatırımcı olmadıkları ve ekonomik birçok faktörden etkilendikleri çok net olarak ortadadır.
Bu noktada felsefe biliminden bir alıntı yapacak olursak, Descartes’ın düşünce yapısının pek çok bilim dalını olduğu gibi finansı da derinden etkilediğinden bahsedebiliriz. Bu düşünce yaklaşımına göre kompleks bir problem önce parçalara bölünmeli sonra her bir parça bağımsız olarak çözülmelidir. Çözülen bağımsız parçaların bir araya getirilmesi en baştaki kompleks problemin çözümünü sağlamaktadır.
Bir makinenin performansı nasıl her bir alt parçanın performansının toplamı ise, bir şeyi parçalara ayırmak ya da parçaları bir araya getirmek o şeyi değiştirmez.
Bir problemin çözümü de o problemin parçalara ayrılmış hali için üretilen çözümlerin toplamına eşittir. Karmaşık olan bir problem; basit bir problemin çözümü ile başlanarak daha sonrasında karmaşık sorunlar üzerine eklenerek çözülebilir.
Bu yaklaşım doğanın makine benzeri bir tasarıma sahip olduğunu kabul etmektedir. Buradan hareketle Hobbes da “İnsan da doğanın bir parçası olduğuna göre onun da mükemmel bir dizaynı vardır ve evrene benzerdir” düşüncesini dile getirmiştir.
“İnsan doğası ve evrenin doğası özünde aynıdır, her ikisi üzerinde yürütülecek olan bilimsel araştırmaların metodu aslında aynı yöntemleri gerektirir” düşüncesi bu süreçte güç kazanmıştır. Felsefi olarak insan, evren ve mükemmel bir makinenin benzer bir dizayna sahip olduğu yaklaşımı, finans ve ekonomi alanlarında uzun yıllar karşılık bulmuştur.
Adam Smith ise kendi faydasını maksimize edecek kişinin aynı zamanda toplumun da faydasını maksimize edeceğini öngörmektedir. Bu düşünce yapısı bir taraftan homo economicus’un insan temelini oluştururken diğer taraftan da ekonomi, finans ve tabii bilimleri aynı çerçevede değerlendirmeye sebep olmaktadır.