Ekonomilerinde yaratıcı yıkım dinamikleri modelini başarı ile uygulayan ülkelerde verimlilik hızla artış trendi göstermektedir.
Geçtiğimiz günlerde her yıl olduğu gibi Nobel Ekonomi Ödülü açıklandı. Ödül “yaratıcı yıkım yoluyla sürdürülebilir büyüme teorisine" ilişkin çalışmaları dolayısıyla Hollandalı Joel Mokyr, Fransız Philippe Aghion ve Kanadalı Peter Howitt'e verildi. Bu yıl sunulan ödülün temel fikrini “inovasyonla büyüme” kavramı oluşturdu. Bu kavram çerçevesinde akademisyenlerin araştırmaları bazı ülkelerin neden diğerlerine kıyasla uzun süre sürdürülebilir ve istikrarlı büyüme eğilimi sergiledikleri üzerine geliştirilmiştir.
Ödül sahiplerinden Joel Mokyr’in çalışmalarında büyümenin tarihsel, kültürel ve kurumsal temellerini incelediğini görüyoruz. Bu noktada Alp Buğdaycı’nın X hesabındaki detaylı analizi konuya ilgi duyanların okumalarını tavsiye ederim.
https://x.com/alp_bugdayci/status/1978446289659453824
Nobel ödülünü paylaşan diğer akademisyenlerden Philippe Aghion ise çalışmalarında “yaratıcı yıkım” modelini geliştirmiş ve inovasyonun dinamiklerini açıkladığını görüyoruz. Peter Howitt’in de Ar-Ge ve teknolojik ilerlemenin büyüme üzerindeki etkilerini modellediğini söyleyebilirim.
Üç akademisyenin geçmişte yapmış oldukları çalışmalarından ortaya çıkarılacak olan ana fikir “inovasyonun ekonomilerde uzun dönemli büyümenin en önemli katkı sağlayan güç olduğu gerçeği” olduğu düşüncesidir.
Joel Mokyr yapmış olduğu çalışmalarda “bilgi türleri” üzerinde durmaktadır. Tarih boyunca bilimin ana amacının her alanda “Neden?” sorusuna cevap arayarak geliştiğini aktarmaktadır. Bilgi türleri noktasında teknik bilginin “Nasıl?” sorusu üzerinden ilerlediğini ifade ettiğini görüyoruz. Burada en önemli husus bilgi türleri arasında yeniliğe açık bir kültüre sahip ekonomilerde sağlıklı ve istikrarlı bir şekilde faaliyet gösteren kurumlara sahip ülkelerde büyüme, uzun vadede yukarı yönlü eğilim sergilemektedir.
Mokyr açısından ekonomilerde büyümenin ana unsurları “bilgi, “kültür” ve “kurumlar” şeklinde üçlü bir yapıda ifade edilmektedir. Ekonomik büyümenin ana gücü bilgiye dayanırken, bilginin teorik ve pratik anlamda birleştirilerek sinerji yaratılması oldukça önem arz etmektedir. Kültür yönünden de toplumların değişime açık bir şekilde ekonomik alanda yenilikleri destekleyici bir şekilde ortak değerlere sahip olması çok önemli olmaktadır. Kurumlar açısından da güvenilir, verimli ve inovasyonu destekleyici bir kurumsal yapının tesis edilmesi gerekmektedir. Bu anlamda her bir unsurun birlikteliği söz konusu olduğunda ilgili ekonomiler yenilikçi ve sürdürülebilir bir patika içerisinde trend sergileyerek uzun vadeli büyüme imkanına sahip olabilmektedir.
Bu düşüncelere uygun bir şekilde Türkiye’nin 2021 ekonomik krizinden çıkmasında yardımcı olan Ekonomi Bakanı Kemal Derviş tarafından hazırlanan ve IMF destekli bir şekilde Türkiye’nin sürdürülebilir ekonomi programını örnek olarak verebilirim. 1985-2002 yılları arasında Türkiye’nin ortalama büyüme oranı %3,9 seviyesinde iken, 2001 krizinden sonra hazırlanan ekonomi programı neticesinde 2002-2007 yılları arasında Türkiye’nin ortalama büyüme oranı %7,15 ve 2002-2013 yılları arasında ortalama büyüme oranı da %6,02 düzeyinde gerçekleşmiştir.
Aghion ve Howitt tarafından geliştirilen “Yaratıcı Yıkım Dinamikleri Modeli”ne göre şirketler yapmış oldukları Ar-Ge yatırımları sayesinde yeni nesil ürünleri ortaya çıkarabilme imkanlarına kavuşurlar. Bu sayede ortaya çıkan yenilikçi inovatif ürünler ise, genellikle eski nesil teknolojilerin yarattığı kazanç imkanlarını hızla azaltarak zaman içerisinde ilgili sektörlerde yaratıcı yıkım süreci devreye girerek eski ürünleri dışlayarak şirketlerde yok oluş sürecini başlatmaktadır.
Yeni yıkım kuramı
Bugünlerde ekonomilerde yaratıcı yıkımdan tekrar bahsederken doğal olarak Clayton Christensen’in tüm dünyada ün yapmış fikrine gidiyor aklımız: Yıkım, eski oyunculara daha düşük fiyatlarla iş yapılan yeni teknolojiye dayanarak sinsice zarar vermeye çalışan şirketleri anlatır. Bu, şirketlerin başarı ile yıkıma uğradığı düşüncesine dayalıdır; üründen en çok parayı kazanacak harikulade kârlı bir yönteme iyi yatırım yapmışlar, bu işi de öyle iyi beceriyorlardır ki işleri daha farklı yapma yollarını hiç aramazlar. Bu kendini beğenmişlikle savunmasız hale gelirler.
Sonra yeni tür bir teknoloji kullanan bir şirket, görünüşte farklı bir pazarda, çok daha düşük bir satış fiyatıyla pazara giriş yapar. Yeni giriş yapan şirket bir anda veya ağır ağır niteliğini veya rolünü yerleşik şirketin başarısını zayıflatacak biçimde genişletir. Örneğin, Encyclopedia Brittannica’nın pahalı ama harikulade deri kaplı kitaplarının hızla Wikipedia’nın web tabanlı, toplu olarak kaynak aktarımı yapılan ürünü tarafından nasıl yok edildiğini görebiliriz.
Kodak’ın fotoğraf filmi üretimi ve baskı işleri üzerinden nasıl çuvalla para kazanırken, üstelik dijital fotoğrafın önemini de fark etmişken, başlarına bela açmak istemediklerini de görebiliriz. Şimdi bu fikrin özü -farklı uzmanlığı olan, işlere başka yönden bakan bir şirketin varlığı- anahtar bir kavram; ancak bu yıkımın aşağıdan geldiği fikri devasa bir yanılgı. Yıkıcı şirketlerin daha düşük nitelikli ama ucuz ürünler sundukları düşüncesi tamamen yanlış bir fikir şeklidir.
Yeni şirketler daha ucuz değil, daha iyiler
Netflix’ten Facebook’a, Amazon’a, Alibaba’ya ve içinde yaşadığımız dünyanın genelinde, yeni şirketler daha ucuz değil, daha iyiler. Daha iyi müşteri deneyimi sunuyor, daha hızlı teslimat yapıyorlar, insanların daha çok şey yapmalarını sağlıyor, istediklerini almalarına yardım ediyorlar.
Neticede ekonomilerinde yaratıcı yıkım dinamikleri modelini başarı ile uygulayan ülkelerde verimlilik hızla artış trendi göstermektedir. Bu durum ekonomik büyümenin işleyişini açıklayan en önemli kavram şeklinde ortaya çıkmaktadır.
Bu aşamada iki önemli bulgudan da bahsetmekte yarar vardır. Aghion’a göre ekonomilerde genellikle rekabet ve inovasyon arasında “ters U ilişkisi” söz konusudur. Eldeki teknolojik imkanlarının sınırına yakın ve uzak seviyede bulunan ülkelerin gerek duydukları ekonomik politika prensipleri birbirlerinden farklıdır.
Örneğin ülke ekonomisinde sektörler içerisinde genel olarak “düşük rekabet” ortamı söz konusu ise, şirketler bu durumdan hoşnutluk duyarlarken, inovasyon yapma ihtiyacına gerek duymamaktadırlar. Bu halde şirketlerde daha az inovasyon neticesi ile karşılaşılmaktadır. Diğer taraftan sektörler içerisinde “orta düzeyde rakabet” yapısı söz konusu ise, firmalar arasında birbirleri ile yarışarak sektör liderleri olabilme hedefleri ortaya çıkmaktadır. Şirketlerin inovasyon güdülerinin sürekli olması neticesinde ise “yüksek inovasyon” ortamına ulaşılabilmektedir. Sektörler içerisinde “aşırı rekabet” ortamı var ise firmaların kâr imkanları oldukça azalmakta, Ar-Ge faaliyetleri için yeterli kaynak imkanı söz konusu olamamaktadır. Bu durumda düşük inovasyon ortamında orta seviyede bir rekabet altında en fazla yaratıcı ürün/hizmet imkanını geliştirenler ayakta kalmaktadır.
Ekonomilerde uzun süreli büyüme imkanının ana itici gücünün “bilgi” olduğunun bu ortamda sağlanabilmesi için de bilim ve teknik bilgiden fazlasıyla yararlanılması gerçeği söz konusudur. Ülkemizde genel geçer deyiş olan “icat çıkarma şimdi bize” anlayışının tam tersine toplumsal kültürün yeniliklere ve değişime karşı oldukça açık yönde hareket etmesi çok önem arz etmektedir. Aynı zamanda kurumsal altyapıların liyakat sahibi kişilerle yönetilerek istikrarlı ve bağımsız bir şekilde alanlarında rekabete açık bir şekilde faaliyet göstermeleri gerekmektedir.
Şayet iş alanında ilgili kritik kurumlar zayıf bir şekilde yönetilmekte ise, kamu otoriteleri tarafından verilen teşvikler yetersiz ve performans analizleri sonrasında düzenli olarak takip edilmiyorsa ekonomik büyüme oranlarının düşük olması beklenen bir sonuçtur.
Sonuç olarak ekonomik başarının formülü bellidir: “Tam Rekabet, Bağımsız Kurum Düzenlemeleri, Açık Toplum, Kaliteli Beşeri Sermaye, Verimli Ar&Ge Uygulamaları”