Gastronomi hem turizmi hem hizmet sektörünü hem de ekonomiyi destekliyor. Bir ülkenin bütünsel markalaşmasının ve marka değerini yükseltmesinin parçası. Türkiye açısından tekstilin de turizmin de katma değerini artırma potansiyeli var. Son dönemde bu açıdan öne çıkan Sözen Group ve Gökmen Sözen de Türkiye gastronomisinin tanıtımının yüzde 70’ini tek başına yapıyor. Marka değerine katkısı büyük… Ama gelecek için daha güçlü stratejilere ihtiyaç var. Birlikte bunu konuştuk…
Hep söylediğim gastronomi adı üstünde dünyada değeri her geçen gün yükselen önemli bir ekonomik faktör. Buradan düşündüğümüzde, Türkiye'nin en doğal markası mutfağıdır ve bu ekosistem, ekonomi, turizm ve hizmet sektörleri için büyük bir potansiyel taşıyor. Türkiye’de son dönemde gastronomiye en büyük katkı yapan isimlerden biri ise Sözen Grup Yönetim Kurulu Başkanı Gökmen Sözen… Onun Türkiye’ye ve gastronomiye katkısını kendi tespitlerinden yola çıkarak ifade etmek daha doğru. Gökmen Sözen, Sözen Group’un Türk gastronomisinin uluslararası tanıtımının %70’ini tek başına üstlenmiş olmasından gurur duyduğunu söylüyor. Bu yüzden ben ona “Türkiye’nin Gastromen”i diyorum. Evet onunla sohbetimiz aslında Gastromasa’nın 10. Yılı vesilesiyle oldu. Bu da uluslararası anlamda bir başarı öyküsü…
Gastromasa uluslarası buluşma
Dünyanın dört bir yanından şefler, gastronomi profesyonelleri Türkiye’ye geliyor. Ve onlar Türkiye’yi tanıyor, Türkiye’de ise başta gastronomi tutkunları olmak üzere pek çok kimse onları takip etme şansına sahip oluyor. Bu yıl da beş kıtadan 60’tan fazla ünlü şef, yüzlerce konuşmacı, yatırımcı ve İstanbul’da bir araya geliyor. Gökmen Sözen 2015’te Türkiye’nin gastronomi potansiyelini dünyaya tanıtmak amacıyla yola çıktıklarını belirtiyor. Bu anlamda pek çok etkinliği de Türkiye getirmiş durumdalar. Gastromasa’nın yanı sıra FSummit, Gastroway, Local Chef gibi organizasyonların yanında Gastronomi Rehberi Gault & Millau Türkiye de Sözen Group bünyesinde Türkiye’ye geldi, yine Salon du Chocolat markası da öyle…
Sözen Group, global gastronomi arenasında bir ilke daha imza attı. Dünyanın en prestijli şehir festivallerinden biri olan ‘Taste of’ markası, 2026 yılında İstanbul’a geliyor. Londra’da Taste Festivals Global ile gerçekleştirilen imza töreniyle başlatılan proje, Türkiye’nin gastronomi yolculuğunda yine yepyeni bir dönemin kapısını araladı.
Peki onun gözünden, gastronomi ekosistemini nasıl tanımlamak gerekiyor? Gökmen Sözen şöyle diyor: “Aslında gastronomi konusunda birçok kurum ve kuruluş bir şeyler yapıyor; Kültür ve Turizm Bakanlığı, belediyeler, ticaret odaları, kalkınma ajansları, hatta yurt dışındaki konsolosluklarımız bile bu alana katkıda bulunuyor. Ama öncelikle gastronomiyi doğru tanımlamak gerekiyor. Gastronomi sadece “fine dining” değil. Bugün Maksut Aşkar gibi şeflerimiz bu alanda çok önemli işler yapıyor ama gastronomi sokak yemeklerinden yöresel mutfaklara kadar uzanan bir bütün. Şef restoranları da, geleneksel lokantalar da, hatta sinema ya da kültür etkinlikleri de bu ekosistemin bir parçası”.
Gastronomide bütünlüğü sağlayamadık
Gökmen Sözen, “Türkiye’de bu bütünlüğü tam anlamıyla sağlayamadık. Son yıllarda bazı şeflerimiz uluslararası listelere girmeye başladı, ödüller aldı ama yine de sayı çok az. Düşünün, on restoranımız tanınıyor ama 80 milyonluk bir ülkede bu etki sınırlı kalıyor. Buna rağmen farkındalık ve tanıtım artıyor; bu da gastronomi turizmini tetikliyor. Yeni nesil şeflere, yeni bakış açılarına ihtiyacımız var. Londra’da şef restoranı çok ama hepsi “fine dining” değil. Bizim de Türkiye’de zincirleşmemiş, özgün, lezzet noktaları yaratmamız gerekiyor. Çünkü Türkiye artık “lezzetle tanıtım” dönemine girmeli.
Bütünsel markalaşma
Uzun yıllardır, ekonomi, marka-pazarlama-iletişim stratejileri üzerine çalışıyorum. Türkiye’nin markalaşmasından söz ederken de sık sık gastronomiyi vurguluyorum. İtalya bu alanda en önemli örnek ülkelerden, gastronomi-markalar-turizm 1970’li yıllarda İtalya için bir kaldıraç rolü üstlendi. Türkiye tekstilde pek çok alanda üretici olarak ilk sıralarda yer alsa da marka değerini yükseltemedi. İtalya bir bütün olarak marka değerini yükselterek ihracatta katma değerini yükseltti. Şimdi bu çağda biz bu denkleme teknoloji-dijitalleşme’yi de katmak zorundayız. Türkiye’nin en doğal markası mutfağı. Gastronomi hem turizmi hem hizmet sektörünü hem de ekonomiyi destekliyor. Dolayısıyla uluslararası düzeyde şeflerle birlikte yeni bir entegrasyona ihtiyaç var.
Doğru konumlama gerekiyor
Türkiye’nin farklı bölgelerindeki mutfak çeşitliliği de büyük bir zenginlik. Bu konuda nasıl bir yol izlenmeli? Sorusunu sorduğumda Sözen’in yanıtı şöyle: “Baklava, döner, kebap gibi ürünlerimiz dünya çapında markalaşabilir ama bunun için çok güçlü bir pazarlama stratejisi gerekiyor. Bugün döneri Almanlar sahipleniyor. Aynı şekilde Suudi Arabistan gibi ülkeler büyük bir turizm ve gastronomi politikası yürütüyor. Bizim de benzer bir vizyona ihtiyacımız var. Londra, Dubai gibi merkezlerde Türk mutfağı daha görünür olmalı. En iyi otellerde Türk restoranları bulunmalı. Çünkü diğer mutfaklar Vietnam, Kore, Japon, çoktan bu noktaya geldi. Bizdeki çeşitlilik bir avantaj ama aynı zamanda karışıklık yaratabiliyor. Güneydoğu, Karadeniz, Ege, İç Anadolu hepsi birbirinden çok farklı. Osmanlı mutfağı deyince hepsini karıştırıyoruz. Oysa belirli ürünleri ön plana çıkarıp diğerlerini bu markaların arkasına “vagon” gibi eklememiz lazım. Yani önce güçlü temsilcilerle çıkmalı, sonra diğer yöresel tatları destek unsuru olarak sunmalıyız. Bu stratejik bir tercih olmalı”.
Turizm için kritik önemi var
Turizm için gastronominin değeri büyük. Gökmen Sözen bu konuda şöyle diyor:
“Artık “deniz, kum, güneş” üçlüsüne dördüncü faktör olarak gastronomi eklendi. Eğer Urfa’da Göbeklitepe gibi bir destinasyon tanıtıyorsak, orada dünya standartlarında restoranlar da olmalı”. Evet burada ben de şunu ekliyorum birebir şahit oldum, şu anda insanlar Antep’te kalıyor çünkü Urfa’da düzgün restoran bulamıyorlar. Sözen şöyle devam diyor: “Bu, sadece yemek değil, bütün bir deneyim meselesi: doğru servis, içecek menüsü, tabaklama, dekorasyon, hatta lavaboya kadar her şey. Antalya, Bodrum, Urla, Ayvalık gibi yerlerde yaratıcı restoranlara ihtiyaç var. Orta segmentte de eksiklik var; sadece şef restoranları değil, yeni nesil esnaf lokantaları ve sokak yemekleri de gastronominin parçası olmalı. Bu hem yerli halkın erişimi hem de turizm ekonomisi açısından önemli”.
Ekosistemin boyutu ve HUB olma
Bu ekosistemin ekonomik boyutuyla ilgili bir ölçüm ya da hesaplama maalesef yok. Gökmen Sözen, “Aslında kolay değil. Etüder ve Turizm Bakanlığı araştırmalar yapıyor, Ipsos gibi şirketler de katkıda bulunuyor. Biz fuarcılık tarafına daha çok bakıyoruz ama gastronomi fuarcılığının da gelişmesi gerekiyor. Türkiye, Orta Doğu, Balkanlar ve Kafkasya’yı içine alan bir “HUB” olabilir. Ticaret odaları, bakanlıklar, özel sektör el ele verip bu etkinlikleri büyütmeli. Böylece sadece mutfağımızı değil, şehirlerimizi, sokaklarımızı, kültürümüzü de tanıtmış oluruz.