Her şey önümüzdeki seçimleri mutlak kazanmak isteyen iktidarla, bu sefer seçimi kaybetmek istemeyen muhalefetin bilek güreşine endeksli.
Kabul etmek gerekiyor ki Türkiye, tarihinin en bunalımlı günlerinden geçiyor.
Bir yanda düzelme sinyali vermeyen ekonomik kriz, enflasyon rakamları altında ezilen geniş kitleler; diğer yanda silah bırakma kararı alan PKK ve “Terörsüz Türkiye” projesi. Bir yanda iyice içinden çıkılmaz bir noktaya doğru evrilen Orta Doğu gerilimi; diğer yanda batıyla ilişkilerini sadece NATO ve benzeri platformlar üzerinden gayet sınırlı sürdüren bir ülke. Bir yanda ABD ile ilişkileri stabil bir hale getirme çabaları; diğer yanda bu ülkeyle uzlaşmaz çelişkilerin varlığı. Bir yanda seçmenin oy verme davranışını düne kadar derinden etkileyen mülteci sorunu, diğer yanda Orta Doğu’da iş yapma, pazar kapma çabaları. Bir yanda “sokaklara/meydanlara çıkarız” haykırışları; diğer yanda “çıkın da görelim” meydan okumaları. Bir yanda kimin ne zaman gözaltına alınacağının bilinmediği bir ortam; diğer yanda hukuki ve siyasi istikrar arayışları…
Ekonomik krizin tetiklediği siyasi kriz mi yoksa siyasi krizin tetiklediği bir ekonomik kriz mi var ortada diye tartışmanın da çok bir anlamı yok gibi. Çünkü her şey önümüzdeki seçimleri mutlak kazanmak isteyen iktidarla, bu sefer seçimi kaybetmek istemeyen muhalefetin bilek güreşine endeksli. Bu bilek güreşinde kural yok üstelik. O yüzden olsa gerek sonrasını düşünmeden tehditler havada uçuşuyor.
Şimdi böyle uzun bir girizgâhtan sonra biraz siyasete yakından bakalım.
Yalnız, içerde ne olursa olsun başta Orta Doğu olmak üzere dış gelişmelerin ekonomiden siyasete her şeyi derinden etkileyeceğini de unutmayarak siyaseti irdelemek lazım sanırım.
Prof. Dr. Burak Bilgehan Özpek, gelinen durumu şöyle özetliyor mesela:
“… Pek muhalif çevrelerin önüne düşmüyor ama Fuat Uğur birkaç gündür çok ilginç şeyler yazıyor ve iktidarın yekpare bir bütün olmadığını ima ediyor.
Buna göre, iktidar içinde bir grup, muhalefeti topyekün imha etme stratejisini izliyor. Yani İmamoğlu’nun tutuklanması, İBB’ye kayyum atanması, CHP kurultayının iptali ve Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne operasyon seçenekleri aynı paket içerisinde. Uğur, CHP kongresinin iptal edilmeye çok yakın olduğunu ama son anda AKP içinden bazı müdahalelerle bu sürecin durdurulduğunu söylüyor. Uğur’un işaret ettiği isimlerin 19 Mart sonrası da Erdoğan’ı İBB’ye kayyum atamamaya ikna ettiği yazılmıştı.
Yani iktidar içinde rejimi rekabetçi otoriterlikten alıp hegemonik otoriterliğe sürüklemek isteyen bir ekip var. Uğur’un yazısından anladığımız, bu klik, zamanında normalleşme sürecine karşıymış ve şu anda da Özgür Özel ile iktidar arasında bir müzakere zemini oluşmasına soğuk bakıyormuş. Muhalefetin, kendisine uzanan zeytin dalı karşılığında daha sert bir dille cevap vermesini ise kendi haklılıklarının ispatı olarak görüyorlar ve muhalefetin sertliğine sertlikle cevap verme eğilimindeler.
Öte yandan, yine Uğur’un yazılarından anlıyoruz ki, 19 Mart sürecine mesafeli, ekonomik göstergeleri önemseyen, seçimleri kaybetme ihtimalinden çekinen ve Özgür Özel ile aynı siyasi sistem içinde birlikte çalışmak isteyen başka bir ekip daha var. Muhalefetin yumuşaması ve Ankara siyasetine dönmesi bu kliği güçlendiriyor. Bu yüzden CHP kurultay kararını geciktirmek ve Özel’e zaman kazandırmak için ellerinden geleni yapıyorlar.
AKP içindeki rekabet bence Erdoğan sonrası dönemin hazırlıkları. Yani sorunlar sadece muhalefette yok, iktidar bloku içindeki sorunlar da artık dışarıya taşmaya başladı. İşin ilginç tarafı, iktidar ve muhalefet ayrımının dışında yeni bir ayrım oluşuyor siyasette.”
İktidar ve muhalefet ayrımının dışında nasıl bir ayrım oluşabilir? Toplumsal yarılmanın yıkıcı etkilerinden bunalmış/bunalacak geniş kitlelerin yeni arayışları/yönelimleri çerçevesinde mi? Yoksa ABD Büyükelçisinin vaz ettiği şekilde yeni bir devlet organizasyonu ile mi? Soruları çoğaltmak mümkün ama bu soruların varlığı bile başta işaret ettiğim bunalımın boyutunu da ortaya koyuyor sanırım…