Temmuz enflasyonuna bardağın dolu veya boş tarafından bakmak mümkün. Dolu tarafı gelen rakamın piyasa beklentilerinin altında kalması ve 12 aylık enflasyonun az da olsa gerilemiş olması (%35,05’ten %33,52’ye). Boş tarafı ise esasen Temmuz aylarının tarihsel olarak (mevsimsel nedenlerle) ortalamada Haziran’dan sonra en düşük aylık enflasyona sahip olmasına rağmen gelen enflasyonun %2’nin hâlâ üstünde kalması. (Hatırlatmak gerekirse 2005-2020 arasında Temmuz enflasyon oranı ortalamada %0,24 olmuştu!)
TÜİK’in TÜFE’deki mevsimsel hareketleri dışlayan serisine göre önceki 2 ayda olduğu gibi bu ay da enflasyon %2,65 ile %2,06’lık normal TÜFE serisinin oldukça üzerinde kaldı. Merkez Bankası bu serinin 3 aylık hareketli ortalamasına bakarak trendde gerileme olduğu iddiasında, ancak serinin son 15 aydaki gidişatına bakılırsa yıllık enflasyonu %10’un altına düşürecek değer olan aylık %0,8’e kadar geçecek sürenin bugünden en az 20 ay kadar ileride olduğu gözlemleniyor. (Tabii, bu süreçte bir kur ve/veya gıda ve enerji fiyatları şoku yaşanmaz ise!) Bu programa (herhalde biraz yeniçerilik geçmişimizin de etkisiyle) Dünya iktisat tarihindeki en yavaş dezenflasyon programı desek yanlış olmaz herhalde. Böyle olması da refleksif bir şekilde enflasyon beklentilerinin de yavaş gerilemesine ve programın daha da yavaş sonuç almasına yol açıyor (tavuk-yumurta meselesi).
Peki, görünüşte dezenflasyon programı aksamadan devam etmesine rağmen neden hâlâ beklentiler ciddi bir direnç göstermeye devam ediyor? Kanımca programın devamlılığı konusunda devam eden şüpheler bu durumda önemli bir yer tutuyor. Bu bağlamda programın devamlılığı ve nihai başarısı açısından bakmamız gereken 3 unsurdan bahsedilebilir: 1-Cari denge, 2-Finans hesabı dengesi, 3-Bütçe dengesi. Esasen aynı tablonun 2 farklı bölümü olan cari denge ve finans hesabına ayrı ayrı bakmanın nedeni Türkiye ekonomisinin hem mal ve hizmet ticareti, hem de yabancı yatırım akımlarına fazlasıyla hassas olmasıdır.
Esasen gelişmiş ekonomilerde para politikası açısından bu unsurlar oldukça talidir. Örneğin Fed politikalarını belirlerken tabii ki dış dengeye de bakar, ancak ülke içi ekonomik gelişmelerin kararlar üzerindeki ağırlığı çok daha fazladır. (Örneğin, Trump’ın gelen revizyonları beğenmeyerek başkanını görevden aldığı BLS’in istihdam rakamları para politikasının gidişatı bakımından çok daha belirleyicidir.) Güçlü para birimi (hard currency) olmayan ve bu nedenle de rezerv birikimine özellikle dikkat etmesi gereken Türkiye açısından ise dış denge çok daha önemlidir. Yabancı rating kuruluşları da Türkiye’yi değerlendirirken döviz rezervlerinin durumuna özel bir hassasiyet gösterirler. Burada bir zaafiyet görmeleri sonucunda ratinglerin düşmesi Türkiye’nin borçlanmasını zorlaştırırken borçlanma maliyetlerini de artırır. Aksi durumda ise tam tersi söz konusudur. Son dönemdeki ratingler ve görünümlerindeki pozitif gelişmeler politika belirleyicilerinin elini rahatlatan bir durumdur.
Programın gidişatını etkileyen diğer önemli unsur maliye politikası, daha somut bir ifadeyle de bütçe açığıdır. Bir dezenflasyon programının başarılı olması için mutlaka hükümetin de sıkı maliye politikası ile merkez bankasına destek vermesi gerekir. Deprem harcamalarının da etkisiyle programa bütçe dengesi açısından çok yüksek bir seviyede başlanıldığı bir gerçek. Burada önemli olan bütçe açığının bir anda ideal oran olan %3’ün altına çekilmesi değil, kademeli, istikrarlı ve inandırıcı bir şekilde açığın azaltılmasıdır. En büyük soru işaretleri de burada olmakla birlikte son dönemde alınan bir takım gelir artırıcı kararların beklentileri olumlu yönde etkilemesi beklenebilir. Bununla birlikte aylık bazdaki bütçe sonuçları yakından takip edilmeye devam edilecektir.
Öte yandan, programın yaşanılan enflasyonist süreçte zaten çok bozulmuş olan gelir dağılımını daha da bozduğu şeklinde gayet geçerli eleştiriler de söz konusudur. Ancak bu eleştirilerin muhatabı TCMB değil, doğrudan merkezi hükümettir. Hükümet isterse yeniden dağıtımcı bir gelir politikası izleyerek de bütçe açığını düzeltebilir. Ancak bazı baskı gruplarının da etkisiyle bu tarz politikalardan imtina eder, ve kolay yolu seçerek gelir eşitliğini daha da bozan dolaylı vergilere yüklenmeye devam ederse, bunların siyasi sonuçlarına da kendisi katlanmak durumundadır.