Türkiye’nin ekonomik büyüklüğüne kıyasla, ihracatımızı anlamlı bir şekilde artırmayı başaramıyoruz.
Geçen yazımı, cari işlemler açığı bizim kaderimiz mi sorusuyla bitirmiştim. Yanıt basit: Cari açık elbette kaderimiz değil. Kangren haline gelmiş bu sorunun çözümü kolay değil ama bu yönde toplumsal bir irade gösterebilirsek başarı elbette mümkün. Sorunu çözebilmek için öncelikle cari açığımızın kök nedenlerini analiz etmek ve sonrasında da bunları gidermeye yönelik politikalar geliştirmek gerekiyor. Cari işlemler açığımızın birincil nedeninin dış ticaret açığımız olduğunu zaten biliyoruz. Haydi gelin dış ticaret açığımıza biraz daha yakından bakalım:
Türkiye uzun yıllardır ihracatını artırmaya çalışan bir ülke. Bununla ilgili iddialı hedefler vermekten de çekinmiyoruz. Bu hedefleri yakalayamasak da (örneğin 2023 yılı için 500 milyar dolar ihracat hedefi koymuştuk ama 255,6 milyar dolarda kaldık), ihracatımız zaman içerisinde artış gösterdi. Olumlu bir perspektifle konuyu değerlendirirsek, 2013’te 161,6 milyar dolar olan ihracat, 2024’te tarihi en yüksek seviye olan 261,8 milyar dolara ulaştı. Bu dönemde, ihracattaki yıllık ortalama artış hızı %4,5 oldu. 2025’in haziran sonu itibariyle de yıllık ihracat artmaya devam ederek 267 milyar dolara ulaştı.
Ekonomide olup biteni anlamaya çalışırken en büyük zorluk, nominal verileri değerlendirmekte yaşanır. Bu nedenle, biz ekonomistler nominal verileri genelde başka bir göstergeye kıyasla hesaplayıp, ona göre değerlendirme yapmayı tercih ederiz. İhracatımızın nominal bazda artması olumlu olsa da bu artışın yeterli olup olmadığını anlamak için, ihracattaki gelişimi milli gelirdeki gelişimle kıyaslamak faydalı olacaktır. Bu şekilde baktığımızda, Dünyası Bankası verilerine göre, 2002’de mal ve hizmet ihracatımızın milli gelire oranı %25,1 iken, 2022’de bu oranın %38,6 ile tüm zamanların en yüksek seviyesine çıktığını görüyoruz. Ne var ki 2024 sonunda ihracatımızın milli gelire oranı sert bir düşüşle %28,1 olarak hesaplanıyor. Bu da 2018’den itibaren kaydedilen en düşük oran. Bu hesapta, ihracatımızın 2023 ve 2024’te son derece zayıf bir büyüme kaydetmesinin yanı sıra TL’deki reel değerlenme nedeniyle dolar cinsinden milli gelirin çok hızlı büyümesi de etkili oluyor. Sonuç itibariyle, Türkiye’nin ekonomik büyüklüğüne kıyasla, ihracatımızı anlamlı bir şekilde artırmayı başaramıyoruz.
Şimdi gelin bir de ihracatın milli gelire oranını diğer ülkelerle karşılaştıralım. Dünya Bankası verilerine göre, tüm dünya ekonomileri için ihracatın milli gelire oranı 2024’te %29 olmuş. Dolayısıyla, bu ölçüye göre ihracat performansımızın dünya ortalaması civarında olduğunu söyleyebiliriz. Peki ihracatta bizim doğrudan rakibimiz olan ülkelere kıyasla durumumuz nasıl? Aşağıdaki tablodan inceleyelim:
Kaynak: Dünya Bankası *2023 verisi
Tablo bize iki şey söylüyor: Birincisi, bize benzeyen ve rakibimiz olan ülkelere kıyasla ihracatımızın milli gelire oranı bir hayli düşük. İkincisi ise Malezya dışındaki tüm ülkelerde ihracatın milli gelire oranı 2002’den 2024’e kadarki dönemde, bize kıyasla çok daha fazla artmış.
Öyleyse cari işlemler açığımızı azaltmak için, dış ticaret açığımızı düşürmemiz, bunun için de ihracatmızı çok daha fazla artırmamız lazım. İhracatımızı artırabilmek için ise, bir yandan mal ve hizmet üretim kapasitemizi artırmamız, diğer yandan da üretimde verimliliğe odaklanarak, küresel ölçekte rekabetçiliğimizi geliştirmemiz lazım. Bunları ilk defa ben yazmıyorum elbette. Bu konulara kafa yoran herkes, yukarıdaki resme baktığında ne yapılması gerektiğini hemen görebiliyor. O halde, buna rağmen neden ilerleme kaydedemiyoruz? Sanırım burada en önemli neden, bu konuyu gerçekten önceliklendirmememiz. 2012 yılında, Cumhuriyetimizin yüzüncü yılı için 500 milyar dolar ihracat hedefi koyarken ne kadar doğru yaptıysak, sonrasında bu hedefe ulaşmak için gerekli adımları atmayı öncelik olarak görmeyince, hedefi tutturmak da mümkün olmuyor.
Son 30 yılı, ne yazık ki iyi kullanamadık
Türkiye’nin üretim kapasitesini, verimliliğini ve rekabetçiliğini artırma konularında gidecek çok yolumuz var. Uluslararası ticaretin ve yatırımın serbest olduğu son 30 yılı, ne yazık ki iyi kullanamadık. Trump ile birlikte yıkılmakta olan eski düzenin yerine ne geleceği belli olmasa da, uluslararası ticaret ve yatırımların eskiye göre daha sınırlı olacağı, her ülkenin kendi bacağından asılacağı bir döneme giriyoruz. Bu nedenle, bizim de acilen, tüm paydaşların katılımıyla, üretim, verimlilik ve rekabetçilik odaklı yeni bir kalkınma stratejisi oluşturmamız gerekiyor.