Dünya liderleri bu hafta New York’ta (NY) Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu için bir araya geldi. Görünürde siyasi gündem yoğundu, perde arkasında ekonomi vardı. Devlet yapısının şirket yapısına büründüğünü gördük. Oyun kural değiştiriyor diyeceğim de çoktan değişti. İçinde yok yok… tehdit, pazarlık, hediye, azar, iltifat, hakaret… Bir garip iletişim.
Ne oluyor? Devlet teşvikiyle şirketler birbirine ortak oluyor, hisse alıyor, milyar hatta trilyon dolarlık anlaşmalar masaya konuyor. Sonuç büyüyen devlet yapısı. Yoksa güçlenen mi demeliyim? Devlet piyasayla arasındaki sınırları yeniden çiziyor. Bu yüzden nerede siyaset biter ekonomi başlar, ekonomi biter siyaset başlar anlamlandıramıyoruz… sahada, ekonomi biliminin araçlarıyla siyaset yazılıyor.
Enteresan gelişmeler birbirini kovalıyor; bu ay içinde gündeme düşen haberlerden birinin başlığı “Milyar dolarlık skandalda Boris Johnson detayı” şeklindeydi. Sızan belgelerde, İngiltere eski Başbakanı’nın Birleşik Arap Emirlikleri’den 1 milyar dolarlık yatırım girişiminde etik ihlaller iddiası aktarılıyor. Lobicilik–siyaset–sermaye kesişimine aralanan bir pencere. Bir başkası; İngiltere eski Başbakanı Tony Blair’in Gazze’nin yeniden inşası konusunda önemli rol aldığı yeterince şaşkınlık yaratırken, Boston Consulting Group (BCG) Riviere planları müthiş bir habercilikle Financial Times’da yayınlandı. Ne günler!...
Trilyon dolarlık kulüp
Toplantıda devlet başkanları ve siyasiler rol çalıyor olsa da bunlara zemin hazırlayan gelişmeleri görmemezlikten gelmeyelim. NY buluşması öncesinde ABD Başkanı Trump’ın şaşaalı ve renkli İngiltere ve Kraliyet ziyareti vermek istediğim fotoğrafı sergiledi. Büyük anlaşmalar gündemdeydi. Özellikle enerji şirketleri ve altyapı finansmanı alanında yatırımcılarla imzalar atıldı. Bu anlaşmalar, jeopolitik riskleri içinde barındırırken ekonomik hedefler taşıma özelliğine sahipti: yenilenebilir enerji projeleri, altyapı finansmanı, veri merkezi oluşumları gibi.
Kimler vardı; hükmettikleri zenginlik pek çok ülkenin gayri safi yurt içi hasılasının üstünde bulunan teknoloji devleri. Küresel ekonominin en yüksek getirili aktörleri güç konusunda duydukları eksikliği Devlet A.Ş. üzerinden elde ediyor. Mevcudiyetleri, “devlet” yapısının yalnızca vergi veya düzenleyici güç olarak değil, doğrudan sermaye veya stratejik ortak olarak devrede olacağını gösteriyor. Bunun sembolik örneklerinden biri Başkan Trump’ın Intel CEO’sunun istifasını istemesi değil miydi? Gerçi sonradan kalabileceğini söyledi ki, Intel’in bir anlamda devletleştirildiğini öğrendik. Yetmedi Başkan istedi, çip üreticisi devi Nvidia, Intel’den pay aldı. Devlet de Nvidia’dan…
Nvidia, Eylül 2025 itibarıyla yaklaşık 4,4 trilyon dolarlık piyasa değeriyle dünyanın en değerli şirketlerinden biri. Yapay zeka devriminde liderliği, onu yalnızca bir teknoloji şirketi değil, aynı zamanda küresel ekonomi için stratejik varlık haline getiriyor. Intel, 134 milyar dolarlık piyasa değeriyle rakiplerinin gerisinde kalsa da, çip üretiminde devlet destekli yatırımların başlıca adreslerinden biri olmaya devam ediyor.
TikTok (ByteDance), ABD–Çin geriliminde “ekonomik savaşın sosyal medya cephesi.” TikTok konsorsiyumunda artık Oracle-Dell-Murdoch kokteyli var. Başkan Trump’ın, şirketin Oracle ve Dell liderliğinde Amerikalı bir konsorsiyuma devrini teşvik etmesi, doğrudan “devletin piyasaya müdahalesi” değil mi? Oracle, yaklaşık 900 milyar dolarlık piyasa değeriyle veri tabanı yazılımından çok daha fazlasını temsil ediyor: ABD’nin stratejik dijital güvenlik ajandasında kilit rol.
Gelelim onsuz hayat yokmuş gibi hissettiğimiz Yapay Zeka dil modeli ChatGpt ve şirketi OpenAI’a… halka açık olmasa da özel satışlarda 500 milyar dolara yaklaşan bir değerlemeye ulaştı. Microsoft, Oracle ve SoftBank ile ortaklıklar, Nvidia’nın 100 milyar dolarlık yatırım planı, ve her adımda verilen fotoğrafta Başkan Trump mevcudiyeti, gerçek değerini anlatmaya yetiyor.
Ulaşımın devletleşen yüzü
Gündeme dönelim; New York, Türkiye için pek önemliydi; itibar, güç her şey bir arada. Hepimiz geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan-Başkan Trump görüşmesine kilitlendik. Görünürde görüşmenin siyasi boyutu olsa da unutmayalım buzdağının altında diğer öncelikler de var.
Pek çok ülke bizimkine paralel heyecan ve konsantrasyon içinde. Üstelik, BM gücü ve ömrü tartışılırken… kuruluşundan bu yana galiba arta kalan en önemli özelliği buluşma noktası olması. Başkan Trump konuşmasında verdi veriştirdi, ama BM çatısı altında kendi ifadesiyle tam 32 adet birbirinden değerli toplantı gerçekleştirdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD ziyareti, geziden önce yayınlanan Bloomberg haberinde Türkiye için, Boeing ticari uçaklar ve Lockheed Martin savaş uçakları alımı, ayrıca F-35 programıyla ilgili çözüm arayışı gibi büyük lokmalarla doluydu ki, buradan bakarsak ekonomik. Başka yerden bakarsak, konu havayolu filosunu büyütmenin yanı sıra stratejik üretim, teknoloji transferi, savunma sanayi kapasitesi, bölgede stratejik büyüklük ve bilemediklerimiz…
Bayrak taşıyan en değerli varlığımız Türk Hava Yolları (THY) bizim “Devlet A.Ş.”nin güçlü kalemlerinden. THY, 10,8 milyar dolarlık piyasa değeriyle küresel ligde orta ölçekli görünse de, devlet destekli büyüme stratejisi sayesinde müthiş gelişmelerin arefesinde… Yakından takip ettiğim İndeks konuşmacısı Barış Soydan son yayınlarında THY’nin Boeing alımı, Air Europa süreci ve Türkiye’nin rolü üzerinde uzun uzun durdu. Gündem, kamunun (THY/varlık-devlet ağı) büyük ölçekli alımlarla küresel havacılık tedarik zincirinde “devlet destekli şirket” refleksini güçlendirdiği fikrine odaklanıyor. THY özelinde ABD ziyaretinde 250 uçaklık paket vurgusu öne çıkıyor. Bu anlaşma, yalnızca THY’nin filosunu büyütmek değil, aynı zamanda ABD–Türkiye ilişkilerinde ekonomik bir teminat oluşturmak anlamına geliyor. Air Europa, Avrupa’da yıllardır el değiştirmeye çalışıyor. IAG ile iptal edilen anlaşmanın ardından, THY’nin 300 milyon Euro’luk dönüştürülebilir borçla yüzde 25 civarında hisse alma planı gündeme geldi. Değerleme ise 500 milyon Euro’dan 1,2 milyar Euro’ya kadar uzanan bir aralıkta.
Altyapı ve toprak: Panama’dan Arktik’e
Devlet A.Ş.’nin bilançosunda yalnızca şirketler değil, altyapı ve coğrafyalar bulunuyor. Devletler “doğrudan mülkiyet” ya da “düzenleme” yoluyla piyasada aktörleşiyor. “Devlet A.Ş.”nin görünmeyen ama çok değerli varlıkları, toprak ve altyapı kalemlerinde yer alıyor. Bu varlıklar, devlete gelir ve stratejik avantaj sağlıyor. Devlet, mülkiyet, düzenleme veya altyapı yatırımıyla konuları avantaja dönüştürebiliyor. Sözünü ettiğim başlıklara örnek vermek isterim;
Panama Kanalı, 2024’te 5 milyar dolarlık gelir ve 3,5 milyar dolarlık net kar elde etti. 2025’te gelirlerin 5,6 milyar dolara çıkması bekleniyor. Küresel deniz taşımacılığının belkemiği olan kanal, bir ülke bütçesi kadar kar eden altyapı varlığı.
Kuzey Kutbu, henüz işlenmemiş kaynaklarıyla devasa bir potansiyel. ABD Jeolojik Araştırmalar Kurumu (USGS), Arktik’te 90 milyar varil petrol ve dünya doğal gaz rezervlerinin yüzde 30’unun bulunduğunu tahmin ediyor.
Nadir toprak elementleri, bugün için yalnızca 12–13 milyar dolarlık yıllık pazar değerine sahip görünüyor. Ama çipten bataryaya, savunma sanayinden iletişim teknolojilerine kadar stratejik bağımlılık yarattığından, devletler için stratejik ve yanı sıra ekonımik değeri çok daha yüksek. Petrolü olmasa da bor ve lityum gibi nadir elementlere ev sahipliği yapan Türkiye de bu radarda olsa gerek.
Ticaretin yeniden yazılan kuralları
Devlet; şirket-güç-büyüme demişken, örnek olarak, BM toplantılarında sıklıklıkla adı geçen Rusya’ya da işaret etmeliyim. New York Times’ın “Understanding Putin’s Power” podcast’inde vurgulanan önemli bir noktayı dikkatinize sunabilirim. Yayın, Rusya’nın savaş ekonomisini ayakta tutmak için devlet sanayisini, enerji şirketlerini ve finans kurumlarını bir “ekonomik savaş makinesi” haline getirdiğine dikkat çekiyor. Devletin ekonomiye müdahalesinin barış dönemlerinde ve krizde etkin olduğu argümanını güçlendiriyor. Pek çok örnek girişim var, kelimeler-satırlar hepsini örneklemeye yetmez. Devletlerin, yatırımcı, ortak, garantör hatta doğrudan mülkiyet sahibi olduğu tablo 1980’lerin özelleştirme dalgasının tam tersine işaret ediyor. Sanayi politikaları yeniden devlet eliyle şekilleniyor: yatırım teşvikleri, vergi avantajları, stratejik şirket destekleri. Devlet düzenleyen değil, aktif oyuncu, yatırımcı, garantör.
Cliff Kupchan ve Robert Kahn birlikte kaleme aldıkları makalelerinde, küresel ticaretin şu anda bir eşikten geçmekte olduğunu vurgulayarak başlıyor. Ben de yazımı iddialarını ifade ederek sonlamak isterim: “Serbest ticaret dönemi kapandı.” ABD’nin gümrük duvarları, sübvansiyonlar ve sanayi politikaları, yalnızca Trump döneminde değil, genel siyasi eğilimle birlikte yaygınlık kazandığını vurguluyor.