“Türkiye, Malezya, Meksika gibi, orta boyutlu, gelişmekte olan, açık ekonomiler için önümüzdeki on senenin en önemli kalkınma meselesi nedir?” diye sorarsanız cevabım, “Çin” olur. Gelin, durumu anlamak için Türkiye özelinde sayılara bakalım.
Türkiye’nin toplam ticaret açığı içinde Çin’le olan ticaret açığımızın payı %59. Yani 2025’in ilk yarısında Çin’le ticaret açığımız, dünyanın kalanıyla olan ticaret açığımızdan %50 fazla. Bu oran 2018’de %38,5’miş. Bu hesabı yaparken altını çıkarıyorum. Çünkü altın ticareti, esasen finansal bir akım ve bence cari hesapta yer alması yanıltıcı. Öte yandan 2018’den bu yana Türkiye’nin Çin’den yaptığı ithalat %100’ün üzerinde artmış. Dünyanın diğer ülkelerinde aynı dönemdeki artış bakınca, TEPAV’ın verilerine göre, Ortadoğu’da da bizimkine paralel bir artış olduğu görülüyor. ABD’de bu dönemde Çin’den yapılan ithalat aynı seviyede kalmış. Avrupa Birliği’nde (AB) ve dünyanın diğer yerlerinde de Türkiye’deki veya Ortadoğu’daki kadar bir artış olmamış.
Dış pazarlardaki durum da Türkiye açısından iç pazarda olduğu gibi olumsuz. TEPAV, Çin’in Türkiye’nin ihraç ürünleri içinde sıkı rekabet halinde olduğu ürünleri analiz etmiş. Bu ürünleri belirlemek için bir ürünün iki ülkenin de ihracatı içindeki payının dünya ticareti içindeki payından daha yüksek olmasını esas almışlar. Ayrıca payı ufak tefek olan bazı ürünleri değerlendirme dışında tutmuşlar.
TEPAV’ın analizine göre AB ve Ortadoğu’ya ihracatımızın yaklaşık %21’inde Çin’in sıkı rekabetiyle karşı karşıyayız. Bu durum bazı müşterilerimizi her an Çin’e kaptırabileceğimiz anlamına geliyor. Bu riskin toplam maliyeti ise 42 milyar dolara kadar çıkıyor. Ayrıca bu müşteriler bir kez gidince geri getirmek kolay olmuyor. Peki rakibimizin sırrı ne?
24 Ekim tarihli yazımda McKinsey’in ilginç bir raporundan bahsetmiştim. Raporda yer alan ama bu yazıya bıraktığım bir veri daha var: 2020’den, yani COVID19 başladığından beri, Çin’de sermaye stoğu ve toplam üretim ikiye katlanmış. Ama kârlılık yerinde saymış. Çinli sanayi şirketlerinin %23’ü geçen sene zarar etmiş. 2020’de bu oran %16 civarındaymış.
Bizim İSO-500 sanayi şirketlerinde kârlılık durumuna baktım. Senelerdir Türkiye’nin en büyük 500 sanayi şirketinin en fazla %10’u zarar açıklamış. Son iki senede ise bu oran yaklaşık üçte bire çıkmış. Ancak Çinli sanayicilerin aksine Türk sanayicilerin uzun süre zarar etmeye dayanmaları mümkün değil. Çünkü Çinli şirketlerin ucuz finansmana erişimi var.
Çin’de bankacılık sektörü 2008’den beri yılda ortalama %8 hızla büyümüş. Türkiye’de bu hız %1,5. Çin’de kredi hacminin sürekli artışına rağmen sanayi şirketleri ortalama faizlerin çok altında oranlarla kredi alabiliyor. Çin üzerine yaptığı araştırmalarla tanınan Rhodium Group şirketinin analizine göre, sanayi şirketlerinin finansman maliyeti ortalama finansman maliyetlerine kıyasla şirket özelse dörtte bir, şirket devlete aitse yarı yarıya oranında daha ucuz. Çin’de bankacılık sektörünün %80’i devletin kontrolünde (Türkiye’de bu oran %45) ve bankalar, devlet kime kredi ver derse ona veriyor.
Dünyanın her yerinde devlet büyüklerinin isteğiyle verilen krediler, eşin dostun batık şirketlerini yüzdürmek için kullanılır. Çin’de böyle yapılmıyor. OECD’nin 2025’te yayımladığı devlet destekleri raporuna göre, Çinliler rekabet avantajı gördükleri tüm sektörlerdeki sanayi şirketlerine ucuz kredi veriyor. Sonuç olarak da bu şirketlerin pazar payı artıyor. Türk sanayicileri de “nefes kredisi” bekleyedursun, Çin’de kredi gerçekten hava gibi her yerde, sürekli ve bedava!
Kâr etmeden büyüyüp, yeni bir teknolojiyle oluşan pazarı domine etmek yıllarca Amerikan şirketlerinin uyguladığı bir yöntemdi. Amazon, Facebook, Uber gibi şirketler önce büyük girişim sermayesi fonlarının sonra da ABD’deki derin sermaye piyasalarının finansmanıyla yıllarca zarar edip sonunda yeni kurulan dijital pazarları ele geçirdiler. Çin devletini de devasa bir girişim sermayesi fonu gibi düşünebilirsiniz. Bugün ucuz finansmanla zararına çalışan Çin sanayi şirketlerinin belki sadece birkaç tanesi ayakta kalacak ama onlar da kendi alanlarında dünyayı domine edecek. Bunları son zamanlarda Batı dünyasında âdet olduğu üzere Çin’e düşman olalım diye yazmıyorum. Çin’in başarısının sırlarını anlayalım, bu rekabette geride kalmamak adına biz de benzer politikalar uygulayalım diye yazıyorum. Bu sırları tartışmaya devam edeceğim.
NOT: Gazetemizin üçüncü yıl dönümünü kutluyorum. Bilgi kolay erişilebilir hale geldikçe iyi kürasyondan geçmiş, editoryal kontrolü iyi yapılmış kaliteli bilginin değeri artıyor. Bu bilginin en iyi kaynağı da günlük gazeteler. Üç senedir haftada bir gün edindiğiniz bilgilere katkıda bulunabildiysem ne mutlu bana!