Son 25 yılda varlık değerlerindeki her 1 dolarlık artışa karşı borç da 2 dolar artmış. Borç demek, ileride emeklilerin parasının nasıl ödeneceğini bilmemek demek.
Dünya ekonomisinin 2008’den beri ayarı bozulmuş durumda. 2008 krizine müdahale, sürekli düşük faizlerle varlık fiyatlarında anormal bir şişkinliğe neden olurken iktisadi dengelenme ikinci plana itildi. Dünya ekonomisini göbekli bir adam gibi düşünürsek hem obezite sınırı aşılmış hem de biriken gazdan göbek gerilmiş vaziyette. Bu durumu, restoran ekonomisinden medya sektörüne kadar farklı anekdotlar üzerinden sık sık anlatıyorum. Bu hafta biraz sayı vereceğim. Zira danışmanlık şirketi McKinsey’in geçen hafta yayımladığı raporda güzel sayılar var.
McKinsey, öncelikle her bir ülkeyi kendi içinde, sonra da ülkeler arası verileri karşılaştırmalı ele alabileceğimiz “küresel bilanço tablosu” hazırlamış. Bu tabloda kamu, finansal kuruluşlar ile finansal olmayan şirketler ve hane halklarının bilançolarını konsolide hale getirmiş. Bir yanda hisse senetleri, tahviller, krediler, mevduatlar, nakit ve emeklilik hesapları gibi finansal varlıkları, bir yanda da gerçek varlıkları bir araya toplamış. Gerçek varlıklar gayrimenkul ile makine, ekipman ve fikri mülkiyetlerden oluşuyor. Hemen belirtelim, dünyadaki gerçek varlıkların değer olarak üçte ikisi gayrimenkul. Yani ne kadar inovasyon veya dijitalleşme deyip dursak da hâlâ servetimizin çoğu ev ve arsadan oluşuyor.
Varlıkların değerindeki artışın yüzde 40’ı enflasyon kaynaklı
Bilançolara bakınca dünya çapında varlıkların değeri 2000’den beri nominal olarak 4 kat artmış. Bu artışın %40’ı enflasyondan kaynaklanıyor. Kalan artışın yarısı gerçek sermaye yatırımları, diğer yarısı da kağıt üzerinde değer artışı. Yani hisse senetlerinin, evlerin değerinin durup dururken artması. Kabaca son 25 senede dünyadaki varlık değerlerindeki artışın üçte biri kağıt üzerinde. Bu artış, diğer ülkelere nazaran ABD’de biraz daha yüksek. Bu da neredeyse tamamen Amerikan borsasının yüksek performansıyla ilişkili. Gayrimenkul fiyatları her yerde aşağı yukarı benzer seviyede yükselmiş. Peki, varlık değerlerindeki artışın ekonomik etkisi ne olmuş? Gelin inceleyelim.
ABD az tasarruf edip çok harcıyor
Bunlardan ilki, ülkelerin yatırım açıklarında oluşan dengesizlik. 2000’lerden bu yana ABD’nin açığı büyürken Çin, Japonya, Kore ve Almanya’nın yatırım fazlası oluşmuş. Yani ABD az tasarruf edip çok harcıyor. Bu harcamalarının önemli bir kısmını da dışarı varlık satarak finanse edebiliyor. ABD’nin net yatırım açığı milli gelirinin %90’ı. Çin’in net yatırım fazlası milli gelirinin %15’i. Aslında Çin gibi ülkelerin yatırım fazlası, bir ölçüde, ellerinde tuttukları Amerikan hisse senetleri değerlenince büyümüş. Zira herkes tasarrufunu Amerikan borsasına yatırıyor.
Varlık fiyatları milli gelirden hızlı artınca oluşan diğer bir dengesizlik de milli ekonomilerde ortaya çıkmış. Tanımı gereği, geçmişte biraz birikimi olup hisse senedine yatırım yapabilmiş veya ev satın alabilmiş veya miras edinebilmiş olan varlık sahipleri daha da zenginleşmiş. Tabiatı gereği bu kişiler daha yaşlı. Şu anda gençlerin çalışmayı anlamsız bulmalarının temel nedeni, ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar geçtiğimiz 25 senede varlık fiyatı artışından kazanılan serveti kazanamayacaklarını öngörmeleri.
Bu arada, artan varlık fiyatları, bu varlıklara karşılık alınan borçların da artmasına neden oluyor. Son 25 yılda varlık değerlerindeki her 1 dolarlık artışa karşı borç da 2 dolar artmış. Borç demek, ileride emeklilerin parasının nasıl ödeneceğini bilmemek demek. Zaten dünyadaki ekonomik değerin üretildiği gelişmiş ekonomilerde genç sayısı da gittikçe azaldığı için mevcut durumun sürdürülebilmesi güç.
Dünyadaki varlık değerinin milli gelire oranı 2021’de 6 birim iken bugün bu oran 4,5-5 civarına kadar bu sayede düştü. Ancak, bu düşüşe rağmen 1920’lerde Küresel Buhran’dan önceki seviyelere yakın bir yerdeyiz. Bu resme bakınca bana göre, dünya ekonomisinin önünde üç ana yol var: Birincisi yüksek enflasyona göz yumarak milli geliri nominal olarak yükseltip varlık değerleri o kadar yükselmeyeceği için ikisini birbirine yakınsatmak, böylelikle borçların nominal değerlerini erozyona uğratarak yeni bir denge kurmak. Enflasyonla borç eritmeyi en iyi biz Türkler biliyoruz ve bunu son üç yıldır gayet “başarılı” bir şekilde yapıyoruz. Ancak malumunuz, enflasyon en çok dar gelirlileri vurduğu için mevcut gelir adaletsizliği içinde bu yöntem pek sürdürülebilir değil.
İkinci yol, verimlilik artışları sayesinde toplam gelirin varlık fiyatlarını meşrulaştıracak seviyeye çıkması. Herkes verimlilik artışları için yapay zekâya bel bağlamış durumda. Yapay zekâ bu beklentileri -özellikle de Türkiye için- karşılayabilecek mi, yoksa kendisi de ayrı bir balon mu? Bu soru ise ayrı bir yazının konusu. Sonuncu yol ise, varlık fiyatlarının aniden düşeceği bir küresel resesyon. Tıpkı 1930’larda ABD’de olduğu gibi. Peki, böyle bir senaryoya hazırlıklı mıyız?
