Eski dünya düzeninde, “Aman ne olacak, biz de üretmeyiverelim, ucuza üreten ülkelerden alalım” gibi bir anlayış, kısmen kabul görmüş olsa da, artık böyle bir lüksümüz yok.
Geçen yazının sonunda, “Eski ezberleri unutup, yeni oluşmakta olan küresel ekonomik düzende varolabilmek için neler yapmamız gerektiğini düşünmemiz lazım” demiştim. Buradan devam ediyorum.
Türkiye çok uzun yıllardan beri dış ticaret ve cari işlemler açığı veren bir ülke. Dış ticarette verdiğimiz açığın bir kısmını, turizm başta olmak üzere diğer döviz sağlayıcı işlemlerle kapatsak da dipte her zaman büyük bir cari işlemler açığı veriyoruz. Bunun teknik anlamı, yurtiçinde yerleşiklerle yurtdışında yerleşiklerin karşılıklı işlemlerinde açık veriyor olmamız. Bu işlemlerin büyük bir kısmı döviz cinsinden olduğu için, kabaca döviz cinsinden gelirlerimizin, döviz cinsinden giderlerimizi karşılayamadığını söyleyebiliriz. Dolayısıyla, döviz açığını kapatabilmek için her daim yurtdışından döviz bulmamız gerekiyor. Sermaye hareketlerinin serbest olduğu eski dünya düzeninde, cari işlemler (döviz) açığımızı finanse edebilecek imkanları bulabiliyorduk. Hoş, bunun için, tıpkı bugünlerde olduğu gibi, çok yüksek reel faizler ödemek zorunda kaldığımız dönemler de oluyordu. Lakin, resmi söylem her zaman “finanse edilebildiği sürece cari işlemler açığı sorun değildir” şeklinde olduğu için, yapısal bir sorun halinde bu konuyu pek de kafamıza takmıyorduk.
Tasarrufları artırmayı hedefleyen politikalar elzem
Cari işlemler açığının bir diğer anlamı ise yurtiçindeki tasarruflarımızın yatırımlarımızı karşılayamıyor olmasıdır. Yani, Türkiye’de yurtiçi tasarrufları artırabilirsek, cari işlemler açığı sorunumuzu da çok büyük oranda çözebiliriz. Diğer taraftan bakarsak, Türkiye’de cari işlemler açığının tamamen kapandığı ya da fazla verdiğimiz yılların, ekonomide büyük durgunluk yaşanan, dolayısıyla yatırımların da çok azaldığı dönemler olduğunu görürüz. Cari işlemler açığını azaltmak için daha az yatırım yapmayı önermek, ülkemizin ileriye yönelik büyüme ve kalkınma potansiyelini azaltacağı için elbette tercih edilmez. Bu nedenle, tasarrufları artırmayı hedefleyen politikalar tasarlamak ve uygulamak elzemdir. Bu konunun Türkiye’de pek iyi anlaşılmadığını düşünenlerdenim. “Tasarrufları nasıl artırırız?” konusuna sonraki yazılarımda değineceğim. Şimdi, net döviz gelirlerimizi nasıl artırabileceğimizle ilgili görüşlerimi paylaşmak istiyorum.
Merkez Bankası verilerine göre, 2025 Mayıs ayı itibariyle, son 12 aylık cari işlemler açığımız 16 milyar dolar olmuş. Bu dönemde 61 milyar dolar dış ticaret açığı verirken (ödemeler dengesi tanımlı), hizmetler dengemiz 62 milyar dolar fazla vermiş. Bu kalemde en büyük pozitif etki, net 49,2 milyar dolar ile turizm gelirlerinden gelirken, taşımacılık gelirlerinin de 20,2 milyar dolarlık net katkısı dikkat çekiyor. Cari işlemler hesabımızın üçüncü bacağını oluşturan ve temettü, faiz ve ücret ödemelerini kapsayan birincil gelir dengesinde ise 17,2 milyar dolarlık bir açığımız var.
12 yılda dış ticaret açığını düşürme konusunda başarılı olamamışız
Kuşbakışı analizin de gösterdiği gibi ilk göze batan konu elbette dış ticaret açığımız. Aslında TÜİK’in açıkladığı ihracat ve ithalat verilerini kullanırsak, yukarıda 61 milyar dolar olarak ifade ettiğim dış ticaret açığı 86,9 milyar dolar olarak hesaplanıyor. Burada iki kurum arasında bir uyumsuzluk yok; sadece kullanılan metodoloji farklı. Biz bu analizde, herkesin daha yakından takip ettiği TÜİK verilerine göre hesapladığımız yaklaşık 87 milyar dolarlık dış ticaret açığımızı baz alalım. 2013’te 99 milyar dolar olan dış ticaret açığımız, 2019’da yaşanan krizin de etkisiyle 29 milyar dolara kadar düştükten sonra, 2025 Mayıs itibariyle yeniden 90 milyar dolar seviyesine yaklaşmış. Yani, milli gelire oranla bir miktar iyileşme olsa da, son 12 yılda dış ticaret açığımızı düşürme konusunda pek başarılı olamamışız.
Dış ticaret açığı aslında tek başına çok büyük bir sorunun göstergesi değil. Ne var ki, dünyada yaşanan büyük değişim ışığında, dış ticaret açığımıza farklı bir gözle bakmamız gerektiği de çok açık. Eski dünya düzeninde, “Aman ne olacak, biz de üretmeyiverelim, ucuza üreten ülkelerden alalım” gibi bir anlayış, kısmen kabul görmüş olsa da, artık böyle bir lüksümüz yok. Üretim kapasitesini artıramayan ülkelerin yeni dünya düzeninde başarılı olma şansı çok düşük.
Bizim Trump gibi gümrük vergileri yoluyla dış ticaret açığımızı düşürmek gibi bir seçeneğimiz de yok. Denesek bile, hem fazla bir yaptırım gücümüzün olmaması, hem de muhataplarımızın da bize benzer hamlelerle karşılık verme ihtimali, bunu makul bir seçenek olmaktan çıkarıyor. Paramızın değeriyle oynayarak da dış ticaret açığını kalıcı bir şekilde düşürmemiz pek mümkün gözükmüyor. Merkez Bankası da dahil birçok itibarlı kurum, reel kurların ihracatımız üzerinde etkisinin çok sınırlı olduğunu, ihracat için temel belirleyicinin dış talep olduğunu ortaya koyuyor. TL’nin reel olarak değer kaybetmesi ithalatımızı yavaşlatıyor ama bunun da başta enflasyon olmak üzere pek çok başka sorun yaratabileceğini tecrübeyle biliyoruz.
Peki ne yapacağız? Cari açık bizim kaderimiz mi? Bir sonraki yazıda devam edeceğim.