Türkiye’de ağaç bir duruştur; Nazım Hikmet’in “Bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine” dizeleri, sadece siyasal bir çağrı değil, aynı zamanda bir ekolojik vicdandır.
Macbeth’in uğursuz kehanetiyle hareketlenen Birnam Ormanı’ndan, Tolkien’in görkemli Ent’lerine, edebiyat ağaçlara her zaman insanüstü bir nitelik atfetti.
İngiliz ressam John Constable’ın pastoral Suffolk manzaraları ya da David Hockney’nin Yorkshire’daki ağaç tünelleri gibi görsel sanatlar, doğayı yalnızca bir arka plan olarak değil, bir özne olarak resmetti. Çünkü ağaçlar sadece manzara değil; onlar bir kültürün hafızası…
İngiltere’de her yıl düzenlenen Woodland Trust “Yılın Ağacı” ödülleri geçmişin izlerini bugüne taşıyan ağaçları onurlandırıyor. 2016’da Sycamore Gap ağacı birinciliğe layık görülmüştü. Bu yılın adayları arasında William Wordsworth’un şiirlerine ilham veren ağaçlar da var, Beatles’ın fotoğraflarında yer alanlar da. Virginia Woolf’un yürüyüşlerine eşlik eden gövdeler, Radiohead’in kliplerinde sessizce arka planda bekleyen dallar… Hepsi bir kültürün görünmez damarları gibi.
Ağaçsız bir Anadolu anlatısı düşünmek imkânsız
Benzer bir kültürel zenginlik Türkiye’de de mevcut. Yahya Kemal’in dizelerinde “Kökü mazide olan âti” diye tanımladığı geleceğe, belki de en çok ağaçlar aracılığıyla tutunuyoruz. Cahit Sıtkı’nın çınar metaforu, Orhan Veli’nin ağaç altı dinginliği, Yaşar Kemal’in İnce Memed’inde Toros ormanlarının gölgesi… Ağaçsız bir Anadolu anlatısı düşünmek imkânsız.
Dünya edebiyatı da ağaçların yalnızca fiziksel değil, metafizik varlıklar olduğunu anlatıyor. Jorge Luis Borges’in labirent gibi anlatılarında ağaçlar hem yön gösterir hem de yanıltır. Gabriel García Márquez’in Macondo kasabası, sonsuzluğu ağaç gövdelerinde taşır. Türkiye’de ise ağaç en çok da bir duruştur; Nazım Hikmet’in “Bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine” dizeleri, sadece siyasal bir çağrı değil, aynı zamanda bir ekolojik vicdandır.
Türkiye’de ormanlarımızın yüzde 70’i yok edildi
Fakat, bu kültürel ve doğal miras ne yazık ki tehdit altında. Türkiye’de ormanlarımızın yüzde 70’i ya yok edildi ya da ciddi zarar gördü. İstanbul’un son 20 yılda kaybettiği orman alanları, yalnızca bir iklim meselesi değil; aynı zamanda bir hafıza kaybı. Tıpkı bu yıl İngiltere’de yıkılan 500 yıllık meşe gibi, biz de Belgrad Ormanı’nda, Kazdağları’nda, Artvin’de yavaş yavaş bir belleği yitiriyoruz. Oysa bu ağaçlar yalnızca oksijen sağlamıyor; masal anlatıyor, tarih fısıldıyor, şiir yazdırıyor.
Orman hem kitap olacak, hem kütüphane
İskoç sanatçı Katie Paterson’un Norveç’te başlattığı “Gelecek Kütüphanesi” projesi, bu anlamda olağanüstü bir fikir. Her yıl farklı bir yazar, yayımlanmak üzere bir elyazması bırakıyor ve bu yazılar 100 yıl boyunca açılmıyor. 2114’te yayımlanacak olan bu eserler, özel olarak dikilen bin çam ağacından elde edilecek kağıtlara basılacak. Orman hem kitap olacak, hem kütüphane.
Türkiye’de böyle vizyoner bir projenin hayalini kurmak bile heyecan verici. Neden Anadolu’da bir Gelecek Ormanı kurmayalım? Her yıl bir yazar, bir çocuk, bir öğretmen ya da bir göçmen, kendi hikâyesini bu ormana bıraksa... Hikâyeler büyürken ağaçlar da büyüse…
Ancak bunu gerçekleştirmek için önce var olanı korumalıyız. Türkiye’de anıt ağaçların hukuki statüsü hâlâ yeterince güçlü değil. Oysa bu ağaçlar da en az eski kitaplar kadar tarihi belge niteliği taşıyor.
İngiliz şair WH Auden’ın sözleri ile bitirelim: “Kırsal bir yürüyüşte karşılaşılan ağaçlar, o ülkenin ruhu hakkında çok şey anlatır… Bir kültür, ormanlarından daha iyi değildir.”