İş dünyasında gerçek dönüşüm, teknolojiye değil; insanla yapay zekânın birlikte üretme gücüne yatırım yapıldığında başlıyor. Korkuların yerini merak aldığında, organizasyonların geleceği yeniden yazılıyor.
Bir makine ile iş birliği yapmaya hazır mısınız?”
Bu artık bilimkurgu filmlerinin değil, ofis koridorlarının sorusu. Her gün, görünmez bir çalışma arkadaşı klavyemizin hemen yanında oturuyor: Bizimle birlikte düşünen, bizimle birlikte üreten ve kimi zaman bizden hızlı karar veren bir yapay zekâ…
Ama tam da burada yeni bir kırılma yaşanıyor. Şirketler, yapay zekâyı “daha hızlı sunum yapan bir asistan” olarak mı konumlayacak, yoksa işin doğasını yeniden yazacak bir ortak olarak mı?
Reshape Consulting Kurucusu Oya Geron, bu ikilemde yol gösterici olan isimlerden biri. Cambridge Üniversitesi AI Ethics & Society programına kabul edilen 65 kişi arasında yer alan Geron, “İnsan- makine etkileşiminde gerçek kırılma, korkunun yerini üretme heyecanının aldığı anda yaşanıyor” diyor. Geron’a göre asıl mesele, yapay zekânın insanı değiştirmesi değil; insanın kendisini yeniden keşfetmesi: “Yatırım çoğu zaman bireye yapılıyor ama sistem aynı kalıyor. Asıl dönüşüm, yapay zekâyı işin merkezine aldığınızda başlar.”
Konuştuklarımız; korkular, yanılgılar ve doğru tasarlanmış dönüşüm kültürünün şirketlere nasıl rekabet avantajı yaratabileceğine dair çarpıcı bir rehber niteliğinde…
İlk gerçek kırılma anı…
“Türkiye’de ve dünyada çalıştığım şirketlerde AI dönüşümünün ilk gerçek kırılma anı, korkunun yerini üretme heyecanının aldığı an. Bu, genellikle bir çalışanın yapay zekâyla ilk kez anlamlı bir şey ürettiği, ‘Ben bunu yapabiliyorum’ dediği anda olur. Bu heyecan bulaşıcı. Bireysel denemelerden ekip çapında paylaşıma geçildiğinde, dönüşüm kültürleşmeye başlar. Ancak bu noktaya gelmek için en başta güvenli bir öğrenme ortamı yaratmak gerekiyor. İnsanlar hata yapmaktan korkmamalı, tam tersine, birlikte öğrenmenin doğal parçası olarak görmeli. Çünkü bu dönüşüm eğitimi aldırmakla değil, birbirinden öğrenme kültürünü sistemli şekilde desteklemekle gerçekleşir.”
Yapay zeka “araç” değil, “ortak”
Yapay Ben meseleye insan davranışından ziyade, insan ve yapay zekânın birlikte düşünme ve üretme kapasitesi, co-intelligence, perspektifinden bakıyorum. Kurumlarda üretken yapay zekâ dönüşümünü gerçekten başlatan şey, bireylerin hızlı çalışması değil; yapay zekânın işin doğasını nasıl dönüştürebileceğini görmek ve bu yönde cesur adımlar atmak.
Bugün birçok lider hala GenAI’yi bireysel verimlilik odağında konumlandırıyor. ‘Kaç kişi prompt yazabiliyor?’, ‘Sunum daha kısa sürede mi hazırlanıyor?’ gibi bireysel kazanımları ölçüyorlar. Oysa bu yaklaşım bizi ‘verimlilik yanılgısı’na götürüyor. Çünkü çalışan düzeyinde yaşanan hızlanma, toplam değere dönüşmüyor. Şirketler bireysel performans artışları görüyor olabilir, ama bu artışlar çoğu zaman yatırımın gerçek geri dönüşünü sağlamıyor.
Asıl dönüşüm, yapay zekanın iş süreçlerine entegre edilmesiyle başlıyor. Yani onu sadece bir araç gibi değil, işin yapılış biçimini dönüştüren bir ortak gibi konumlamak gerekiyor. İnsanla yapay zekânın birlikte ürettiği yepyeni bir organizasyon şeması oluşuyor aslında. Bu yeni düzende işin nasıl tanımlandığı, kararların nasıl alındığı, ekiplerin nasıl iş birliği yaptığı değişiyor. Ve ne yazık ki bugün hala çoğu şirket bu yapısal dönüşüme yatırım yapmıyor.
Yatırım bireye yapılıyor ama sistem aynı kalıyor. Dolayısıyla sonuç da sınırlı oluyor. Üretken yapay zekâya gerçekten entegre olan, yani süreçlerini, rol tanımlarını, iş akışlarını bu yeni kapasiteye göre yeniden tasarlayan şirketler, yatırımın karşılığını almaya başlıyor. Çünkü asıl değer, insanla yapay zekânın birlikte fayda üretebildiği modellerde ortaya çıkıyor.”
Yapay zeka karşısında iki temel duygu hakim: FOBO ve FOMO
“En sık karşılaştığım iki temel duygu FOBO (Fear of Becoming Obsolete) ve FOMO (Fear of Missing Out). İnsanlar bir yandan ‘Bu teknoloji beni işe yaramaz hale getirecek mi?’ korkusunu taşıyor, diğer yandan da ‘Herkes yapıyor, ben geri kalıyorum’ baskısıyla boğuluyor. Bu duygular, pasif direnişe ya da sessiz geri çekilmeye neden oluyor. İşte tam burada liderliğin ve öğrenme tasarımının devreye girmesi gerekiyor. Eğitim vermek yetmez; ekipler arası ilham paylaşımı, use-case’lerin görünür hale getirilmesi ve denemelerin teşvik edilmesi gerekiyor. İnsanlar birbirlerinden öğrendikçe, korku yerini meraka, merak da üretme coşkusuna bırakıyor. Yani dönüşümün kırılma noktası teknik değil, duygusal aslında. Ve o eşik, birlikte öğrenme kültürü kurulmadan aşılmaz.”
Kritik olan insani beceriler
“Bu dönüşüm cesaret istiyor. Çünkü yeni düşünme biçimleri, yeni iş yapma biçimleri gerektiriyor. Yani mesele sadece daha hızlı olmak değil, farklı düşünmeyi mümkün kılmak. Yapay zekâyı sadece çalışanların günlük işlerini hızlandıran bir ‘yardımcı” olarak görmek bu potansiyelin çok gerisinde kalıyor. Gerçek fark, onu işin merkezine almakla yaratılıyor.
Yapay zekâ dönüşümünde en temel hata ise, yapay zekâyı bir teknoloji projesi gibi ele almak. Oysa bu, insan ve süreç dönüşümü. Birçok kurum ‘aracı açtık, artık daha verimli çalışın’ yaklaşımına sıkışıyor. İnsanlar ve iş yapış biçimi aynı kaldığında hiçbir şey değişmiyor. Bir diğer kritik nokta, teknik ekiplerle iş ekipleri arasındaki anlam boşluğu. Teknik taraf modelin nasıl çalıştığını anlatıyor, iş tarafı ise doğal olarak ‘Benim işimde neyi değiştirecek?’ sorusuna cevap arıyor. Bu iki dil buluşmadığında projeler ya sahaya inemiyor ya da çok yüzeyde kalıyor. Çalışanlar konuyu teknik algıladığında da uzaklaşıyor. Oysa şu an ihtiyaç duyulan şey insanların yerine bir şey koymak değil, insanı güçlendirmek, yani insanın kapasitesini artırmak. Bunun için de teknoloji öğretmek yetmiyor, insanların yeni rolünü tarifl emek gerekiyor. Burada kritik olan beceriler teknoloji değil, çok insani beceriler: Bağlantı kurabilmek, ihtiyacını tarifl eyebilmek ve doğru soruları sorabilmek.”
Yapay zekâ dönüşüm lideri için 3 temel yetkinlik
“Klasik yönetici daha çok verimlilik, bütçe, hedef ve ekip yönetimi üzerinden tanımlanıyordu. Yapay Zekâ Dönüşüm Lideri ise sosyoteknik bir sistemi yönetiyor. Bu liderlik, ‘hangi aracı alalım’ sorusundan çok, ‘Bu teknoloji hangi insanı, hangi kararı, hangi ilişkiyi değiştirecek’ sorusuna odaklanıyor. Burada üç yetkinlik kritik hale geliyor. Birincisi, sistem düşüncesi. AI’ı tek tek departman projeleri olarak değil, uçtan uca iş akışı ve karar zinciri üzerinden görebilmek. İkincisi, değişim liderliği kası. İnsanların kaygılarını, direncini, öğrenme hızını okuyabilmek ve buna göre tasarım yapmak. Üçüncüsü de etik ve yönetişim okuryazarlığı. Sadece ‘yasal mıyız’ sorusunu değil, ‘bu uygulama adil mi, şeffaf mı, çalışan üzerinde nasıl bir güç ilişkisi kuruyor’ gibi soruları sorabilmek. Bu liderlik rolü daha çok “orchestrator” gibi çalışıyor, komut veren değil, orkestrayı uyum içinde tutan tarafta.”
TEKNOLOJİ SADECE “ÇÖZÜM” DEĞİL İNSANI AÇIĞA ÇIKARAN BİR “AYNA”
“Cambridge’deki AI Ethics and Society programı, yapay zekayı sadece bir teknoloji değil, aynı zamanda kültürel, toplumsal ve politik bir fenomen olarak ele almayı öğretti. Burada yaptığımız okumalar, örneğin yapay zekânın ‘ideoloji’ olarak nasıl çalıştığı, karar alma sistemlerinde insanın yerinin nasıl dönüştüğü ya da verinin nasıl bir güç ilişkisi taşıdığı gibi konular, bana insan-makine etkileşimini daha eleştirel, daha bütüncül bir yerden değerlendirme becerisi kazandırdı. Bu perspektif, şirketlerin dönüşüm yolculuklarına çok somut şekilde yansıyor. Örneğin bir kurum üretken yapay zekayı entegre etmek istediğinde, artık sadece hangi aracı kullanacağı değil, bu araçla birlikte nasıl bir örgütsel zihin haritası kurduğu, çalışanların kontrol hissinin, karar alma mekanizmalarının ve etik reflekslerinin nasıl değiştiği gibi soruları da gündeme getiriyorum. Cambridge bana, teknolojiyi sadece bir ‘çözüm’ olarak değil, aynı zamanda insanın sınırlarını, değerlerini ve önyargılarını açığa çıkaran bir ‘ayna’ olarak görmeyi öğretti. Dönüşüm danışmanlığında en büyük katkım da bu: Teknolojinin kendisinden çok, onun etrafında şekillenen insan deneyimini yeniden tasarlamak.”
