Cumhuriyet’in 100’üncü yılına yönelik okumalarım içerisinde yer alan bir portre kitabı, önyargıların kırılabilmesi için el’e alınmalı öncelikle. ‘Latife Mustafa Kemal’, Atatürk ile 2 yıl 6 ay 8 gün evli kalan Latife Hanım’ın (Uşşaki) yaşamını titiz bir çalışmayla gündeme taşıyor. ‘İstanbul’un Baylan’ı/100 Yıllık Serüven’ ise Cumhuriyet’in 100’üncü yaşında sürpriz bir kitap olarak karşıma çıktı. Tıpkı bir pastaneden daha fazlası olan Baylan gibi tasarım ve içerik gücüyle geleceğe miras, bir kitaptan fazlası bana göre.
Yaşım itibariyle, Ulu Önder Atatürk’ü görebilme şansı olan kuşağın içinde büyüdüm. Çocukluğumun en güzel sorularından biriydi; büyüklerimize yeri geldiğinde, “Sen Atatürk’ü gördün mü?” diye sorar, olumlu yanıt vermelerini dilerdik. Ne yazık ki çevremde, Ulu Önder’i görebilen kimseye rastlamadım ama her birinin, vefat haberiyle birlikte ve cenaze merasiminde çok ağladıklarını ifade etmelerine şahitliğim vardır.
Bu açıdan Cumhuriyet’e ilişkin en güzel yıldönümlerinin Ata’mızın da hayatta olduğu yıllarda gerçekleştiğine gönülden inananlardanım. Bizler ise Cumhuriyet’in 100’üncü yılını görebilme şansını yakaladık. İlk yıllardaki coşkunun ve duyguların, 100’üncü yılını kutladığımız 2023’e aynı oranda taşınmaması gerçekliğinin doğal olduğu konusunda keşke birileri beni ikna edebilseydi?
Her neyse…
Gazetemiz EKONOMİ ekibi olarak 100’üncü yıla ilişkin neler yapabileceğimiz konusunda çok çeşitli fikirler eşliğinde değerlendirmeler yaptık. Bence en iyi yürüttüğümüz işlerden biri tanesi, Cumhuriyet’in 100 yılına ilişkin hazırladığımız ekonomi kronolojisi oldu. Gazetemizin ustalarından Faruk Türkoğlu’nun önderliğinde 1923’ten başlayarak, 100 yılın ekonomi alanındaki gelişmelerini yıl yıl inceledik. Her bir yılı, gazetemizin orta iki sayfasında iyi tasarım ile okurlarımızın beğenisine sunduk. Aralıksız her gün vermeyi vaat ettiğimiz, bu açıdan basın tarihinin en uzun süreli yazı dizilerinden biri olarak kabul edilebilecek 100 Yılın Ekonomi Kronolojisi çalışmamızda, bu satırları kaleme aldığımda 63’üncü (1986 yılı işlendi) güne gelmiştik.
Ben şahsi olarak ise 100’üncü yıla ilişkin Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından çıkarılan kitap serisindeki eserleri okuma hedefi koydum kendime. Seri içinde ilk kez okuduklarım arasında ‘Latife Mustafa Kemal’ de yer aldı. Mustafa Kemal Atatürk’ün eşi Latife (Uşşaki) Hanım’ın yaşamını konu alan kitap, Cumhuriyet öncesinden başlıyor, vefat tarihi olan 1975’e kadar uzanıyor.
Bugüne kadar ders kitaplarında özellikle öne çıkarılmadığını düşündüğüm, Atatürk’ün yaşamındaki ayrıntı olarak yansıtılan, dönem filmlerinde ‘geçimsiz hatta hadsiz kadın’ imajı ile sunulma gayreti içerisinde olunan Latife Hanım’a ilişkin önemli ayrıntıları içeriyor eser. Tabi ki Mustafa Kemal Atatürk’ün az bilinen ‘koca’ yönünü de tanıştırıyor okurlarıyla.
Üzülerek ifade etmem gerekir ki sanki Ata’mızın yaşamına girdiği ve boşandıkları için Latife Hanım’a, ülkemizin büyük çoğunluğu içten içe kızıyor gibi geliyor bana. Eğer bu düşüncelerimde yanılmıyorsam, böyle duygular besleyenleri kitabı okumaya özellikle davet etmek istiyorum.
İzmir’in tanınmış ailelerinden Uşşakiler’in bir üyesi Latife Hanım. Uşşakiler’in kamuoyunun bildiği bir üyesi de Mai ve Siyah romanının yazarı Halit Ziya Uşaklıgil. Latife Hanım’ın ünlü romancıyı Mustafa Kemal’e, “Halit Ziya Bey’in babası ile dedem kardeş” diye tanıtıyor. Yüksek öğrenimini Paris’te ve Londra’da yürüten Latife Hanım, dört dil biliyor. Müzik ve edebiyata düşkün. İyi derecede piyano çalıyor, gazeteci Sadun Tanju’nun kitapta aktardığına göre, Mustafa Kemal’e Byron’dan Victor Hugo’dan şiirler okuyor. Kendine güvenen, insanı bilgisi ile etkileyen yönü kısa sürede Atatürk’ü de etkiliyor.
Kurtuluş Savaşı dönemi Avrupa’da olan Latife Hanım, Sakarya Meydan Muharebesi’nin kazanılmasından sonra İzmir’e dönüyor. İzmir’in Yunanlılardan alınmasından sonra Atatürk’ün evlerinde kalması tanışmalarına, yanı sıra yakınlaşmalarına vesile oluyor.
Atatürk’ü etkileyen yönlerinden bir tanesi Latife Hanım’ın yabancı dillere olan hakimiyeti. Kritik süreçlerde diplomasiye hâkim dil bilgisi ile önemli yazışmalarda rol oynuyor. İzmir’in alınmasına karşın limanda toplarının yönü kente dönük bekletilen İngiliz donanması için verilen nota, Latife Hanım’ın kaleminden çıkıyor.
Kitabın yansıttıklarından anlıyoruz ki Atatürk, evlilik kararı alırken, duyduğu ve karşılık bulduğu sevgisinin yanı sıra Latife Hanım’ın aydınlanma sürecinde oynayacağı rolü de düşünüyor.
Zihninden geçenleri ilk olarak 29 Ocak 1923 akşamı gerçekleşen evlilik merasiminde görebiliyoruz. Medeni Kanun’un kabulüne iki yıldan fazla bir süre varken, daha Cumhuriyet dahi kurulmamışken, o güne kadar din görevlisi nezaretinde gerçekleşen nikâhların aksine ilk kez kadı eşliğinde resmileştiriliyor evlilik. O güne kadar evlenenlerin vekalet vererek temsilcilerinin katıldığı nikah merasimlerinden farklı olarak törenlerinde bizzat Atatürk ve Latife Hanım bulunuyor. Verilen evlilik belgesiyle, ilk kez bir nikâh için evrak düzenleniyor. Nikâh günü için de tercih edilen perşembe değil, pazartesi günü seçiliyor.
Toplam 2 yıl 6 ay 8 gün süren evlilikleri sürecinde Latife Hanım, daima Atatürk’ün yanında, aydınlanma sürecinin bir neferi kabilinden yaşam sürüyor. Meclis’e ilk giren kadın oluyor, yurt gezilerine katılıyor, toplantılarda bulunuyor, kadınlara konuşmalar yapıyor, yerli ve yabancı gazetecilere yeni Türkiye’yi anlatıyor, restoranlarda erkeklerle birlikte ilk kez yemek yiyen kadın unvanını alıyor.
Kitapta kimi olaylar ve ayrıntılarla aktarıldığı şekliyle görüş ayrılıkları ve kalp kırgınlıklarının yaşandığı bir sürecin ardından 5 Ağustos 1925 tarihinde boşanan çiftlerden Latife Hanım; ayrılıktan sonra yaşadığı 13 yılı Atatürk tarafından ‘geri gel’ çağrısını bekleyerek geçiriyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatının ardından sonraki ömrünü derin bir yas, sonra da Ulu Önder’e karşı sevgi ve saygısının en üst derecesini göstererek geçiriyor. Tek evliliği ile ilgili 50 yıl boyunca hiç konuşmuyor, sırları ile 12 Temmuz 1975 yılında İstanbul Harbiye’de Askeri Müze bahçesinde Atatürk’ün heykeline bakan Safir Apartmanı’nın 7’nci katında vefat ediyor.
Vefatından bir yıl kadar önce Latife Uşşaki’yi evinde ziyaret eden araştırmacı Altan Araslı’nın yanında götürdüğü bir ikramlık beni yakın zamanda okuma fırsatı bulduğum bir başka kitabın içine çekti. Araslı, 1974’de gerçekleştirdiği Latife Hanım görüşmesine ilişkin kitapta yaptığı açıklamada, “Şirketten aldığım talimat doğrultusunda, Kadıköy’de bir Rum’un işlettiği Baylan’dan Selanik gevreği, hemen bitişiğindeki Cemilzade’den baden ezmesi aldım” ifadelerini kullanıyor. Alt satırlarda ise Latife Hanım tarafından, “Hoş geldin evladım. Kim söyledi bakalım, öyle hoşlandığım şeyleri getirmişsin, kim tembihledi ha?” şeklindeki karşılanışı karşısında heyecanının yatıştığını anlatıyor.
Üstünde durmak istediğim bir kitap da yukarıdaki cümlelerde bahsi geçen, Cumhuriyet kadını Latife Hanım tarafından da sevilen tatların yaratıcısı tam 100 yıllık bir işletme olan Baylan ile ilgili yazılan ‘İstanbul’un Baylan’ı/100 Yıllık Serüven’ adını taşıyor. Yorgi Kiriçis ile Filip Lenas tarafından 1923 yılında kurulan ve Cumhuriyetimiz gibi 100’üncü yaşını bu yıl kutlayan Baylan Pastanesi, eserin önsözünde de belirtildiği gibi ‘İstanbul’un kültür mirasının önemli bir parçası’. İlk uluslararası mektepli pasta şefi ikinci kuşak temsilci Harry Lenas’ın eşsiz ürünleri ve kurguladığı işletme kültürüyle yüzyıllık yolculuğa çıkardığı Baylan, bugün çatısı altında bulunduğu Altınmarka Grubu tarafından kurucularından kalan ‘kültürel miras’ olarak kabul ediliyor. 100’üncü yaş anısına hazırlanan kitabın yazarı ve araştırmacısı Sevecen Tunç, Önsöz’de, “Yaşadığımız çağın herkesi, her şeyi birbirinin benzeri yaparak yeknesaklaştırdığı bir devirde Baylan, çikolataları, pastaları, çalışanları ve geçmişiyle baştan aşağı şahsiyettir” ifadelerini kullanıyor. Tunç’un “1923 yılında Beyoğlu’nun çıkmaz sokaklarından birinde başlayan macera, nasıl olmuştu da kesintisiz devam etmiş ve nihayetinde İstanbul’un ‘asırlık markası’ olma unvanıyla taçlanmıştı” sorusuna aradığı yanıtın kitapta fazlasıyla bulunduğunu ifade etmeliyim.
Son sözü gastronomi dünyasının duayen ismine, Mehmet Yalçın’a bırakayım:
“Aslında Baylan’ı çekici kılan sadece benzersiz lezzetler değil, galiba her bir köşesine sinmiş uygarlıktı… Sadece keyifli anların yaşandığı bir haz adresi değil, şairlerin, yazarların, ressamların toplandığı ve yeni sanat akımlarının filizlendiği bir kültür yuvası olmuştu”.
Tasarım Yönetmenliği’ni Bülent Erkmen’in yaptığı İstanbul’un Baylan’ı, asırlık kuruluşun tek başına bir pastaneden daha fazlasını ifade ettiği gibi, bir kitaptan daha fazlası bana göre. Keyifle okunacak, yeni nesillere miras bırakılacak kitabı edinmenizi öneririm.